oruç-bahşiş-ölüm üzerine kısa bir yazı
Güneşin Türkiye geneli pişik sayısını arttırdığı, habercilere asfalta yumurta kırdırıp haber değeri taşıdığı, rüzgârın bile açık hava klima etkisini aldığı,”sıcak tamam da nem çok nem” cümlesinin son 40 yılda kullanılma istatistiğini arttırdığı, bütün günahın nem’ e yüklendiği bir ağustos akşamı 3 arkadaş çorbacıda hocanın ezan okumasını yani “ tamam, artık yemeklere yumulabilirsiniz “ demesini bekliyorduk.
Aynı saatlerde Diyarbakır’ın Sirvan ilçesinde Hacı adlı kişinin, orucunu açmak için akşam evine gelip karısı Edibe’ye “yemekte ne var bugün” diye sorup “ hiçbir şey, yiyecek bişey yoktu yemek yapamadım. “ cevabını aldığında, önce çocuklarına sarılıp sonra yan odaya geçip kendisini asacağını 3 gün sonra iftara 15 dakika kala, haberleri okurken köşeye sıkışıp ezilmiş altı paragraflık bir yazıda öğrenecektim. ( “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” Andy WARHOL.)
Sıcağa inat tutulan oruçlardan biriydi. Üç arkadaş, ezana 10 dakika kala çorbacıda son dakikaların verdiği bitkinlikle en az bir Nuri Bilge Ceylan filminden çıkmış kadar sıkıcı ve suskunduk. Tek farkımız sanatsal olmamamızdı. Zaten bir çorbacıda ne kadar sanatsal olunabilirdi ki? Biraz siyah beyaz tonlarda çekilirsek belki! “Hava da çok sıcak yahu” klasiğiyle suskunluk ortasından bıçakla yarılarak öldürüldü, ardından gelen “ nemden dolayı nemden! Nem olmasa bu kadar sıcak olmaz.” Cümlesiyle sıkıcılığa 500 bonus puan eklendi. Sevmediğiniz arkadaşlarınızla vakit geçirmek 20 dakika cehennemde kalmaya eşdeğerdir.
Kominin patronundan aldığı “müşteriye karşı güler yüzlü ol “ emrinden dolayı, “ne istersiniz” diye sorarken yaklaşık 26 sarı dişiyle tanışma şerefine eriştim. Oysa bu soruyu yaklaşık 3-4 dişi gösterip sorabilmek mümkündü. “ 3 çorba “ cevabını alan garsonun “çorbanın yanında salata da ister misiniz?” sorusuyla aramızdaki diyalogdaki kelime sayısı arttı. “hayır” cevabını alan garson “peki çorbadan sonra tatlı almak ister misiniz?” kalıp cümlesini sarf etti. Bu soruların alt metni ise şuydu: bakın çocuklar zaten iftara kadar kimse bir şey yemiyor, sinirliyim. Oruçtan dolayı 200 bonus daha sinirliyim ve para kazanmamız lazım. 3 çorbayla karın doyurmaya çalışmanız masa israfından öteye gitmiyor. Daha çok kazanmamız lazım, daha çok, daha çok ..patronun emri böyle. Bu alt metne rağmen 3 çorbada ısrarlı olduğumu belirttim. Yemekten sonra çay ikramınız varsa alırdık tabi. Unutmadan öğrenciyiz biz.
Bahşiş isteyen bakışların olduğu mekânlara gitmekten çekinirim. Bir garsonun gözlerine baktığımda anlam çıkarmak istemem, gittiğim mekânda güzel karşılanmakta istemem, yemek yemeğe gidiyorsam; o yemeği yemek beni mutlu eder onun dışında ekstra bir şey beklemem. Masaya gelen çorbalar kaşıklanırken yanında ikram diye getirildiğini sandığımız suların paralarının aşağıda alınacağını öğrenmeme yaklaşık 10 dakika vardı. 16 saat aradan sonra mideye inen çorba ise çölde vaha etkisi yaratıyordu. Garsondan bize doğru gelen “afiyet olsun efendim “, “ başka bir şey ister misiniz? “ , “ çay ikram edelim mi “ cümleleri azami hız sınırını aşmış bir ok gibi vicdanımın bahşiş kısmına saplanıyordu. Sorular karşısında sıkılıp başımı eğdiğimdeyse, Ayşe Teyze’nin bile kıskanacağı beyazlıktaki masa örtüsü bana bakarak “ burası nezih bir ortam ve size gayet iyi hizmet ediliyor, eğer bahşiş bırakmazsanız… “ diye konuşmasını sürdürürken silkelenerek kendime geldim. Masa örtüsüyle konuşmak hayra alamet değildi ve kalkma vakti gelmişti. Bize hesap ödeme yerine kadar eşlik eden komi çok kibardı. Ve o noktaya varana kadar yaklaşık 5-6 komiden “afiyet olsun efendim” lafını işitmiştik. Görev başarıyla tamamlanmıştı. Kasadaki elemana hesabı söyleyen garson elinde limon kolonyasıyla bekliyordu. Bahşiş almaya her şey müsaitti. Fakat cebimden çıkardığım kredi kartıyla kominin yüzü birden düştü. En az Bukowski kadar hüzünlendi. Şimdi başlasa sahura kadar çok bohem bir roman yazabilirdi. Kredi kartını gören garson limon kolonyasını bırakıp merdivenlere doğru yöneldi. Diğer müşterilere bakacaktı artık. Gidişiyle öyle sanatsaldı ki, en az bir Tarkovski sahnesi kadar. Hele bir de siyah beyaz çekilirse! Merdivenlerin ortasına doğru bahşiş kutusuna cebimden çıkarıp attığım bozuk paraların sesini duyunca birden dönüp gülümsedi. Sanatsallığından hiç bir hava kalmamıştı, yazık etmişti kendine, belki bir yönetmen gelip onu keşfedebilirdi. Mekândan ayrılırken, kapı ağzında patronun telefon konuşmasına kulak konuğu oldum. Misafiri olmak için yetersizdi çünkü o yüksek sesli konuşmanın her kelimesini duydum. Telefonun karşı tarafındaki muhatabına “ bir komi lazım bize, acele bul. Dikkat et doğu kökenli olmasın” dedi.
Aradan 2 gün geçmişti. Ben ise bu garson-hizmet-bahşiş üçlemesinden bir mizah yazısı çıkarmak istiyordum. Fakat Türkiye’nin siyasi konjonktürü mizaha uygun değildi. Kılıçdaroğlu’nun boy polemiğine karşılık, Melih gökçek’ten “ Kılıçdaroğlu’nun annesi ermeni” cümlesi peyda oldu. Allah’ım bu nasıl bir cümle. Bu kelime karşısında ’başkasının yerine utanma’ deyimini layıkıyla yerine getirdim. Bu dalda altın madalyayı da alabilirdim. Eminim o cümlenin bütün harfleri de orada bulunmaktan dolayı huzursuz, tedirgin ve utançlıydı. Fakat bunu söyleyen kişi en ufak bir vicdani sorumluluk hissetmiyordu. Ermeni halkından özür diliyorum. Halkından!
Aradan bir gün geçmedi ki bu kişinin parti başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’dan yine boy polemiğine karşılık “önemli olan boy değil, önemli olan soy sooy !” cümlesi geldi. Tanrım utanmaya devam ediyorum. Kürt açılımı yaftasıyla soy farkının getirdiği ayrıcalıkları ortadan kaldıracağını söyleyen bir ülkenin başbakanı “soy” kelimesini öyle bastıra bastıra, öyle gururla, öyle dominant söylüyordu ki yerin dibine geçerek utandım. Kamikaze olup kendime çarpmak istiyorum. Bütün soylardan özür diliyorum. Ve şunu söylemek gerekir ki bu ülkenin mizah yapısı Aziz Nesin’e göre kurulmuş.
Aradan geçen bir günün ardından daha, Mecnun’un Leyla’yı, Ferhat’ın şirin’i beklediği gibi iftarı bekliyordum suya hasret. Beklerken karıştırdığım haberlerde doğu kökenli Hacı isimli kişinin eve iftar için gelip karısına ne yiyeceğini sorduğunda aldığı olumsuz cevabın onu yan oda da ölüme götüreceğini bilse karısı eminim kendinden bir parçayı kaynatır suda yine aç bırakmazdı ailesini. Kürt sorunu, boy sorunu, soy sorunu, referandum, evet, hayır akupunktur iğneleri gibi saplanıyor vücutlara. Ve bir Kürt vatandaşımız ailesini doyuramamasını kendine yediremiyor. Önemli olan soy mu? Ve bir Kürt vatandaşımız 4 çocuğuna ağlayarak sarılıyor onları gözyaşlarıyla beslemek için. Önemli olan soy mu? Ve bir Kürt vatandaşımız kendini asıyor, canını veriyor, 4 çocuk bırakıyor arkasında son kez sarılıp. Önemli olan soy mu?
Unutmadan! Oruç açmaya yemek bulamayıp kendini asan kişinin adı Hacı soyadı ORUÇ! Peki, şimdi çocukları bir daha oruç tutar mı dersiniz. Oruç ibadetini bir tek soyadlarında mı yaşatırlar. Ya Edibe Oruç? Soyadını değiştirmek ister mi? peki son olarak; Hacı Oruç cehenneme mi gitti dersiniz, orucunu dahi açamadan?
YORUMLAR
Son günlerde okuduğum en güzel yazılardan biriydi. Çok güldüm ve düşündüm. Güzel bir anlatımınız var. İşin içine siyaset girmeseymiş daha mı iyi olurdu demeden edemedim ama, yazar topluma karşı sorumludur klişesi aklıma geldi.
Paragraf aralarını açarsanız yazınız daha anlaşılır olacak. Virgüle de biraz selam verirseniz çok daha iyi olacak düşüncesindeyim.
Takip edeceğim yazarlar listesine girdiniz.
Hoşgeldiniz.
Saygılar.