- 1216 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ZEYTİNLER ÜLKESİ
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken...
Alican adında yaramaz mı yaramaz, şirin mi şirin, maviş gözlü bir çocuk varmış. Zeytin yemeyi o kadar severmiş ki, sormayın gitsin. Annesinin onca tembihine rağmen, yediği zeytinlerin çekirdeğini kah oraya, kah buraya fırlatır, evi ocağı kirletirmiş.
Bir gün gece yarısı herkes uykuda iken Ali Can birden uyanıvermiş. Bakmış ki karşısında çok güzel bir kız. Haylaz Ali Can’ın ağzı bir karış açık kalmış.Korkuyla ’ Sende kimsin? ’ demiş. Saçları zeytin karalı güzel kız : Ben zeytin perisiyim, seni zeytinler ülkesine götürmeye geldim, demiş. Alican korku içinde : Neden ? demiş. Peri : Çok soru sordun, diyerek Alican’ı aldığı gibi zeytinler ülkesine götürüp, bir ağacın altına bırakmış ve gözden kaybolmuş.
Alican bakmış karşıdaki çam ağacından ses geliyor : Tak ..Tak..Tak.. Alican heyecan ve şaşkınlıkla :Aaaa bu seste ne demiş.? Der demez de ağacın minik bir kovuğundan sevimli, sivri gagalı bir kuş başını uzatmış : Ben bu ağacın ağaç kakanıyım ya sen kimsin demiş . Alican : Benim adım Ali Can, bana yardım edebilir misin? burası neresi bilmek istiyorum demiş, ama ukala ağaç kakan cevap vereceğine hiç aldırmayıp ağacı oymaya devam etmiş. Alican, şaşkınlıkla çevresine bakarken, oradan hızlı, hızlı, yürüyerek giden bembeyaz bir tavşan görmüş : Hey tavşan kardeş diye bağırmış ama, tavşan eliyle onu çağırmış :Sen gel benim acelem var, acelem, demiş. Alican hiç bir şey anlayamamış. Ama geveze tavşanın arkasından koşarken oda Ali Cana anlatmaya başlamış : Bugün zeytin kralının oğlu evleniyor. Eğer gitmezsem darılırlar, deyip sonrada ayakları ponponuna değerek daha hızlı koşmaya başlamış. Tabii Alican da arkasından. Koşmuşlar koşmuşlar, yeşil zeytin şeklinde koskoca bir saraya gelmişler.
Sarayın etrafı, yemyeşil zümrütten zeytin ağaçlarıyla kaplıymış. İkisi de nefes nefeseymiş. Kral oğlunun başına, minik zeytin çekirdekleri şeklinde, zümrüt taşlarla süslü bir taç takmak üzereymiş. Prensin evleneceği prenses de çok güzelmiş.Kızın saçları açık sarı gözleri ise yemyeşilmiş. Törenler eşliğinde yeni evliler pastalarını kesmişler. Pastanın kendisi yeşil zeytin renginde, her yanı altından zeytin dallarıyla sarılıymış. Kral karşıdan tavşana bağırmış : Hey pıspıs bıyık, o yanındaki yabancı da kim? Kral onca kalabalıkta Ali Can’ın varlığını farketmekte haklıymış. Çünkü oradaki en uzun insanın boyu sadece bir metreymiş. Alican tavşanın kolunu sıkmış : Pıs pıs bıyık sen misin yoksa? demiş. Tavşan sesini kısarak : Yavaş konuş budala ! Bak kral seni çağırıyor. Yabancı olduğunu anladı. Sesini alçaltıp nazik ve kibar olmazsan, korkarım kellen gidecek demiş. Alican iyice korkmuş. Kral bağırmış :
Hey yabancı, yaklaş bakalım yanıma.. Ali Can tir, tir, titreyerek kralın yanına gelip yerlere kadar eğilmiş. Kral : Kimsin nesin? demiş. Ali Can başından geçenleri ağlayarak anlatmış. Kral biraz düşünmüş, sakalını kaşımış. :Anlaşılan, tüm bu başına gelenler senin zeytin yemeye düşkün olmandan. Haydi bırak zeytin yemeyi, çekirdeklerini sağa, sola, fırlatıp , anneni üzmenden olmuştur sanırım, demiş. Kral sıkıntıyla : Ben seni geldiğin yerlere geri gönderecek sihirli sözcüğü bilmiyorum. Olsa olsa bunu soytarım Zeytoş bilebilir. O da sefere gitti. Bir ay sonra dönecek demiş. Alican bu ’Bir ay sonra’ yı duyunca, ağlamış yalvarmış : Ben bir ay burada ne yaparım? Hem derslerim var, annem de beni merak eder, demiş. Ama elden ne gelir? Kral : Üzülme Ali Can, sarayımda istediğin kadar kalabilirsin. Hem istersen yanına bir arkadaş da alabilirsin, demiş. Zavallı Ali Can zeytinler ülkesine geldiğinden beri, ağaç kakandan ve tavşandan başka kimseyle tanışmamış ki. Tabii ki sevimli ve sempatik arkadaşı, pıspıs bıyık tavşanı tercih etmiş.
Alican’la tavşan, saraya yerleşmişler. Canları hiç sıkılmıyormuş. Sarayın her yanı, rengarenk gökkuşağı gibiymiş. Bahçelerdeki meyveler, altın zeytin tanecikleri şeklindeymiş. Hele sarayın bahçesinde bir ağaç varmış ki, dalları zümrüt, zeytinleri yakuttanmış. Her sabah kral ve kraliçe, erkenden uyanır sarayın bahçesinde gezinirlermiş. Ali Can ve pıspıs bıyık sarayda günlerce yemişler içmişler. Bu arada Alican, ne kadar lezzetli olursa olsun her türlü zeytin yemekten usanmaya başlamış. Zeytin ezmesi, zeytin şurubu, zeytin reçeli, zeytinli ekmek... Zeytine iyice bir doymuş. Alican eğlenceden gülmeden, evini ailesini unutur gibi olmuş. Ama her güzel şey çabuk biter derler ya, bir gün kralın soytarısı Zeytoş seyahatten dönüp gelmiş. Yanında bir kaç ukala uşakla gelip, kralın önünde eğilip, onu güldürmek için bir kaç tekerleme söylemiş.
Kral : Hoh hoh hoh... diye katıla katıla gülmüş. Sonra da bıyıklarını bükerek : Şimdi de bizim Ali Can’ın derdine bir çare bul bakalım demiş. Zeytin perisi onu, çok zeytin yediği ve sevdiği için, alıp buraya getirmiş. Bizim temel gıdamız zeytin, ama Alican’ın hem ailesine kavuşması, hemde bizim gibi boyunun kısa kalmaması için, et, süt, ve sebze yemesi de lazım demiş.
Soytarı Zeytoş pekala diyerek sivri burnunu havaya dikip ellerini kaldırmış ve : Zeytinella...Hopterella.. demiş. Der demez de, Ali Can kendini evlerinde yatağında bulmuş. Pencereden hafif bir gün ışığı odasına vuruyor, işte sabah oluyormuş.Meğer bu gördükleri bir rüya değilmiymiş. Alican çok iyi bir ders almış bu rüyadan ama.. Hemen yataktan fırlayıp, koşarak buzdolabının kapağını açıp, annesinin kendine içmesi için hazırladığı bir bardak sütü alıp doya, doya, içmiş. Evet, artık zeytin yediği gibi sütte içecek, hem uzun boylu hem de sağlıklı bir çocuk olacakmış.
RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir