güle sorma!
Gül bilmez asırlarca şiirlerin, şarkıların baş tacı olduğunu. Sevgiliye sunulan biricik çiçek olma şerefi de ona aittir. Oysa,gülün tek işi gül olmaktır. Sanatçı da böyledir işte: olması gerektiği gibidir. Kendi özgün duruşudur onu sanatçı yapan.
Ancak dünyayı sarsan düşünceler sanatçıyı etkiliyor. Uygarlık kamplara ayırıyor okuyanları. Necip Fazıl’ı sağcılar;Nazım Hikmet’i de solcular okuyor. Hangiasi usta sanatçıdır, diye sürüp giden kısır tartışmalar da cabası. Halbuki,Kaldırımların serseri çocuğu ile, Karlı Kayın ormanında yürüyen delikanlının özlemleri aynıdır. İkisi de aynı evrensel sancıyı çekerler. Onları iki bölü yapan imzalarıdır. O tanrısal dizeleri yazdıran ne sağ ne de soldur.
Gül farkında olsaydı güzelliğinin, gül familyası sağcı ve solcu diye bölünüverirdi . (Muhtemelen kırmızılar solcu olurdu!)
Etiket merakımız kapitalizmin en büyük başarısı. Sanat da cici hizmetkarı bu sistemin. Bir reklamda şiirsel sözlerin, sonunda bir banka veya deterjan için dizelendiğini anlayınca şaşırıyorum.
Markalar içimize içimize işlemiş artık.
Bir edebi esere bizi ilk yönelten de yazarı değil mi? Filanca yazar ne yazdıysa okurum, diyebilecek kadar kapılmışız bu rüzgara.
İnsan niye şiir , roman, hikaye okur? Öğrenmek için değil bir kere. İçimizde derinlerde bir yerde sürekli doyurulmayı bekleyen çeşit çeşit canavar var. Kimi her gün aynı duayı yüz kere tekrar etmemizi, kimi de yepyeni denizlere yelken açmayı ister…hangisi üstün gelirse ona yönelir kişi.
Özgürlüğü reddeden ruhlar ideolojisi kesin ve net olan yazarların kollarında uyuşup kalmaktan hoşnutturlar. Onların klişe öğretilere ihtiyacı vardır. Yeni ve bilinmeyen bir eser gördüklerinde korkularından ölürler, akılları ruhlarından ötelere gidecek diye.
Çocukken sadece kelimeler ilgilendirirdi beni okurken. Yazar ve şair adları umrumda değildi. Sınıfın fakir dolabındaki her kitabı defalarca aynı heyecanla okurdum. Büyüdükçe başladı seçimler, bazılarına fanatikçe bağlanarak…
Halk türküleri de çocuklar gibidir. Altlarında imza yoktur; fakat her yürekte yeni anlamlar yeşertirler.
İnsan kendisini doğrulayan yazarların eserlerini okuyarak rahatlar. Tam da benim gibi düşünüyor diye. Halbuki, manaya odaklanan kişi kaçırır şiiri. Yazara bağlanan da tek tip düşüncede debelenip durur.
Özgün eserleri okumaktan sakınan kişileri bilirim, önlerine açılacak yeni bahçelerden öcü görmüş gibi kaçarlar. Bir inancın üyesi olmak garanti altına almaktır hayatı. İsimsiz bir eseri okumak ise bilinmedik bir denizde yüzmek gibidir.
(Burada, elleri değil gözleri öpülesi yazar ve şairlerin varlığını yadsımak istemiyorum. Diğer taraftan bir büyücü gibi maharetli, fakat insanlıktan nasibini almamış olanları tarihin çukuruna göndermek gerektiğini düşünüyorum. Hitlerin Kavgam kitabını – bu bir eser midir?- değil elime almak, okuyan birini gördüğümde yüzümü çeviririm.)
Tasavvufun az okunmasının sebebi de bu. İçindeki deryanın enginliğinde kaybolmaktan ürker kişi. Mansur’u uyarmıştı hocası; daha ilerisi kafirliktir, diye. Mansur o deryada boğulacağını bile bile vazgeçmedi.Kalıp öğretileri gençlere dayatan sistemler de korktu tasavvuftan, onu ya bir dinmiş gibi gösterdi ya da terimlere boğarak şifrelere dönüştürdü. Çözene aşk olsun dedirterek.
Güller, türküler, çocuklar...onlardan öğreneceğimiz çok şey var.
YORUMLAR
Kesinlikle son zamanlarda okuduğum en anlamı yazı. Çok güzel düşünülüp kurgulanmış. Gerçekler mantıklı örneklerle süslenmiş ve desteklenmiş. Katılıyorum, her sözüne...
Ve kesinlikle bugünkü favorilerimden birincisi...
Hoş geliyorsun güzel dostum benim...Az geliyorsun ama hep hoş geliyorsun.
Seni okumayı seviyorum, çünkü ufkumu genişletiyorsun.
Çok güzel bir yazı, düşünceler şiir gibi sıralanmış ve her paragrafta "gerçekten doğru" dedim.
Yazarın adına göre kitap okunmasına hep karşı oldum .çünkü aynı yazarın beğendiğim bir kitabından sonra hiç beğenmediğim bir kitabıyla karşılaştığım zamanlarda oldu.
Son söz;
"Güller, türküler, çocuklar...onlardan öğreneceğimiz çok şey var."
Harika...
Halk türküleri de çocuklar gibidir. Altlarında imza yoktur; fakat her yürekte yeni anlmalar yeşertirler.
Evet sevgili Müget; şimdiye kadar ben de hiç bir romanın yazarına bakmadan okumuştum. Romanın yazarı değil, içinde yazılan önemliydi benim için. Şimdilerde, kim, hangi ruh haliyle yazmış diye merak etmeye başladım okuduklarımı. artık yazarları da incelemeye başladım ama asla hiç bir yazarda sabit kalamadım; benim için önemli olan, başta da söylediğim gibi, yazıkları ve topluma verdiği mrsajlar önemli. İster sağ görüşlü olsun, ister sol görüşlü olsun, yeterki insanlığa bir şeyler verme çabasında olsun.
Yazı gerçekten çok güzeldi. Bugün okuduğum bütün yazılar tam puanlıktı seçki kurulunun işi bugün gerçekten zor kolay gelsin kendilerine. Benim gülüm; kırmızı gül darılsa da beyaz diyeceğim. Beyaz güle ayrı bir sevgim olmuştur her zaman.
Tebrikler sevgili Müget....
müget
Uzun bir zaman sonra okuduğum ve iyi ki, okumuşum diyebileceğim türde kaleme alınmış yazınız için, teşekkür ediyorum.
Yine, bir uzun zaman evvel, Edebiyat ve Otorite üzerine uzun uzun yazdığımız da, anlam veya mana bölümselliğinde takılmamalı demiştik. Bu hal, bölümün dizgeli ve sıralı ve de sıralamalı ve seçenekli farkını bireye bırakmış olarak hür olması gerekir.
Ve elbette; anlam evveli kavramsa, anlam sonrası da tanımdır gibi bir örneklendirici yaklaşımı olmalıdır da demiştik. Çok severek okuduğumuz bu yazınızla, size yönelik akılcı ve tasavvufi nakliliğin çelişiğini (bence ve subjektif olduğunu kabul ederek) aşma denemesi içinde olmanızı, takdirle karşıladığımı belirtmek isterim.
Gülerle ilgili benzetmenize de bayıldım. Benim tercihim beyaz gül üzülse de, kızıl gül olurdu galiba. Türkülere olan sevdamızı ise anlatmakta zorlandığım, bir kelime kifayetsizliği ile vurulmak isterim.
Esenlikle, değerli müget...
Göktürkmen tarafından 4/24/2011 11:40:04 AM zamanında düzenlenmiştir.
müget
yalın olmak, saf olmak..toprak gibi en kötüyü bile çiçeğe çevirmek...neresi kötü bunun?
ilgi ve yorum için tekrar teşekkürler.
Göktürkmen
İkileme sokmak, çözülmemiş mesel var demekse eğer; elbetet ki, Felsefe'ye çözülmemiş meselelrin bilimdir de denebilir.
Sorunun din veya inanç temelli olması, aklı bir yere bağlar. Aydınlanma veya bilimsel bilgiler anlamında inancın vicdana inmesi, bir nevi aklın inançtan ayrıştırılması ve vicdanileştirmesini de gerektirir.
Tasavvuf buna, maalesef, iizn vermeyen bir hiyerşik yapıya sahip durumdadır. Bu nedenle, aklın yine akıl içinde kalarak, vicdani ve iradi özgürleşmesi ile; buna izin vermeyen otoriter ve baskıcı yapısı arasında sıkışması, birey ve Birtengri arasına başkalarını sokma gerekliğini gündeme getieecektir.
Bu nedenlerle, tasavvufun, aklı çelişmiyor biçimde kapsayabileceğini düşünemediğimi belirtebiliyorum.