- 452 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 49
49] Yüce Tanrı’nın, değişmeye dek muktedirliklerle, her şeyi; düzen ve düzensizliğe çevirdiği; her şeyi değişme içinde süreç eştirdiği bir evrende; bağnazlar kendi uydurmalarını, Tanrı söylemiştir diye bir aldatmanın ve onları savunmanın içine girerler. Kurtarmak istedikleri kendi gururlarıdır. Ve üzerine bina kurdukları, uydurma temelin savunulmasıdır. Kirli çıkar ve kirli emellerini savundukları şer odaklarıdır. Gözleri açacak olan her gidiş, bunların karşı olacakları bir argüman olur çıkar.
Türk devrim hareketi, zorlukları olan bir başarıdır. Zorluklar, geçmişteki mazi yapının, kendi iç disiplininden kaynaklıdır. Ve bir de, inançların bin yıllarca süren çıkarcı sömürülü teamüller düzenini uygular olmalarından kaynaklanmaktadır.
Böylesi şartlanmışlık yapısındaki halk, kendi ümmetçi anlayışı içinde aslında kendilerini sosyal ve toplumsal yapıya ait yönetim içinde, söz sahibi olarak katkın ve müdaheleci görmezler. Bir boyun eğişin katlanması içindeler iken, birilerince; ’Yapı yana kaydı, haydi Müslümanlar; din, iman, hayâ kalmadı. Gün bugün’ denende: kendini görevli ve kontrol edilemez bir taşkınlığın içinde ve eylemcisi olmakla, durumdan vazife çıkartabilmektedirler.
Gazi Kemal, ulusa giydirilmiş bu yakışmazlığı, yüzyılların aymazlığı olan bu ilineği; yine necip halkın, sağduyusuna atfen toplum içinde çıkarıp halk alanın uhtesine tevdi etmiştir. Yine Gazi ulusa güvenle, ve kişisel çabası ile halkın içinde olmayacağı hareketin, pek pek akim kalacağını, her zaman bilmiş ve göz önüne almıştır.
Bunları bildiği için bazı yapılacaklar için yurt gezi söylemleri ile durumu halka şikayetle anlatıp; ulaşabildiği kitlelerin onayını ve benimseme tutumlarını ve yapacağı işlerin paylaşım meşruiyetini oluşturup, halkın bu hareketler içine olacak eğilimlerini sağlamıştır.
Anadolu Kurtuluş Hareketinin yanında olanlar ve Gazi Hazretlerinin çevresinde olanlar, ikinci bölümde değindiğim gibi, yurdun kurtarılması dışında, pek bir idealci, geleceği tasarlar olan plân taşımıyorlardı. Gazi’de var olan şimdinin ve geleceğin tasarılarını, plânlarını; dinleyip anlama yolu ile Gazi’nin projelerini paylaşmak yerine, karşı dirençle ve çoklukla, benci hasedi içinde olabiliyorlardı.
Hatta Gazi Hazretlerinin tasavvurlarını dahi çok ’Hayalci’ bulabiliyorlardı. Bir gün, Gazi Hazretleri tasarılarını yaveri ile paylaşmak gereği dahi duyar. Vatan kurtarıldıktan sonra, yapacağı sıralı işleri yaverine yazdırıyordu:
’Yaz yaver 1- Behemehâl (ne edip ederek, derhal ) saltanat lav edilecektir. 2- Hilafetlik makamı son bulacaktır. 3- Şu, şu, alanlardaki tutumlarda, çağdaş normumlar dâhilinde, uygulama değişiklikleri yapılacak, medeni dünyanın kullandığı birim ve değerler bizimde kullandığımız vasıtalar olacaktır. 4- Cumhuriyet ilan olunacaktır. 5- Gazi beş dediğinde yaveri isteksiz bir hal ile iki elini yanlara salarak: ’Yeter paşam, çok hayalcisiniz’ der. Gazi: ’Göreceğiz’ dercesine baş hareketi ile konuşmayı keser.
Yani Gazi’ye inanalar da bir yere kadar susuyor, gerisini tahayyül edemiyorlardı. Bu nedenle Gazi’nin bir hareketinde yanında olanlar, diğer hareketinde ise, yanında yokturlar. Hatta karşısındadırlar. Çoğunun hareketleri, yurdun kurtarılıp, yönetimin tekrardan padişah ve hilafetin eline bırakılmasını düşünüyor olmaları,
Gazi’nin gelecekte cebelleşeceği güçlüklerin ip ucunu, şimdiden ele veriyordu. Yani Gazi’nin çevresindeki kimi görevşinans kişilerin tüm şevk ve gayretleri bundan ibaretti. Bu da, bu işin, ne men en sert güçlüklerle dolu, zorluklar ve aşılması gereken güçlü müşküllerin var olduğunu gösteriyordu.
Gazi’nin devrimci plânı bilinse idi, belki bu harekât hiç de böyle başlatılamayacaktı! Düşünmek lazım, Afganistan Sovyetlere karşı bunca mücadele verip bağımsızlaştığı halde, neden hal modernize olamamıştır? Çünkü dini otoriteyi toplum otoritesinden ayıramayarak demokrasiyi kuramamıştır da ondan.
Mücadele içinde olan kadronun ileriye yönelik plânlarının olmadığına ilişkin, basit bir örnek vermek yeterlidir. Üstelik ulemadan. Ve Gazi’nin diğer silah arkadaşlarından da bu görüşü paylaşanlar vardı, Rauf Orbay vs. gibi.
Mondros Silah Bırakma Anlaşmasından sonra, 16 Mart 1920 de İşgal kuvvetleri, Osmanlı Meclisi Mebbusanı bastı ve birkaç gün sonra da, meclisi dağıttığı sıralardan; Birkaç gün önceydi. Celalettin Arif, Rauf Orbay, Balıkesirli Müderris Abdülaziz Mecdi Efendi, Yalvaçlı Ömer Vehbi Efendi gibi ünlü şahsiyetler Vahdettin’i ziyaretle, şunu konuşurlar:
[Vahdettin ziyaretçilere der ki: ’Yabancılar her şeyi yapabilecek durumdadırlar. Bunu bilin ve Meclisi Mebbusan görüşmeleriniz esnasında, sözlerinize fazlaca dikkat etmelisiniz’]. Bu uyarı değildir. Bir ram oluşa, istek ve manen baskıdır. Çünkü devamla: [ Vehbi Hoca derki; ’Şevketmeab millet kararlıdır, millet, vatanını da, sizi de kurtaracaktır’ der.] İşte o günün genel ve egemen düşüncesi budur. Onlara göre ’Padişah istese de davranamıyordu!’ Padişahın, iradesi dışında davranıp, saltanatı Aliyi kurtarıp, yeniden saltanatı ihya etmek gerekiyordu!
Padişah Vahdettin devamla: [’Hoca, hoca! Sözlerinize dikkat ediniz. Olan biten açıktır. Akıl için yol birdir. Bu adamlar isterlerse yarın Ankara’ya da girer’ der.] Bu sözlerden, padişahın iradesinin, düşmandan yana bir aciziyet olduğu açıktır. Ve ben denizin, padişah Vahdettin, eğer ’Mustafa Kemal’i Anadolu’ya güya gönderdiği; ’doğruysa, bu olsa olsa, ne şiş yansın, ne kebap’, tezimi doğrulayan padişah argümanıdır. Ankara’nın bile işgalinin, sadece bir an meselesi olduğunu, düşünüp; bilmektedir de!
asürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.