aşka dair
Bir bilinmeyen bir okyanus. Kendi içerisinde sonsuzluğa bölünebilen tek kavram. Üzerinde tarih boyunca yazılar, ağıtlar, şarkılar,şiirler yazılan, dil,din,ırk,yaş,cinsiyet tanımayan, insan ruhunun yakalandığı en şiddetli fırtına. Aşk! Herkese göre farklı şekil ve anlam kazanan aşk. Kimine göre vatan aşkı, kimine göre Allah aşkı, kimine göre anne-baba aşkı, kimine göre doğa aşkı…. Benim kaleme almak istediğim insanları peşinden sürükleyen, yakan, gönül ateşi. Her gönül aşkı başka başka renklerde, başka heyecanla, başka duygularla yaşar ve hayatına farklı anlamlar katar.Bundandır aşka dair tek bir tanımın olmayışı. Nasıl ki her insanın farklı parmak izleri var ise her insanın da aşka kendine özgü bir bakış açısı vardır. Kimine göre heyecan, kimine göre sevinç, kimine göre ızdırap, kimine göre şehvet, kimine göre gözyaşı, kimine göre bahar, kimine göre hayatın anlamı.
Bana göre aşk, aynı insanla bir daha yaşayamayacağın, ömründeki bir zaman dilimi içerisinde, mantıklı tüm davranışlarının kontrolünü kaybetmektir. Heyecandır. Kalbinin ilk kez bu kadar hızlı çarptığını hissetmektir. Tutkudur! Ansızın kapısına dikilmek,günde milyon kez onu düşünmek, kendi kendine gülmek, şarkı söylemek, kış ortasında baharı yaşamak, onunlayken tüm zamanın ve dünyanın durmasıdır aşk. Özgürlüğünü seve seve feda etmek, tutsaklıktır aşk. Kim tutsak olmadı ki? Kimlerin kalesi feth edilmedi ki? Hangi katı yürekler bir çift göze teslim olmadı ki? İşte budur insanı insan yapan duygu.
Ben aşkı okul sıralarında tanıdım. Belki de çocuktum. Evet evet çocuktum aşkı tanıdığımda. Bana göz kırpıyordu arka sıradan aşk. Çarpıntıydı, utançtı, tertemiz bir kağıt sayfası, kırmızı yanaklardı, şiirdi, akşamları yollarını gözlemekti, heyecandı, bakışlarını kaçırmaktı aşk o günlerde. O benim ilk göz ağrım ilk gönül ateşimdi. Şimdi aklıma geldikçe tutamadığım bir tebessümdür dudaklarımın arasından gülümseyen
Peki neden günümüze baktığımızda insanlar bu kadar mutsuz? Kime sorsam herkeste bir gönül yarası! Neden günümüzün en büyük hastalığı tüketmek? Çok büyük aşklarla başlayan ilişkiler ve evlilikler neden daha demlenmeden sona ermekte? Kimin yüreğine dokunsam geçmişe dair kanayan bir yara var. Neden? Çünkü aşk narindir. Çok yükseklerde yetişen ulaşılması zor olan bir dağ çiçeğidir. Aşk kendi kendisini üretemez. Bunun için iki tarafın da bunu kaybetmemek için çaba sarfetmesi gerekir. yeni buluşlar, yeni tatlar icad etmelidir ki o dağ çiçeği solup gitmesin. Bizler duygularımızı yaşarken sanırım bir çok şeyi de tüketiyoruz. Aslında içten içe kendimizi tüketiyoruz, biz tükeniyoruz. Yanımızda iken kıymetli görmediğimiz küçük detaylardır aslında bizleri mutluluğa götüren. Ama yaşarken görmüyoruz taa ki kaybedene kadar. Yitirmişliklerden sonradır nedense hep arkamıza baktığımız.
Günümüzde insanoğlu üretmiyor. Aşkı da sevgiyi de tüketiyor. Üstüne başka bir şey katamıyor. Bir zaman sonra aşık olduğun insan sana yabancılaşıyor. Sözleri diken olup batmaya, davranışları seni rahatsız etmeye başlıyor. İlişki başkalaşıyor. Ve bir süre sonra bakmışsın ki, aşk seni terk etmiş. Bir sis bulutu gibi. Bakımışsın ki senin üzerinde gezinen o bulut dağılmış, her şey yine eski halini almış ve hayat kaldığı yerden devam etmeye başlamış. Ancak bu defa, eksilmiş olduğunu hissedersin. 1-0 hayat senin önüne geçmiştir. Çünkü hem tüketmişsin hem tükenmişsin. Savaştan yenik çıkmışsın, yenilmişsin. Biten aşklarda terk eden de terk edilen de yenilmiştir aslında. Bu savaşın bir galibi yoktur. İki taraflı yenilgidir bir yerde. Devam eden aşklardır hayata karşı galip gelen, zamana meydan okuyan. Vefadır, emektir, tuttuğun eldir.
Ben o eli tuttuğumda ona sımsıkı sarılacağım ve onu sonsuza kadar bırakmayacağım
Aşkın değerini bilen herkesin bir gün o eli tutması temennilerimle.
Elif YILMAZ
. 07/04/2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.