- 801 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ışık nereden geliyor?
Soğuk, nemli ve loştu bulunduğu yer. Hafif aydınlığı sağlayan ışığın nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Başaramadı. Başaramayışında gözlerini tamamen açamaması da etkiliydi elbet. Başına gelenleri hatırlamaya, anlamaya uğraştı bir süre. Bu da olmuyordu. Odanın hafif aydınlığının tersine kafasının içi tamamen karanlıktı sanki. Ne olmuştu? Bir saldırı... hayır. Kimse saldırmamıştı ona. Kendisini yokladı el yordamı ile. Yara, acı, herhangi bir fiziksel arıza yoktu. Peki bu ağır bitkinlik hissi, ölmek üzere olduğunu düşündüren yorgunluk neyin nesiydi? Yeniden düşünmeye çalıştı. Son olarak neler yapmıştı bilinçli olarak? Okula gitmek üzere evden çıkmıştı. Ne zaman? Bilmiyordu. Ama evden çıkmıştı işte. Arabasına binecek, siyaset bilimi dersi vereceği fakültesine gidecek, öğrencilerine dersini aktaracak, öğretim üyesi arkadaşları ile yaklaşmakta olan rektör seçimlerinde kimi destekleyeceklerini konuşacak, aldığı izlenimlere göre belki aday olmayı da düşünecekti. Arabasına bindiğini de hatırladı sonra. İkinci köprü açıldıktan sonra nadiren kullandığı Boğaz Köprüsü’nden geçerek Beyazıt’a gidecekti. Çamlıca’yı geçerken telefonu çalmıştı. Yoğun trafik içinde cep telefonu ile konuşmayı hiç istemiyordu. Arayan numaraya baktı hafifçe eğilerek. Fakülteden çok yakın bir arkadaşı idi. Beykoz’da bir adrese gelmesini istedi ondan. Derse geç kalacağını söylemek istese de arkadaşının sesindeki "mutlaka gelmelisin" diyen titresim, O’nu köprüden önceki son çıkıştan sahil yoluna doğru yöneltti. Arkadaşının verdiği adrese doğru arabayı hızla sürdü.
Sonra? Hafif aydınlık odanın içine yeniden, bu kez daha dikkatle baktı. Neresiydi burası? Arkadaşının verdiği adres miydi? Arabayı park ederken gördüklerini ve düşündüklerini hatırlamalıydı. Eski bir evdi sanki. Bir ara sokakta, diğer evlerden uzakta tek başına gibiydi. Bahçesi uzun zamandan bu yana bakım görmemişti. Pencereleri kırık dökük, sıvalar çatlamış, geçmişi olan ama bugünü yaşamayan bir hali vardı. Tıklatmak üzere elini uzattığı kapı, çok da rahatsız edici olmayan bir gıcırtı ile açıldı. Tedirgin ve endişeli, girdi içeri.
"Hoş geldiniz hocam" dedi tanıdığı bir ses. Aykut, fakültenin cesur, zeki, gayri resmi öğrenci temsilcisi. Gayri resmi çünkü resmi öğrenci temsilcisi olabilmek için gereken, kurallar çerçevesinde, fakülte yönetimi ile uyum içinde yaşayan öğrenci kalıbına hiç uymuyor, resmi öğrenci temsilcisi, kravatını takıp takım elbisesini giyerek törenlerde yerini alırken Aykut protestolarda, gösterilerde başrolde olmayı seviyordu. Sevenleri ve izleyenleri çok olduğu gibi düşmanı da çoktu elbet.
"Bizi hiç anlamak istemediniz. Uzak durdunuz bizden hocam" dedi Aykut. Diğerleri izliyorlardı sadece. Diğerleri de öğrencilerdi. Sonra... sonrasını hatırlamaya uğraştı.
Fiziksel bir şiddet, adli tıp dilinde söylenecek olursa kötü muamele olmamıştı. Yalnızca geçmişte, kendi öğrenciliği ve öğretim üyeliğinin ilk yıllarında samimi olarak bildiri ve kitaplarında savunduğu, yıllar geçip ünvanı yükselir, geliri artar, çevresi ve arkadaşları değişirken farkında bile olmadan yaşadığı değişim sonucunda unuttuğu toplumsal adaletçi görüşlerini hatırlatıyordu çocuklar. Biri bırakıyor, diğeri alıyordu sözü. Söylediklerinin altında eziliyor, karşılık vermeye çalıştıkça daha da yükselen sesler onu boğuyordu sanki. Bir noktada pes etti. Çocuklara hak veriyordu artık. O, bir dönekti. Para ve ünvanlar uğruna çok uzak olmayan bir geçmişte sahip çıktığı tüm değerlere ihanet etmişti. Bu ağır kabullenişin sonunda denetimini kaybedip bağırıp çağırmaya başlamış, yüksek sesle kendisiyle bir hesaplaşmaya girişmişti. Aykut ve diğerleri susmuşlardı. Şimdi O konuşuyor, kendisini bir yandan suçlarken bir yandan tutunacak dallar arıyor, yeniliyor, yeniden suçluyordu. Herşeyi, kendini, daha lüks bir hayat özlemini her fırsatta açığa vuran karısını, parayı en üst değer haline getiren sistemi, profesör olabilmek için üniversite yönetimine yakın olabilme zorunluluğunu, akla gelebilecek herşeyi suçladı. Saatlerce bağırdı, sonunda bitkin düştü.
Kendine gelir gibi olduğunda, loş odadaydı işte. Işık odanın herhangi bir penceresinden, kapısından gelmiyordu. Bu dış kaynaklı bir ışık değildi zaten. Gözlerinin tam olarak kapalı olduğu zamanlarda bile bir aydınlık vardı etrafında. O zaman ayırdına vardı. Aydınlık aklında, karanlık zannettiği kafasının içindeydi. Yıllardır içinde yaşadığı karanlığın perdesi, ne kadar sürdüğünü bilmediği hesaplaşmanın sonunda yırtılmıştı. Geçen yılları geri kazanamazdı. İnandığı gibi yaşamak için yine de uzun yılları olduğunu umut etti. Gözlerini açtı. Aykut’la ve diğer çocuklarla karşılaştığı odadaydı. Oda tamamen aydınlıktı. Yerinden doğruldu, dışarı çıktı.
Arabaya doğru yürürken aklına geldi. O’nu buraya çağıran arkadaşı neredeydi? O da ışığına kavuşarak mı çıkmıştı buradan? Yoksa karanlıklar içinde yaşamayı mı sürdürüyordu?
Neredeydi acaba?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.