Günlüğüm
Merhaba Sevgili Günlüğüm,
İşte gördüğün gibi dönüp dolaşıp sana geliyorum. Ne zaman hayatımda bir devinim olsa seni ihmal ediyorum. Sana gelmiyorum. Seni aklımdan çıkarmıyorum ama oturup yanı başına bir şeyler paylaşmıyorum işte. Fakat her defasında biliyorum ki sen buradasın, beni bekliyorsun. Herkesten -hatta- kendimden bile bana daha sadıksın. Sadakat! Sadık, sadıka, sadakat!...
Sokağın köşesini dönünce ışığı göreceğim, biliyorum. Yürüyorum, adımlarımı attıkça yaklaşıyorum ama bir türlü o köşeye gelemiyorum. Yoruluyorum yürümekten. Arada sokağın bir yerinde oturacak bir yer buluyorum, bir kıraathane; oturuyorum, bir çay içiyorum, sigaralar yakıyorum. Sonra kalkıp yürümeye devam ediyorum, yürüdükçe köşeyi döneceğimi umut ediyorum, yaklaşıyorum iyiden iyiye. Gözümü kırpıp açmamla sokağın köşesi biraz daha uzaklaşıyor her nedense. Soluk soluğa kalıyorum. Gözüme bir kitapçı ilişiyor, düşünmeden içeri giriyorum. Karşıma çıkan her kitaba bakıyorum. Yerli, yabancı yazar demeden hepsinin yazdıklarını okumaya çalışıyorum bir çırpıda. Bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorum. Zamanla uzam arasında böyle bir çözümsüzlük, uyumsuzluk var mıdır, bulmaya çalışıyorum. Bulmayı umut ediyorum. Yok! Yok! Yok!
Baktıklarımın arasında aşina olduğum bazı kitaplar çıkıyor karşıma: Sefiller, Suç ve Ceza, Fareler ve İnsanlar, Dönüşüm… Sonra Godot’yu Beklerken’e gözüm ilişiyor. Bu kitabı biliyorum, bir tiyatro eseri. Daha üniversite yıllarımdayken okumuş, sonra sahnede izleme fırsatı bulmuştum. Kendimi düşünüyorum. Ben de bu kitaptakiler gibi birisini, bir yeri bekliyorum ama neyi?
Kitapları aldığım yerlerine bırakıyorum. Dışarı çıkıyorum, yürümeye devam. Yol bitmiyor, köşe bir türlü gelmiyor. Ara veriyorum hepsine, dönüp geliyorum ilk başladığım yere. Masama oturuyorum. Günlüğüm sessizce orada duruyor. Bana gülmüyor, “Hey, aptal şey, o köşeyi dönebileceğini mi zannediyordun? Boşuna uğraşma, benden başka seni dinleyecek, sana yardım edecek, yol gösterecek kimse yok, benden başka şansın da yok!” demiyor. Yaklaşıyorum, kapağına dokunuyorum usulca, okşuyorum. Bir babanın çocuğuna dokunması gibi, sevmesi gibi seviyorum. Ama hangimiz baba, hangimiz oğuluz onu tam olarak bilmiyorum. Fakat daha çok sevgili gibi düşünüyorum; “Sevgili Günlüğüm” diye hitap ettiğim aklıma geliyor.
Kapağını açıyorum bembeyaz sayfalarını hemen önüme seriyor. Hiç nazlanmadan bir bir çeviriyor sayfalarını. Aramızda gizem yok. Her şeyimizi biliyoruz ikimiz de birbirimizin. Sırdaşız. Arkadaşız, dostuz biz…
İşte hepsi bu.
Ben ile o!
Sanırım ikimiz ayrılmaz bir bütünüz. Birbirimizden başka şansımız yok. Çünkü aslında ikimiz de biriz.
12 Nisan 2011/İzmir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.