bir erdem savaşçısı
Yağmur ince ince yağıyordu. Avcılar’dan Küçükçekmece’ye gitmek için dolmuş bekliyordum. Birden vazgeçip yürümeye başladım. Yağmurun esmerliği ne hoştu. Yan yoldan göle doğru kıvrıldım. Mimarsinan köprüsüne varmadan solda- dolmuşla geçerken sürekli gördüğüm- ‘’Garip Dede Türbesi’’ tabelasının altından geçtim. Bahçedeki kalabalığı görünce içeri girdim. Pişmiş et kokusundan ve salondaki faaliyetlerden anladım ki birazdan kurban yemeği yenilecek. Kendimi biraz yabancı hissettim, çıktım salondan . Türbenin ön tarafındaki hediyelik eşya satan küçük dükkana girdim. Karşı raflarda kitaplar vardı. Dini eserler… İşte karşımda duruyordu: Makalat, Hünkar Hacı Bektaş-i Veli. Heyecanla kitabı satın aldım.
Günlerdir evdeki kitaplıkta ve internette Hacı Bektaş-ı Veli’yi araştırıyordum. Okuduklarımın hemen hemen hepsi sıradan ve kuru bilgilerdi. Gerçi çok değerli sözlerinin çoğunu internetten buldum; fakat bir sihir arıyordum. Sanki o gün beni dolmuşa binmekten alıkoyan bu sihirdi. Yoksa ‘Makalat’ı alma düşüncesinde değildim. Elimdeki bilgilerle yetinecektim.
Sonunda içindeki deryada kaybolduğum sözü bulmuştum: ‘’ Dünya bir gündür ve biz onda orucuz.’’
Gözlerimi kapattım. Bildiğim tüm takvim öğelerini sildim kafamdan.
Zaman bütün kalıplarından kurtulup arsız bir geçirgenlikle diz çöksün önümde diye bekledim.
An’ın tatlı karmaşasında kırık safran sarısı bir aydınlıkta gördüm yüzünü.
Evet ‘ dünya bir gündür ve biz onda orucuz.’ diyordu bilge.
Çünkü, ölürse tenler ölür, canlar ölesi değildi.
Canlar o sonsuz an’da yaşamaktaydılar. Erdemin sonsuz berraklığında. Orada olmak, an’ın bir tutam safran sıcaklığında ölümsüzlüğe erişmek…
Bu mutluluğu kaç can hak ediyor?
Hacı Bektaş-i Veli onlardan biri. Bir erdem savaşçısı. İnsan olma yolculuğunu en önde bitirenlerden .
Ben’e ulaşmayı başaran kaç kişi vardır onun gibi? Etten geçip kalbe, kalpten süzülüp gönüle, gönüldeki gizleri bir bir açıp karanlığın içindeki nura, nurun derinliklerindeki sırrı çözüp ben’e ulaşan kaç kişi verdır yeryüzünde?
Sidhartha’nın (Budha) nirvana’sı, Freud’un bilinçaltı …biri meditasyonla, diğeri bilimle ulaşmaya çalıştı bu bilinmeze. Bizde ise Ahmet Yesevi ile başlayan serüvenin tek bir kaynağı vardı: aşk…
Hacı Bektaşi Veli: ‘’Kararımız var, kula kulluk etmeyeceğiz,’’ derken de en üst düzeyde insan olmak özelliği gösteriyordu. Mazlumun yanında olmak, kuzu ile kurdu barıştırmanın yollarını aramak … Halbuki, en iyi eğitimlerden geçmiş, bilimi yutmuş ,onca şan şeref sahibi kişi, ellerine geçen ilk fırsatta kana bulamadılar mı tarihi? Hala aynı acıları yaşatmıyorlar mı bize?
İnsan olmak eğitimle kazanılan bir şey değilse, ne? İnsan olmak, sanatçı olmak gibi doğuştan gelen bir tanrı vergisi mi yoksa?
Belki de her birimizde var bu yetenek , açığa çıkmayı bekleyen. Zamanın dalgalarına yazılan erdem kodlarını okuyabilmek, anahtar sözleri çözmeyi başarmak, ben’e ulaşmayı öğrenmekle ulaşacağımız uzun ve zorlu bir yolculuk…
Hacı Bektaş-Veli, zorun en yalın ifadesiyle karşımızda durmuyor mu? Karmaşanın içindeki çelişki yumaklarının ip uçlarını elimize tutuşturalı kaç yüzyıl oldu? Peki neden hala yerimizde sayıyoruz?
Sanırım, toprağın ekmek olması gibi zor erdemin portresini çizmek.
YORUMLAR
Sevgili dostum. Ne çok mutlu ediyor beni yazılarını okumak...Yazdığını görmek, var olduğunu gösteriyor çünkü...Çok uzaklaşma emi...
Kutluyorum ve seni listemin her zamanki yerine alıyorum:))
Sevgiler.
müget
YUNUS ve HACI BEKTAŞ...
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı...Bir yıl kıtlık olduYunus'un fakirliği büsbütün arttı...Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım etmeyi düşündü...Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti...Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi...Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti...Yunus geri dönmek için acele ediyordu...Dervişler Pir'e Yunus'un acelesini anlattılar...O da: "Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi O buğday istedi...Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: "İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!" dedi...Yunus buğdayda ısrar ediyordu...Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: "İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim" dedi...Yunus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler...Yunus dergahtan uzaklaştı...Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı...Pişman oldu,Geri dönerek kusurunu itiraf etti...O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre'ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi...Yunus bu cevabı alır almaz hemen ,Taptuk dergahına koşarak kendisini YUNUS yapacak manevi eğitimine başladı...
Güzel yazınız , aylar önce okudugum bir yazıyı anımsattı sizinle paylaşmak istedim , tabi bu arada kitaplıgıda alt üst ettim ...Hoşdur yagmurda yürümek , düşünceler bir başka gelir ,insanın yüreğine ,yağmurun altına...Ama dikkat edin hastalanmayın ,Sn yazarım, sevgilerle...
Silence tarafından 4/14/2011 1:22:34 AM zamanında düzenlenmiştir.