GÜLERKEN AĞLAMAK (8)
Kerim Avusturalya’ ya geleli yedi yıl olmuştu.
Bu yedi yılda çok şey yaşamıştı, çok sıkıntılar atlatmış, vatan ve anne özlemiyle yanıp tutuşmuştu.
Ablalarını ve ağabeyini de çok özlemişti elbette.
Telefonla seslerini duyuyor, ama artık seslerini duymak bile bu hasreti dindirmiyordu.
Gencecik bir delikanlıyken gelmişti Avusturalya’ ya.
Son günlerde aynaya baktığında, yılların bedeninden de çok şeyler götürdüğünün farkına varmıştı.
Japon yemeği, Türk yemeği derken oldukça kilo almış, bir tek teli dökülmeyen saçlarının yerinde şimdi yeller esiyordu.
Hatta takside çalışırken, üşümemek için artık başına bere bile takıyordu.
Kisho ise o yıl;
Okulu bitirmiş, stajını da tamamlayıp, tanınmış bir Avukatın yanında iş bularak, ufak tefek davalar bile almaya başlamıştı.
Artık Kerim ve Kisho için tek eksik önce Japonya’ya, sonra Türkiye’ye giderek aileleri ile kucaklaşmaya kalmıştı.
Rahip Mikao, kilisenin kapısı önünde kızı Kisho’yu gördüğünde, bir an donup kaldı.
Sonra kendini toparlayarak:
”Neden geldin? Kisho" Dedi.
Kisho dudakları titrerken,
"Biliyorum beni affedeceksin baba" diyerek, babasına doğru biraz daha yaklaştı.
Rahip Mikao önce:
"Yüzünü bile görmek istemiyorum, hemen terk et burayı" dediyse de,
daha sonra kendini tutamayarak, birden; "Kızım, kızım benim" Diyerek Kisho ’ya döndü.
Baba, kız göz yaşları ile kucaklaştılar.
Az sonra, biraz öteden onları izleyen Kerim’in yüzündeki gülümseme, birden telaşa dönüvermişti.
Yanına yaklaştıklarında,yaşından beklenmedik şekilde dimdik duran Rahip Mikao, bu heyecana dayanamayarak, kızının kolları arasından sıyrılıp, yere yığılmıştı.
Mikao hastanede gözünü açtığında:
Eşi ve kızıyla birlikte baş ucunda duran ve kendilerine hiç benzemeyen genç adamı görünce,
Kisho’ya döndü ve yüzünde acı bir gülümseme ile Kerim’i göstererek "Bu mu ?" Diye sordu.
Kisho onu duymamış gibi davranarak "babacım iyi misin? Korkuttun bizi” Dedi.
Rahip Mikao ise aynı soruyu tekrarladı. "Bu mu? Diye sordum.
Kisho çekinerek, "evet baba, Kerim çok iyi birisi, çok mutluyuz biz" Dedi.
Mikao eşine dönerek "Sen ne diyorsun?" Diye sordu.
Bayan Hoshi gülümseyerek, "Artık ne diyebiliriz ki, kızımız mutluysa..."
Ayrıca " seni ambulansa görevlilerle birlikte Kerim taşımış. Gerçektende iyi birisine benziyor" diye devam etti.
Rahip Mikao başını ters tarafa çevirirken;
"Evet artık ne diyebiliriz ki" diye söylendi ve ilaçların etkisiyle tekrar tatlı bir uykuya daldı.
İlerleyen günlerde Rahip Mikao ve bayan Hoshi Kerim’i çok sevmeye başlamışlardı.
Hele benzeşen Türk ve Japon geleneklerini görüp, Kerim’in kendi elleri ile hazırladığı Türk yemeklerini yedikçe, hem şaşırdılar, hem de ona daha çok bağlandılar.
Kerim ise, bir türlü Japon yemeklerine alışamadığı için, sürekli,
“bu gün yemeği ben yapayım” diye atılıyor, mümkün olduğunca Japon yemeklerinden uzak kalmaya çalışıyordu.
Özellikle de, çiğ balık olarak yenilen Suşiden.
Japonya’da iki ay kaldıktan sonra, tekrar Avusturalya ’ya dönmüşlerdi.
1999 yılının soğuk bir kış günüydü.
Kerim o sabah uyandığında, yine çok heyecanlıydı.
O gün, Avusturalya makamlarına yaptığı "ikinci vatandaşlık" başvurusunun sonucunu alacaktı.
Kahvaltı bile yapmadan evden çıktı.
Görevliye elindeki belgeyi uzatıp, sonucu almak istediğinde, heyecandan kalbi duracak gibiydi.
Önce elindeki kağıda, sonra Kerim’in yüzüne bakan adamın, başını sallayarak "tamam, kabul edilmiş" sözünü duyduğunda ise, bir anda boynundan aşağıya yağmur gibi ter aktığını fark etmişti.
Gerekli belgeyi alıp, yine heyecanla Kisho’ nun çalıştığı yere koştu.
Artık her ikisi de çifte vatandaştı.
İstedikleri zaman ülkelerine, ya da dünyanın başka bir ülkesine rahatlıkla gidebileceklerdi.
Gurbet artık o kadar zor gelmeyecekti.
Karı, koca birbirlerine sarılarak, bir an da yine bir sevgi yumağına dönüşmüşlerdi.
Zaten Japonya’yı ve Kisho’ nun ailesini ziyaret etmişlerdi.
O nedenle bu defa öncelik Türkiye’ye gitmek, ve Kerim’in annesini ziyaret etmekteydi.
O yıl yine kış çetin geçmiş, Türkiye’de yavaş yavaş yazın sonuna doğru yaklaşılırken, Avusturalya’ da havalar ısınmaya başlamıştı.
Bu arada bir kaç ay içinde, Türkiye’ye gitmenin plânlarını yapmaya başlamışlardı.
Ancak olaylar öyle gelişmişti ki, Kerim Türkiye’ye, üstelik yanında Kisho olmadan, çok farklı bir şekilde gitmek zorunda kalmıştı.
Belki her şey Kerim’in son günlerde, hemen her gece, yine uzun süredir görmediği o rüyayı görmesiyle başlamıştı.
Rüyasında, yine kim olduğunu bilmediği birisini öldürüyor, sonra Türkiye’de yaşamış olduğu şehri karanlıklar içinde görüyor. Yıkık, dökük evler arasında bir şeyler arıyordu.
Kisho’ nun uyandırmasıyla; Kan ter içinde bağırarak uykudan kalkıyor, artık görmek istemediği bu rüyaya bir anlam veremiyordu.
Bu olumsuzluğu saymazsak, hayat 17 Ağustos 1999 tarihinde duydukları habere kadar çok güzeldi.
Gelecek için çok güzel hayalleri, umutları vardı.
Ancak o gece Kerim, takside ki işinden dönüp, yatmadan önce televizyonu açtığında, duyduğu haberle, bir an da beyninden vurulmuşa döndü.
Kisho, Kerim’in "Annem, annem" çığlıkları ile uyandığında, genç adam başını duvara yaslamış ağlıyordu.
”Ne oldu? Ne var? Anneye bir şey oldu?” Diye ard arda sorular soran Kisho’ ya, Kerim cevap veremedi.
Sadece eliyle televizyonu işaret etti.
Devam edecek
YORUMLAR
Arkadaşım neden hep böyle olur? Herşey yoluna girmişken, illa bir olumsuzluğun olması mı gerekiyor?
İnsanoğlu ne ömür boy sadece gülebiliyor, ne de ağlayabiliyor. Gülmek ve ağlamak arkadaş olmuş, birbirinden ayrılmıyor.
Kerim'in 1999 Marmara Depremi ile ilgili yaşadığı anılarını yazabilmek için, beni üzmemek adına, bana değer verip, sorman bu konuda hassas davranman gerçekten mutlu etti. Sen can bir arkadaşsın...
Sevgi ve saygıyla...
UNALAN
UNALAN
Heyecanla okumaya devammmm.
Yine de söylenecek şeyleri son bölüme saklamakta kararlıyım:)
Tebriklerimle
saygı ve sevgiyle kalın...
UNALAN
Bakın şimdi oldu mu? Sizler hikayenin sonunu beklerken, bende sonunda ne söyleyeceğinizi merakla bekleyeceğim, selam ve sevgilerimle.
hep hayatta gülmek imkansız mutlaka gülmenin arkasından ağlamak gelir..
yine heyecanla devam ediyor..
gerçek yaşamın içindeyiz...sevgi ile..
UNALAN
her anı heyecan veriyor....güzel bir üslup okuyucu hiç sıkılmıyor....tebrikler fikret kardeşim....
UNALAN
Başlığa çok uygun ..Of dedirtti.Kalakaldım .Anlatım ve hissettirdikleri birsıfırlık bir yazı olduğu için ..saygımla..
UNALAN
" Gülerken Ağlamak "... Öykü ilerledikçe, başlığı daha iyi anlamaya başlıyorum...Da Vinci; Mona Lisa'yı çizerken, hayatı mı anlatmak istemişti acaba?
Saygılar, selamlar.
UNALAN
Merhaba Mehmet Fikret Bey, önceki bölümleri de okudum. Güzel bir öykü. Herşey yolunda giderken deprem gerçeği inşallah Kerim ve ailesini etkilemez.,
Kaleminize sağlık. Saygılarımla