- 903 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Evren-Zaman-Hız ve Hız Tutkumuz Üstüne
EVREN-ZAMAN-HIZ ilişkisi, beni hem çok etkilemiş, hem çok düşündürmüştür.
Şimdi var mı, bilmiyorum....Eskiden sirklerde, panayırlarda kocaman bir silindir kurulur, genç adamlar motosikletle, o silindirin duvarlarında fır dönerek, tepesine kadar çıkar çıkar inerdi. Yürekler ağızda, bakakalırdık.
İNSAN, hıza ilgisini, tutkusunu imleyen nice oyun icat etmiş tarih boyunca. Teknoloji ilerledikçe, hız amaçlı oyunlar, sporlar, etkinlikler daha da çoğalıyor...
Benden epeyce büyük olan kuzenimin hızlı tekne ve motosiklet tutkusu vardı. Arada beni de gezdirirdi. Boğazın sularında, yollarında fink atardık. O günler, çocukluğumda kaldı ama o gün duyumsadıklarım, bugün de capcanlı belleğimde.
Denizde ya da karada olsun, o hızı yaşarken, tüm evrenin olağanüstü devinimini duyumsardım. Doğal yaşamımda, koşup, atlayıp, zıplayıp en sevdiğim oyunları oynarken, en sevdiğim yiyecekleri yerken, sevilip okşanırken duymadığım, olağanüstü coşku içeren bir haz...Tren hareket halindeyken camdan baktığımda da benzer duyguları yaşar, şaşırırım. Çoğu kez gözyaşlarım, denetimsizce dökülüverir de “Ne var şimdi zırlayacak” der, kızarım kendime.
HIZ’ı yaşarken; sular, köpükler, yollar, evler, ağaçlar, tüm nesneler, aşka gelir....Şarkılar, türküler söyler, çığlıklar atmaya başlarlar aniden....En kıvrak, en otantik, en erotik, en karmakarışık figürleri içeren bir dans başlar ki...Kıvırtmadan duramazsın...O hıza, vücudumuz tam uyum sağlayamasa da, en derinlerinde, hepsine coşkuyla eşlik eder...Ona yetişmeye, uyum sağlamaya çalışır içimizdeki BEN, tinsel yapımız...
Nedir bu?...İnsanoğlu, en temel korkusunu, ölüm korkusunu, oyun için neden bir kenara koyup, canını tehlikeye atıyor?..
Bence insan, kendisini var eden evrenin; devinimini, hızını, çoşkusunu, erotizmini, aşkını yakalıyor orada. O etkinliklerle, evrene öykünüyor. Varoluşuna uzanmak, onunla kaynaşmak, örtüşmek, tümleşmek, yoğuşmak, coşmak, azmak istiyor. Zamanın akışını, evrenin yaşadığı gibi yaşamak, ona ayak uydurmak istiyor.
EVREN, insanın, varlığını hissettiği, tümünü bilmediği, asla bilemeyeceği olağanüstü güçlerle, güzelliklerle donanımlı...Olağanüstü çeşitlilik...İnsaoğlunun bilip-tanıdığı, bilmediği-tanımadığı ne varsa, aynı zamanda kendisinde olmayan ne varsa, evrende sayılarla ölçülemeyecek kadar çok...TANRI/TANRISALLIK gereksiniminin, arayışının kökeni, burada sanırım. İnsanın kendini evrenin ayrılmaz parçası olarak hissetmesi ama ona ulaşamaması...
EVREN, zamanın; ZAMAN, evrenin ta kendisidir. Birbirinden ayrılmaz. Biz tek olanı kavramsal olarak iki ayrı şeymiş gibi adlandırır, algılarız. Gizini çözemediğimiz evreni, parçalayarak algılamaya, anlamaya çalışırız.
Grek miitolojisine göre, evren-zaman, Khaos’la (Kaos) başlar. Kaos, uçsuz bucaksız boşluk ya da şekli şemali olmayan bir varlıktır. Kendi içinde uyumu olan bir karmaşadır aynı zamanda. Kaos, kendisinden Gaia’yı (Yer) var eder. Gaia ise nasıl olduğu pek açıklanamaz bir birleşmeyle Pontos’u (Deniz) ve Uranos’u (Gök) yaratır. Aile içi (Ensest) ilişkiler sonucunda, tüm alemi yönetecek tanrılar doğar sonra. Tanrıların tümü ölümsüzdür. Mitolojiye göre varoluş/yaradılış, Kaos’la başlar ama Kaos öncesi yoktur denmez.
İşte EVREN/ZAMAN, Kaos öncesi Kaoslardan, ölümsüzlükleri aşan ölümsüzlüklere doğru, durmaksızın akıp gider. Biz insanoğlu ve insan kızlarının aklı, duyguları, duyuları, duyarlılıkları ile algılayamayacağımız, ölçemeyeceğimiz olağanüstü bir hızla hem de...Bu bir döngü müdür yoksa uçsuz bucaksız sonsuzluk mudur?...Bilemiyoruz.
Hayatımız; işte bu olağanüstü hızlı akışta, mikroskopik ölçekle bile algılanamayan, sonsuz sayıda minimini miniminiden biridir yalnızca. Biz, erişemediğimiz ama bir parçacığı olduğumuz bu olağanüstülüğü merak ederiz...Duyumsarız, kıskanırız....Onu düşündükçe, eksikliğimiz sürekli yüzümüze vurulmaktadır.
Evrenin de kıskançlıkları, acımasızlığı, hoyratlığı, hırsları vardır kuşkusuz. O uçsuz bucaksızlığının bilinmez sonunu merak ediyordur o da. Ya da döngünün, ulaşılmaz birleşme noktasını, oralardaki güzellikleri görmeyi arzuluyordur. Belki de EVREN/ZAMAN, kendine ait olan bu sınırsızlıkla, sonsuzlukla başedemeyip kendisinden daha geri, daha küçük, daha ulaşılabilir bir şey olmayı arzuluyordur. Her iki halde de arzusuna ulaşamayınca, o da felaketleri, öfkeyi, şiddeti saçmakta bulmuştur çareyi.
Nereden bakarsak bakalım, arzuda da bir sınırsızlıkla karşılaşıyoruz.
İnsan denen yaratık, varoluşun şu anında, bilimin, teknolojinin böylesine geliştiği bu çağda bile öylesine gerilerde ki... Ama insan, ulaştığı gelişmişliğini; kendisinin de parçacığı olduğu EVREN/ZAMAN’a dair sorular sorup yanıtlar aramak, o muhteşemliğe daha da yakınlaşmaya çalışmak için kullanmak yerine, ne yapıyor? GEZEGENİNİ TALAN EDİYOR, KAN döküyor, CAN alıyor, birbirini SÖMÜRÜYOR. Bu edimin, onu, gerçek arzusundan ne denli uzaklaştırdığını da bilmiyor.
Oysa evren, durmaksızın kendi devinimine, çoşkusuna, zevklerine, çeşitliliğine, sevgisine, erotizmine, otantiğine, kendine duyduğu o büyük aşka çağırıyor....
İşte insan, o hız oyunlarını oynarken, o hız sporlarını yaparken, hız oyuncaklarına binerken en temel korkusunu öteliyor, hiçe sayıyor bu nedenlerle. Yarıştığı rakibi, evren/zaman, ulaşmak istediği de onun güçleri, onda varolan her şey...
Acaba, insanın, kendisine, kendi dışındaki canlı-cansız her varlığa, gezegenine, hatta şimdiden çöplüğe çevirdiği uzaya yönelik öfkesinin, şiddetinin altında, arzularına ulaşamamanın EKSİKLİĞİ, YETERSİZLİĞİ mi var?...
YETERSİZLİK, EKSİKLİK zavallılığı, zavallılık ise belki kendinin bile pek ayrımında olmadığı gizli, sinsi bir şiddeti barındırmaz mı bağrında?..Ya da şiddet dürtüsü, şiddet olgusu ve acizlik de bir sınırsızlık, bir döngü müdür acaba?...
05.01.2011
YALOVA
YORUMLAR
hayat atsa beni evrenin arka yüzüne
tahta arabalarım
oyuncak denizatlılarım
ve sardunları bol olan behçeler
ve su sarnıçları
ve değirmenler
değirmenler
....