- 4318 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Atasözleri ve Deyimler
Bir dili bilmek demek o dilin deyimlerini, atasözlerini, ikileme öbeklerini, sözcüklerin çıkış kaynaklarını bilmek demektir. Bütün dünya uluslarının kültürleri sözlü kültürden gelmiştir. Bu kültürü yaşayan milletlerin hepsinde deyimler ve atasözleri vardır. Bunlar çok önemlidir ve hepsinde bir ideoloji vardır. Bir edebiyat eserini (şiir, roman, deneme, öykü, masal, mani, destan vb.) incelerken merkeze eseri (yapıt) koyacağız. Eserden yazara gideceğiz. O yazar bir sanat akımına bağlı mı, ulusu, ülkesi var mı, uygarlıkla nasıl, ne kadar ilişkili, yazdıklarının uygarlıkla, insanlıkla ilişkisi olumlu mu, olumsuz mu düşüneceğiz. Dikkat etmemiz gerekenleri kısaca sıralarsak yapıt, yazar, çevre, dönem, akım, ülke, uygarlık, insanlık. Buradan sonra gidilecek yer ideolojidir. İnsanoğlu ideoloji üretir, geliştirir, kullanır sonra tüketir, yok eder. İdeolojiler kalıcı değildir. Her yazarın bir ideolojisi vardır, olmalıdır.
Atasözlerine bakacak olursak, üç karakterli atasözü vardır: Egemenlere ait atasözleri, çalışanlara ait atasözleri, insani (ortaya söylenen) atasözleri. Egemenlere ait atasözleri üretim araçlarını ellerinde tutanlara (fabrika, toprak sahipleri) ait atasözleridir. Bunların tam karşısında emekçileri, üretenleri, çalışanları ilgilendiren atasözleri vardır. (Örneğin: “At binenin, kılıç kuşananın” atasözü, feodal toplum yapısında çalışanlar “Toprağı ben sürüyorum, ekiyorum, ürünü topluyorum, sen toprağın sahibiyim diye gelip ürünü alıp gidiyorsun, bu haksızlık!” düşüncesiyle, o dönemde emekçiler tarafından söylemiştir.) İnsani, ortaya söylenen atasözleri her kesimi ilgilendiren atasözleridir. Örneğin: “Damlaya damlaya göl olur.”
Atasözleri sözlü edebiyat döneminde ortaya çıkmıştır, VIII.. Yüzyıl’dan bu yana onları görüyoruz. Yazılı olarak ise karşımıza Kaşgarlı Mahmut’un eseri Divân-ı Lügati’t Türk’te çıkıyor. O zamanlar atasözlerine atasözü değil sav deniyordu. Atasözleri mecaz (değişmece) çerçevesinde değerlendirilmelidir. Gerçek anlamda düşünürsek ortaya bir komedi çıkar. “Ayaklarıma kara su indi.” demekle çok yorulduğumuzu, “Kulak misafiri oldum.” demekle hissettirmeden dinlediğimizi, “Eteklerim zil çaldı.” demekle çok sevindiğimizi anlatır, anlarız. Atasözlerinde karşımıza bazen gerçek anlam çıksa da deyimler kesinlikle mecaz anlamındadır ve tümü şiirdilidir.
Bazı atasözleri ilk söylendiklerinde çok iyi niyetli söylenmiş olabilir ama bazı atasözleri zaman içinde, her şey değiştiği gibi değişmiştir. Dünyada iki çeşit dil vardır: Standart dil, konuşulan dil. Standart dil kuralları belirlenmiş, kurallara bağlanmış, sistemli dildir, çok yavaş gelişir. Konuşulan dil, kuralları belirlenen dilin, farklı yörelerde farklı biçimde konuşulmasıyla ortaya çıkmıştır, çok hızlı gelişir. Türkçe 1970’ten sonra kuralları incelenip, ortaya koyularak standart bir dil olmaya başlamıştır. Konuşma dilinde zamanla atasözleri, deyimler de değişmiştir. Bu değişim benimsenince düzeltilerek, düzeltilmiş haliyle standart dile geçirilmiştir.
Atasözleri sınıfsaldır. Her toplumun kendine ait bir kültürü vardır. Kültürle ilgili ne varsa, dil hariç, hepsi sınıfsaldır. Her kesimin kendine göre bir ideolojisi vardır. Günlük yaşantıda sonsuz kez ideoloji üretilir. Bu ideolojiler dakikadan dakikaya değişebilir. Değişmeyen dünya görüşüdür. Karşımıza çıkan atasözünü, kendi algımıza göre yorumlarsak, o bizim ideolojimizin yönlendirmesi olur. Bizim ideolojimizle, kabullenişimizle sınırlı kalır. Sözlükteki sözcükler ideolojik değildir. Epik Tiyatronun kurucusu Bertolt Brecht (1898- 1956) ile Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin (Nazi Partisi) kurucusu olan Adolf Hitler (1889- 1945) aynı dönemde yaşamış, aynı dili kullanmışlardır. Aynı dille (Almanca) biri faşizmi, diğeri sosyalizmi anlatmıştır. Bazı atasözleri Brecht, bazı atasözleri Hitler gibi konuşur. Herkes ideolojisini anlatmak üzere sözdizimi oluşturur. Sözcüklerin yan yana gelmesiyle (cümle kurmaya başladığımızda) dilin kullanımı başlar. Dildeki sözcüklerle cümleler kurmaya başladığımız anda da ideolojiler oluşmaya başlar.
Atasözleri üzerinde yorum yapamazsınız. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’ne (Örneğin, Ömer Asım Aksoy’un düzenlediği sözlük güzel) bakarsınız, orada o atasözünün hangi yüzyılda ortaya çıktığı, ne anlattığını okur, öğrenirsiniz. Sözlüklerdeki sözcükler ideolojik değildir. Eskiden sözlüklerde sözcüğü koyar, karşısına anlamını yazarlardı. İnsanların, açıklama diye bir dertleri yoktu. (1950’den önce basılmış sözlüklere bakarsanız laikliğin karşısında dinsizlik yazıldığını göreceksiniz.) Zaman geçtikçe dil oturuyor, daha bilimsel, somut bir anlam kazanıyor. Biz sözcüklerin bugünkü kullanımına bakacağız. Ancak geçmişe doğru da gidip, bu sözcük, şu şu anlamlarda da kullanılmıştı diyeceğiz, o sürekliliği de vereceğiz. Atasözleri, deyimler bir kalıptır, bu kalıbın dışına çıkılamaz. Bu kalıp içerisinde anlamlar da kalıptır. Atasözleri, deyimlere sözcük ekleyemezsiniz, sözcük çıkaramazsınız (bölemezsiniz, parçalayamazsınız), sözcüklerin yerini değiştiremezsiniz. Atasözlerinin gidileceği en eski yıla gider, anlamına bakarsınız. Bir atasözünü alıp, bugüne göre ben bunu böyle yorumlarım diyemezsiniz. Bazen biri çıkıp, bir atasözünü alır, değiştirir, kendine göre anlam üretir. Örneğin: “Sabreden derviş, sabrından gebermiş.” Bu tür yorumlar bizi ilgilendirmez. Şairler bazen deyimleri, atasözlerini bölerler, parçalarlar. Yapılabilir. Ancak böyle olunca ortaya çıkan başka bir şey, yeni bir şeydir; atasözü, deyim değildir, eski haliyle ilgisi yoktur. Atasözleri tek bir anlamda da düşünülemez. Her atasözü adeta bir romandır.
Atasözlerini incelerken, bir edebiyat eserini incelerken uyguladığımız yolu izlememiz gerekir. Her atasözünün bir yazarı var mıdır? Vardır. Zaman içinde bu yazarın adı unutulmuş da olsa vardır. Her atasözünün söylendiği bir zaman var mıdır? Vardır. Bu 10. Yüzyıl, 12. Yüzyıl vb. olabilir. 16. Yüzyılda söylenmiş bir atasözünü getirip 20. Yüzyıla oturtamazsınız, değerlendiremezsiniz. “Eşeğin sırtından sopayı, kadının sırtında sıpayı eksik etme.” Bu atasözü o dönemde, o kültürde (feodal, ataerkil toplum yapısında), o şartlara göre söylenmiştir. Bir atasözü zamanla aykırı bulunursa, geçerliliğini yitirir, yok olur gider. İnsani açıdan söylenmiş atasözleri her zaman kalıcı olacaktır: “Üzüm üzüme baka baka kararır.” “Körle yatan şaşı kalkar.” Kendi yorumumuzla kurumsal bilgiyi ayırmamız gerekir. Dilde kalıplaşmış doğrular vardır (nokta, virgül, uyak vb.), bunlar hakkında hiç kimse yorum yapamaz. Atasözleri, deyimler, ikilemeler de bir kalıptır, Bu kalıplar da değiştirilemez. Her kültürel öğe kendi tarihselliği içinde değerlendirilmelidir. Pir Sultan Abdal’ı 16. Yüzyılda değerlendireceksin, Nazım Hikmet’le karşılaştırırsan yanlış olur. Atasözlerini, deyimleri, ikilemeleri de öyle değerlendireceğiz. Ben bu atasözünü böyle kabul etmem, şöyle değiştiririm diyemezsin, dersen o atasözü değil, başka bir şey olur.
Türk Edebiyatında özne sorunu hiç tartışılmamıştır. Yazarın yazdığı şiire, romana vb. bakıyorsun, yazarın tam kendisi. Kim ne derse desin, her eserde yazarın kendisi mutlaka vardır. Her yazılan yazı, yazanın bire bir yaşamıyla, bilgisiyle, kültürüyle örtüşür. Bir şiirin iyi şiir olabilmesi için, içinde şiir bilgilerini içermesi, şiir özelliklerini taşıması, insanlıktan yana olması gerekir. İyi şiiri yazan adama da büyük şair denir. İnsanoğlu en büyük zaferini doğaya karşı kazanmıştır. İnsanoğlu doğayı yok ederse, kazandığı ve kazanacağı zaferlerini de yok eder. Doğayı incitmeden kendi çıkarları için kullanmalıdır. Dünyada o kadar çok nimet var ki, akıllı dediğimiz insanoğlu bunu çok iyi, güzel güzel, akıllıca, sistemli bir şekilde kullanırsa sonsuza dek yeter. Sanatçılar “Bizim, dünyamızdan başka dünyamız yok.” diye düşünmelidir.
(Veysel Çolak Şiir Atölyesi’nde hocamız Veysel Çolak’ın anlatısından düzenlenmiştir.)
15 Ocak 2010
Nesrin G. İNANKUL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.