- 874 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
OYUN.
OYUN
O, oyun oynamasını bile bilmiyordu. Sokakta kendi kurallarıyla oynayan çocukları seyrediyordu sadece… Yaşama merhaba deyişinin bile onlardan çok farlı olduğu, bakışlarından ve yüzünde ki soru soran ifadeden hemen anlaşılıyordu. O, hangi şartlarda, hangi hastane de ya da hangi evde dünyaya geldiğini, ilk kelimesinin ne olduğunu, ilk adımını ne zaman attığını, başka bir kardeşi olup olmadığını bile hiçbir zaman bilemeyecekti, soramayacaktı. Çünkü bunları ona anlatacak ne annesi, ne de babası vardı. Bir yakını, akrabası, komşusu bile yoktu…
Ve herkes ondan ve onlardan, diğer çocuklar gibi eğlenmelerini, gülmelerini, coşup, günün tadını çıkarmalarını istiyordu. Evet, bu istekler çok güzel. Ama onlardan, bütün bunlar istenirken, niçin hiç kimse onlara kim olduklarını, nereden geldiklerini söyleyip, mutlu olmaları için bütün bunların yetebileceğini anlatamıyordu?
Sadece, neden o özel günlerde ziyaret edilip, hatırlandıklarının açıklamasını yapamıyordu hiç kimse?
Bunca çocuk bir çatının altında… Ve lavabo da bile uzun kuyruklarda…
Toplu halde bir sürü kimsesiz çocuk… Öğretmenleri, müdürleri, bakıcıları var. Onlara göre, bir sürü anne baba. Çünkü onlar, onu böyle biliyorlar şimdilik… Bu tıpkı Dünya’dan uzaya bakmaya, uzayda ki canlıların farklı yaşamlarını seyretmeye benziyordu.
Donuk bir bilim gözüyle bakmak, kesintisiz sevgiden uzak… Dışarıda ki yaşamı, matematik, sosyal bilgiler ya da kimya dersi gibi müfredata alıp, anlatmaya benziyor.
Üniversiteye hazırlanır gibi tıpkı…
Mantıklı maneviyat, var mıdır sizce, ya da duyguları şekle sokmak?
Mantıklı, ölçülü, eni boyu belli, hatta hacmi olan, anne, baba, kardeş sevgisi duydunuz mu hiç?
Duyguları böyle mi vereceğiz, böylemi yaşatacağız bu yavrulara?
Yerleri doldurulamayacak bu sevgilerin boşluğunu, onlara nasıl açıklayacağız?
Onlar için yapabileceğimiz, bizlere düşen bir şeyler var mı dır?
Öğretemeyeceğimizin ne olduğunu bizler biliyor muyuz peki?
Gelecekleri nasıl olacak? Kendileri bir yuva kurduklarında, ne verecekler bu çocuklar yavrularına? Dua edin, yine de şanslı olanlardansınız. Sokakta kalanlar var. Yok, oluşa, terk edilmiş olanlardan değilsiniz mi diyeceğiz onlara?
Yavrularınızı sıcak yuvalarınızdan okula gönderirken, iyi dileklerinizle uğurlayıp her sarılıp yanaklarına öpücük kondururken; Akşam yemeğinde bir araya gelip bir sofra da bir tas çorba dahi içseniz, bir birinizin gözlerine her bakışınız da demiyorum ama zaman zaman da olsa, kimsesiz çocukların da olduğunu unutmayın. Ve onlar için dua edip, sizlerde, ben de bir şeyler yapabilir miyim acaba diye düşününüz lütfen.
Boşuna ağlamayın, gözyaşlarımızın, o kurumlarda, bir yanları eksik hissi ile yaşayan o çocuklara hiçbir faydası yok… Bu yaşam onların seçimi değil idi… Hiç birimiz kendi çocuklarımızın, kendimizin bile geleceğini garanti edemeyiz.
Çalışan ebeveynleriz.
Çocuğumuz bayramda şiir okuyacak.
Ve o gün, aksilik bu ya, siz de görevlisiniz.
Kaç gündür bunu düşünmekten çok huzursuz ve mutsuzsunuz
- Şiirini okurken, yavrumun gözleri beni arayacak. Yavrunuz, annem, babam niye gelmedi diye üzülecek. Siz de hay Allah; nasıl kapatsam bu açığı diye, kara kara düşüneceksiniz.
Şimdi, bu düşüncenin sonuna virgül atarak, bir de kimsesizler yurdunda kalan, bayram yapıyor görünmek zorunda olan, bu bir kural, bu bir vazife gibi düşünen ve vazifelerini yerine getiren çocukları da düşünün. Onlar kendilerini dinlemek, izlemek için kimleri bekliyorlar dersiniz?
Sevgi, ilk önce anne baba sevgisiyle başlar. Başlangıcı olmayan bir duyguyu, hiç kimseye eksiksiz veremezsiniz. Ama arayı küçültebilirsiniz. Farklı, güzel duyguları da öğreterek. Paylaşmak, bilmedikleri ortamlardan gelenlerle, gerçek sevgiyi yaşayıp bilenlerle paylaşmak…
Anneler gününde, babalar gününde,23Nisan’da,çocuk hakları gününde v.b. günlerde mecburi görev emri çıkartılmış gibi günah çıkartmaya gidiliyor sanki…
Niçin bu kimsesiz çocukların bando takımları yok?
Niçin özel günlerde onlar da makam koltuklarına oturtulup konuşturulmuyor? Bence; Özel günlerde, aksatılmadan kurumlardan, muhakkak kimsesiz öğrenciler, hem örnek, hem de teşvik amaçlı, etkinliklere şartsız olarak alınmalıdır. Okullar, bu kurumlarda, farklı boyutlarda ki bu yaşamlara, zorunlu dâhil olan yavruları, sene içerisinde ziyaret etmelidirler. Kurumlarımız bu yavrulara, ihtiyaçları olan anne baba sevgisini, yuva, kardeş sevgisini vermeye çalışarak, yaşam zorluklarını en aza indirmeye çabalıyorlar. Bizlerde, bu topluma nasıl kendi çocuklarımızı hayırlı birer birey olarak yetiştirip kazandırmaya çalışıyorsak, anne- babaları, kimseleri olmayan bu yavrulardan, işin acı veren duygusal yükünü az da olsa alarak, yardımcı olabiliriz gibi geliyor. Mutluluk veren, diğer duygularla yaklaşarak…
Bakın 23 Nisan yaklaşıyor. Demokrasinin yapı taşı, TBMM’nin kuruluşu, yeni doğan bir çocuğa benzetilerek, o günlerde sağlıklı yetişen bir çocuğun, sağlıklı ve verimli bir yaşamın kaynağı olabileceği düşünülerek çocuklara armağan edilmiştir Ulu önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından…
Bu çocuklarda bizim. Onlarda, yarın bu meclisi oluşturmada katkıda bulunacaklar beklide, Ruh ve beden sağlığı yerinde nesiller yetiştirelim ki; Ulusumuz da, zamana meydan okuyan, sağlıklı dinç bir ulus olsun.
……
Bayram sabahı Elif yatağından hızla kalktı. Sandalyenin üzerinde akşamdan hazırlayıp koyduğu, o gün yapılacak olan törende, üzerine giyeceği elbiseler ilişti gözüne...
Bir heyecan…
Bir heyecan vardı içinde; sebebini az çok tahmin edebildiği, ama gizleyemediği bir heyecan…
Yetişkinlerin, hata yapabilirim heyecanından farklı olan, sadece çocukların sahip olabileceği bir heyecandı bu…
***
Elini yüzünü yıkamaya gitti…
İşte, orada, duyduğu heyecanın, eksik olan yanını bir kez daha yaşadı. Giyeceklerini akşamdan kendisi hazırlamıştı. Ayakkabılarını boyamış, elbiselerini ütülemiş, söküklerini dikmişti. Geçen yıl bayramda giydiklerinin, aynı elbiseler olduğunu, elini yüzünü yıkamak için kuyruğa girdiği tuvalet sırasında hatırlamıştı.
Yeniydi onlar.Kendisinden sonra, bu elbiseleri giyecek bir sürü kardeşi vardı.Bunları düşünerek,sırasının geldiği lavabonun üzerindeki çeşmeye uzandı.Soğuk su, onu kendine getirmişti.Elini yüzünü yıkadı,dişlerini fırçaladı.Çok da süratli olmalıydı, kuyrukta bekleyen kardeşleri de bayrama hazırlanıyorlardı çünkü...Her şeyleri saatliydi.Saatli olmak zorundaydı; bu kadar çok çocuğu vaktinde doyurup, törene ve ya güne hazırlamak, başka türlü mümkün değildi..
Elbisesini eline aldı. Çok güzeldi… Hem de, çok ama çok güzel… Fakat kol ağızlarındaki kat izi, ütüyle bile gitmemişti. Elbise geçen yıldan kaldığı için kollarının boyunu açmak zorunda kalmıştı. Çok dikkatli kullanmalıydı. Bir dahaki yıl, giyecek olan kız kardeşlerinden biri de severek giymeliydi bu elbiseyi. Belki de kolları, o iz yerlerinden tekrar içeriye kıvrılırsa, daha da güzel görünebilirdi. Evet- evet, gözü gibi bakmalıydı elbisesine… Özenle giydi.
İşte, yine o duygu... Elini sırtına atıp fermuarına uzanamayınca, bir kez daha anne diye seslenemeyişi, onu, içerisindeki eksik olan heyecana sürüklemişti. Bu duygudan hiçbir zaman kurtulamayacağını ve bunun sürekli her yerde karşısına çıkacağını artık kabullenmeliydi. Nasıl kabullenecekti? Anlayamadığı, hiç tatmadığı bir duyguyu hissediyor olmasıydı. Öğrenmediği bir şeyi algılayışına şaşırıyordu. Ama kesin olan bir şey vardı: Bu ona çok acı veriyordu. Her seferinde bu duyguya kapılmamak için, kendisini meşgul edecek yeni şeyler arıyor, fakat bir şekilde, bir yerlerde yine aynı şeyleri yaşıyordu.
***
Kurumun bahçesinde 23 Nisan’ı kutladılar, şiirler okundu, çeşitli oyunlar oynandı. Ama onları sadece her 23 Nisanda gelen kasabanın kaymakamı, belediye başkanı ve kısım amirleri alkışladı…
Yoksa bu bir OYUN muydu?
S.Köroğlu TÜFEKCİ