- 1061 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
"Gıız, Anan Seni Puro'yla mı Yudu?"
50’li yılların ilk yarısı.
Misket oynayan biz çocuklar, gökyüzünden gelen bir sesle başımızı yukarı kaldırıyoruz.
Bir tayyareden (ki; o zamanlar ‘uçak’ telaffuz edilmiyordu,) yavaş yavaş bir şeyler dökülüyor.
Şaşkınlığı geçen az iri çocuklar, hafif esen rüzgârın ilçe dışına sürüklediği bu bilinmediklerin düşebileceği yerlere koşuyorlar. Tayyare, ilçenin batısından doğusuna uçuyor ve yüzlerce şey yere süzülmeye devam ediyor.
Gidenler, güneşin batmasına yakın döndü. Üç tanesi elindekini kokluyor, sonra mutlu bir şekilde derin nefes alıyordu. Her birine koşuşturduk. Bu insana mutluluk veren koku neydi ki?
Gara Cemal’in Gara Müslüm’ün (Em. Assb.Müslüm Urfalı) etrafında toplandık.
“- Birinci sınıfa gidenlerden bu yazıyı kim önce okursa ona koklatacağım.”
Düdüoğulları’ndan Yeleleli (Mahallenin en hızlı koşanı, Demirci Ramazan’ın oğlu Em. Ok. Md. Hüsnü Çelik) heceleyerek:
“- Ko ku lu pu yo sa bu nu.”
Ve kâğıt paraşütle ilçeye ikram edilen bu sabun kısa zamanda gençkız ve kadınların gizli bir köşedeki Gremper (Krem Pertev), rastık, koku (esans) şişesi ve kırmızı krapon kâğıdından oluşan makyaj malzemelerinin yanında yerini aldı.
Suvermez Köprüsü’ne girmeden sağ tarafta Dereboyu’na bakan, ilçe halkının elbirliğiyle yaptığı tek gözlü toprak evde oturan, açık kumral saçlı, çipil çipil mavi gözlü, hem kambur, hem de topal, buna rağmen koltuk değneğiyle mahallenin futbol takımında oynayan Gambır Bekir, çoğu kez ayakkabı boyayarak geçimini sağlardı. Hazır cevaplığı yüzünden sevilirdi.
Bizim mahallenin kadını-kızı, ellerinde güğüm, testi, helkelerle Bolvadin Köprüsü’nden aşağı süzülür, kimi Eski Çeşme’ye, kimisi de Geçili Yolu girişindeki Ibıdıklar’ın meşhur kuyusuna giderdi.
Güz güneşi batmaya yakın kahvelerdeki gençler, beyaz gömlek, lacivert pantolonlarıyla Bolvadin Köprüsü’ne dizilir, ayaklarının ucuna bakarak suya giden ya da dönen kızlara bakarlardı. Bir ellerinde tesbih ya da zincir olan gençler edeplerini bozmazdı. Bunlar, bazen Gambır Bekir’i de yanlarında getirir, ‘yeni sayaya girmiş’* körpe kızlara lâf attırırlardı:
“- Gıız, anan seni Puro’yla mı yudu?” Fistandan çık/arıl/ıp saya giy/dir/mekle evlenme yaşına geldiği/ni ima ed/il/en kızın al yüzü al al olur, sırtındaki emanet sayanın içinde adeta kaybolur, adımlarını sıklaştırırken ayakları dolaşır, eğer ellerindeki helkeyse içindeki su cıpıldayıp, dökülürdü.
Zeytin boğazından geçerken gözüken ak tenli, ardında kırk belik olan ‘gara saçlı’ ve bir dirhem et bin ayıp örter düşüncesiyle beslenen, ‘gucak dolduran’ kızlar makbuldü.
Emperyalistlerin ürettiği saç boyası, “aklık” denilen ten açıcı kremler, “allık” denilen rujlar, güneşten, rüzgârdan, soğuktan koruyucu, nemlendirici kremler, parfümler, şampuanlar, deterjanlar, diş macunları ilk eczanelerde görülür oldu ve herkes çağa ayak uydurmak(!) için kınadan, rastıktan, sabundan, kilden, külden, esanstan, grapon kâğıdından, kömür tozundan vazgeçti.
Çağdaş olmak, modaya uymak adına zayıflamak için aletleri emperyalist ülkelerden ithal edilen spor, kararmak için solaryum salonlarına koştu, yine zayıflatıcı ithal ilaçlara yapıştı. Moda adına hastalandı hatta canından oldu. Rejim, diyet ekmek, diyet şeker, diyet bira, diyet kola, diyet menü dillerden düşmez oldu. Bekâreti bozulmuş ürünlerden yapılan hazır yiyecekler soframızın süsü oldu.
Şimdi;
Kullandığı şampuan ya da saç boyasından dolayı saçı seyrek (kaynana ve koca derdinden seyrelmiş olanları tenzih ederim), kremlerden dolayı cildi pütür pütür, güneşin itici çillerle bezediği omuzlarını, göğüslerini çeyrek porsiyon giysisinin içinde görmenin mümkün olduğu kara-kuru kızlar ve kadınlar, çağı yakalamış olmanın gururuyla arz-ı endam ediyorlar. Böylelerinin ne denli itici olduğunu yeni yetme kızlarımız, henüz çağı yakalamak için bocalayan kadınlarımız bilseler, acaba doğal beslenip, doğal kalmayı düşünürler mi?
Sarı Selim, Şair Nedim zamanı kadınları gibi insanın sonbaharını ilkbaharına çevirecek bir kadına rastlayan erkeklere ne mutlu. Hoş; hiç de mümkün gözükmüyor.
YORUMLAR
Yükselenyıldız
Sağlığım bozuk; yazamıyorum.