- 5883 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
İzmir Buca'dan Yaşanmışlık Manzaraları...
Bu gün yine yağmur yağıyor ılık ılık rahmet düşmekte Buca’nın Arnavut kaldırımlı yollarına. Yeni yıkanmış taşlar,yeni yüzünü gösteren güneşin altında parlıyor. O taşların arasında baş vermiş küçücük yeşil filizler yağan bu rahmeti ağızları açık, büyük bir iştahla emmekte. Ağızlarının kenarından taşan su damlaları, afacan bir çocuğun ağzının kenarında kalan çikolata artıkları kadar da umuda yol olmakla beraber sevimli görünmekteler.
Yürürken bu dar sokakta bir efsun gibi Buca’nın eski evleri izin verdiğiniz taktirde sizi bir başka dünyanın içine çeker...Sokaklar en fazla üç metre genişliğindedir.Beyaz boyalı bu evlerin pencereleri ve pencerelerin önünde yer alan pervazlarda bahara başını uzatmış çiçekler sarkar..Bu çiçekler genelde yukarı doğru değil de, büyük bir mütevazilikle aşağılara doğru salarlar kendilerini. Üst katlarında beyaz kanaviçe işli patiska perdeler ya da ucundan ilmek ilmek dantellerin sarktığı perdeler görülür. Evlerin üst katlarında dışarı doğru çıkıntılı cumbalar vardır.
Ben kızımı okula bıraktıktan sonra, Buca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir görüşme için giderken ,bu doyumsuz manzarayı yeniden yaşama fırsatı buldum ve sizlerle de paylaşmak istedim. 1868 yılında Baltacı adında bir Rum tarafından yaptırılan bina daha sonra İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü için restore edilerek tahsis edilmiştir. Anadolu nun işgali yıllarında bir süre hastane olarak kullanılan bu yapı daha sonra Yunan Generali Venezilos un karargâhı olarak da kullanılmıştır. Tarihçesi bu şekilde olan binanın içini de beraberce gezelim.
Binaya geniş ferah çiçeklerle bezeli bir bahçeden Buca’nın olmazsa olmazı Arnavut taşlarını adımlayarak giriyorsunuz. Girişte sağ tarafta bir kamelya ile yaz kış yeşil kalabilen ağaçlar var. Sol da ise belki önceleri müştemilat olarak kullanılan bu gün çay ocağı olan tek katlı bir yapı var Ana bina tahta döşemelerle kapısını size açıyor. Binanın iç yüksekliği bu gün uzun boyluların elini uzatıp ampul takacakları yapılar cinsinden değil. Yüksek bir tavana sahip, hatta merdiven bile durumu zor kurtarır diye düşünmeden edemedim. Alt katta odalar var, bu odaların her birinde şömineler hala geçmişten birer anı gibi tüm diriliği, albenisiyle arz-ı endamda.
Yine tahta merdivenlerle üst kata geçiyorsunuz. Tavan yüksekliği iki katı da içine alıyor. Pencereler dışa doğru derinlik verilerek yapılmış ve yüksek. Üst kat odalardaki şömineler ve şömine çerçevelikleri el işlemesi desenlerle, kartonpiyerlerle süslenmiş. Kartonpiyer ilk olarak Buca’ya Levantenler tarafından getirilerek tüm ülkeye sonradan yayılmıştır.
Duvarlarda küçük çıkmalarda raf görünümlü işlemeli yapılar mevcuttur, bunlar o dönem gaz lambalarının konulması için yapılan yerlerdir. Ayrıca bazı odalarda; odadan yüksek bir örme perde ile ayrılmış banyo alanları mevcuttur.Bu örme perdeler yelpaze kanatları gibi iç içe geçmiş ;estetik olarak örülmüş duvarlardır ve yarım elips şeklinde köşe ile birleşmiştir..
Dilerseniz size Buca’nın hakkında biraz genel bilgi vereyim. Buca’da bu gün var olan eski yapıların nerede ise tümü Levanten evleridir. Aslına uygun olarak restore edilen bu evler genelde kamu hizmeti için kullanılmaktadır. Buca, tarihsel geçmişi ile bünyesinde çok önemli ve günümüzde de yaşayan eserler barınağıdır. George King Forbes, Gout, Prenses Borghese, Kont Dr.Aliberti, De Jongh, Dimostanis Baltacı Malikâneleri, tarihi İngiliz Protestan Kilisesi, Su Kemerleri, Buca’da yaşamış ve ölmüş birçok ünlü ailelerin mezarları, dar sokakları ve bugün bile birçok mimara ilham kaynağı olan Rum Evleri ile zengin bir yapı kültürüne sahiptir.
M.Ö 138 ile M.S 395 yıllarıonı kapsayan Roma döneminde Şirinyer’de Yapılan Eskiçağ tarihçilerinin "Akvadük Kemerleri" dedikleri kemerler; Kemer Çayı’nın öte tarafından kente gelen suyun akışını düzenlerdi. İki sıra halinde inşa edilen kemerlerin inşaatında taş, tuğla ve Roma Harcı kullanılmıştır. Kızılçullu kemerleri (Şirinyer Nato altındaki Su Kemerleri) Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar döneminde çeşitli kez tamir edilmiştir.
Kızılçullu dedikten sonra üstat Necati Cumalı’yı anmazsak olmaz şimdi:
Kızıl Çullu Yolu
Hıdrellez Günü, Kızılçullu yolu
Beni herkes severdi çocukluğumda
Arabacı yanına oturtur
Kırbacı bana verirdi.
Ben Fitnat Hanımın küçük oğlu,
Zayıf bir kızı severdim.
Gözlerinin içi gülerdi.
Hıdırellez güneşi,
Beraber tırmanmadık mı ağaçlara?
Siz kanatmadınız mı ellerimi?
Elma çiçekleri.
Necati Cumalı
KIZ KULESİ ;Levanten Hacı Andoniyadis’e ait kuledir. Bu taş yapının üst kısmına dıştan dolanan bir merdivenle çıkılmakta ve tepede dairesel, minare şerefesi şeklindeki teras üzerinde konik bir külah çatı bulunmaktadır. Hacı Andoniyadis öldükten sonra sahipsiz kalan bu kule ev, gençlerin buluşma yeri halini alır. Hafta sonlarında beldenin evlilik çağına gelmiş kızları kulede, erkekleri ise etrafında toplanmaktaydı. Tarihin akışında kule ev zamanla KIZ KULESİ adını almıştır. Buca’nın bir Rum köyü olduğu, aynı dönemde Rumlar, Yahudiler ve Türklerin bir arada yaşadığı, Avrupalı işadamları ile ailelerinin de Buca’da yaşadıkları, bunun beldenin kültürüne gelişme ve zenginleşmesinde önemli bir etken olduğu tarihçesi arasında yazmaktadır.
Şimdi yeniden eski Buca’nın Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında beraberce adımlayalım. Zaman içinde bir yolculuğa çıkıp, birbirine çok yakın pencereleri olan evlerin eski sahipleri ile bir arada yaşadığımızı düşünelim. Komşu Ayşe teyze, Mari teyzeyi el işlemeli fincanını göstererek kahve içmeye çağırıyor. Şöminelerde; kor ateşe sürülen bakır cezvelerde mis kokulu Türk kahvesi, gramafondan yayılan Hacı Arif Bey’in Segah makamındaki şarkısı eşliğinde içilir.
Olmaz ilaç sine-i sad-pareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
Baksa tabiban-ı cihan çareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
Kasdediyor tir-i müjen canıma
Gözleri en son girecek kanıma
Şerhedemem halimi cananıma
Çare bulunmaz bilirim yareme
Tam kahveler bitmek üzere iken, sokaktan eşeği ile razaki üzümü satan Hilmi dedenin sesi duyulur. Hesapsız kahkaha atan Katina elinde makası ile, cumba da oturan Mahmure’nin rastık çekili gözlerine bakarak gülümsüyor.Akşama doğru sokak daha da hareketlenecektir.Sulanıp tertemiz süpürülmüş Arnavut taşlı sokaklarda; pencere kıyılarındaki çiçekler sulanmış; hanımeli, sardunya, leylak kokularının usareleri birbirine karışmıştır.
Bahçelere kurulan geniş sofralarda çipuralar mangallara dizilerek hazırlanmıştır.Evlerden buram buram nefis yemek kokuları sokaklara taşamaya başlar. Girit kültürünün tüm özelliklerini taşıyan bir mutfağa sahiptir Buca insanı. Ben Malatyalı olmama rağmen bu ot kültüründen nasibimi aldım. Tadına doyum olmayan değişik ot yemekleri sofranın başköşesindedir. Sarmaşık, ebegümeci, ısırgan, cibez, stifno, turpotu, kenger, hindibağ, şevket-i bostan, gelincik, labada, kuşotu, sinirotu, helvacık, radika, deniz börülcesi, kuşkonmaz, arapsaçı, marata, tarlaçakısı, tarla çivisi, su teresi o ot yemeklerinin en lezzetlilerindedir. Zeytinyağı ile adeta baştan yaratılan birbirinden lezzetli bu ot yemekleri aslında balık sofrasının başlangıç merhalesidir; nefis İzmir midyesi ve kalamarı ardından yazın barbun, kışın dil balığı, dört mevsim çipuraya yanında roka ile takdim edilir.
Elinde bir tabak bol limonla zeytinyağı eşliğinde tatlandırılmış ısırgan salatası ile gelen Nuriye Teyzeye seslenir Mari teyze;
“-Yine ot mu toplamaya gittin bre Nuriye hiç haber de vermedin…”
Osman amca bir fıkra anlatarak olaya katılır;
“- Ah siz Giritliler yok musunuz; Giritli ile bir keçi; bahçeye ota gitmişler. Onları görenler bahçe sahibine haber vermiş. Bahçe sahibi adamlarını yollamış ve demiş ki; “Çabuk Giritli’yi dışarı çıkarın, keçi kalsın. Neden diye soran adama bilmez misin bre keçi doyana kadar yer, ya şu Giritli’nin gözü ota doyar mı? Dibine darı ekene kadar bırakmaz” der.
Isırgan otu, radika, ebegümeci karışık otlarla salata, börek yapılır, ya da kavrulur. Güllaç, ekmek dolması, ekmek kadayıfı; Buca ve İzmir’in vazgeçilmez ramazan tatlarıdır. Oruçlu olduğunu bildikleri Türk komşularına kokusu rahatsızlık vermesin diye yemekler sıkı sıkı kapatılmış kapılar ardında yenilirdi. Buca’da Türk, Yahudi ve Hıristiyan mezarlıkları vardır. Bu mezarlıkların ziyaretçileri arasında üç dine de sahip insanlara rastlamak mümkündür.
Dostluk barış kardeşlik ve birçok kültüre tanıklık etmiş asırlık eserleri ile Buca görülmeye değer bir yerdir. Yeni ve önemli yapıları da vardır. Sevgi, barış ve dostluğun sembolü olan dünyaca ünlü Mevlana’nın devasa heykeli İzmir’in Buca ilçesine dikildi. Buca’nın en yüksek yeri olan Tıngırtepe’ye kaidesiyle ,gaberesi 23 metre olan ve dikildiği tepeyle birlikte yer seviyesinden 73 metre yüksekliğe kavuşan Mevlana Heykeli, deniz seviyesinden 160 metrelik yüksekliğiyle, İzmir’in büyük bir kesiminden görülebiliyor. Heykelin bulunduğu yerden İzmir’i tüm ihtişamı ile hele de akşamları ayrı bir güzellikte izlemek mümkündür. Heykelin çevresine semazenler yerleştirilen regreasyon alanı içinde kafeterya, yürüyüş yolları ve oturma grupları yer alıyor. Zaman zaman yapılan neyzenlerin üflemeleri ile hayat bulan nağmeler hazır olun, ruhunuzun derinliklerini okşayacaktır.
Ayrıca Buca -Yeşildere yolu üzerine yapılan Atatürk rölyefi 42 metrelik boyuyla Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise 10’uncu büyük rölyefidir. Ayrıca hipodrom yanındaki at heykelleri ve fillere ait heykellerde çok güzel yapıtlardır.
Eski ve yeni Buca’yı kısaca size tanıttıktan sonra kendime sorduğum; Lozan Barış Antlaşmasının öncesinde birbirine komşuuk dostluk bağıyla bağlı olan bu insanların ilişkilerini, göçlerini ,küskünlüklerini, özlemlerini hep merakla dinlemiş ve okumuşumdur. Mübadele sürecini; onlar giderken, oralardan dönen muhacirlerimizi; acılarını, sevinçlerini de bir başka yazımda dilim döndüğünce anlatma kararına vardım yine bu gün.
Ne diyelim bir başka gün yine buluşmak dileği ile... Gün ola hayrola.
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 15 Nisan 2011
Bir Buca gezisinin ardından…
Levanten: Osmanlilarda,Istanbul’da ve büyük liman kentlerinde yasayan ve ticaretle ugrasan,Müslüman olmayan azinliklara verilen ad. Ortadogu’da dogmus Avrupali. Yakin doguda yerlesmis yada evlenerek soyu karismis Avrupa asilli kimse.
YORUMLAR
Mükemmel bir anlatım.
Yöremiz kadınlarının sacda yaptıkları haşhaşlı katmerler ile otlu bazlamaların tadını hissettim DAMAĞIMDA BİRARA.
Mevlana...
Dünyanın pek çok yerinde her din ve millettten Mevlevîler...
Kars'a dikilen ucube yerine neden Mevlana'nın büstünün yapılmasını akıl edemediler; şaşılacak durum.
Paylaşım için teşekkürlr, saygı öncelikli sevgiler.
Canımsın Perim, mükemmel bir gezi idi. TAdına doyamadım.
Hem tarih koktu, hem edebiyat, hem günlük hayat, hem musikî. Her şey vardı yazında. Birlikte gezdik ve tanıdık güzel Buca' yı.
Yıllar evvel b ir kez gitmişliğim varı Buca' ya lâkin seninle anlam kazandı yıllar sonra, biliyorsun.:)
Mevlâna' nın heykelinin olduğu o yerin adını unuttum.:( Bizi götürdüğün o gecenin keyfini hatırlıyorum da çok çok güzeldi.
Ellerine, üreten beynine ve cnaımcım ilhanına bereket. SEVGİLERİM, TEBRİKLERİMLE CANIM ARKADAŞIM.
Esmize - Perihan Kılıç
İzmirde yaşayan birisi olarak..Yazınız dikkatimi çekti ...iyiki okumuşum...çok güzeldi...Selamlarımla
Esmize - Perihan Kılıç
Değerli Yazar...
Bir çırpıda bitirdim.
Aklımdan yüzler sokaklar..anılar geçiyorken yazı da akıyordu bir yandan.
O resimdeki sokakta oturmak isterdim.
O sokakta komşu olmak ne güzeldir kimbilir ?
Ne kadar sevgilidir insanlar biribirine.
Nasıl paylaşılır acılar da sevinçler de ..
Ekmekler bölünüp yenir...
Bir de Giritliler var ..
Onlar gelince pek kabul görmemişler.
Gidenler gibi..
Buradan gidenler Türk ajanı olarak suçlanmışlar.
Ötekileştirilmişler.
Buraya gelen Türklere de Rum tohumu diye ...
Yıllar sürmüş bu ızdırap.
Benim bir akrabam var Giritli.
Biraz sohbet edince derdini döktü.
Okullarda bile bir kaç yıl öncesine kadar Girit Muhacirlerine baskılar oludu.
Fakat onlar çalıştılar ,yılmadılar.
Mesela Side 'deki Muhacir kardeşlerimize devlet verimsiz arazileri vermiş.
Yıllar sonra onlara verilen arazilerin kıymeti arttı.
Zira etrafları veya arazinin içerisinde tarihi kentler bulundu.
Ot'lardan ilaç yapmayı da onlardan öğrendi yerliler.
Saygıdeğer yazarı kutluyorum.
Bu konuları ve komşulukları anımsattığı için.
Hoş yazısı için.
Selam ve dua ile.
Esmize - Perihan Kılıç
Esmize - Perihan Kılıç
Esmize - Perihan Kılıç
Şimdiye dek okuduğum en hissettiren ve kendinizi tam da o yerin göbeğinde soluklandıran bir gezi yazıydı ...
Topraklarımızdaki bu müthiş kültürleri gezmek görmek ve sonrasındaki birikimler bize katacağı çok şeyin felsefesinde yatıyor aslında...
Teşşekkürler...