13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
9102
Okunma
Yayın Yılı: Mart 2011
Yayın Evi: Doğan Kitapçılık
Kitap Kağıdı: 2.hamur
484 sayfa
Boyutları: 13,5x19,5 cmx2,9 cm
Kapak Türü: Karton
Dili: TÜRKÇE
İLGİLİ KONULAR: Edebiyat - Roman (yerli)
2001 yılının Şubat ayında, İstanbul Üniversitesinde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran, ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i karşılamak üzere görevlendirilir.
Profesör, 1930’lu yıllarda, İstanbul Üniversitesinde hocalık yapmıştır. Maya, profesörün isteği üzerine, bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmış olur. Bu hikayeyi dinlerken, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.
…/…
Bu kitabı okuduğum zaman, sizlerle nasıl paylaşabileceğimi düşündüm. Konu ve tarihte yaşanmış olaylar, birbirleri ile iç içeydi. Birini, diğerinden bağımsız ele almak; imkansız gibi görünüyordu. Tarihte yaşanmış olaylar, son derece ilginçti. Ama konuyu paylaşmak da kitabın büyüsünü bozacaktı. Sonunda, konuya hiç değinmeden, sadece ana hatları ile tarihi olayları paylaşmaya, karar verdim.
İlk olarak, Profesör Maximilian Wagner’in, Türkiye’ye gelişine sebep olan olayla başlamak istiyorum. Aslında profesör, saf kan Almandır. Geliş sebebi ise çok farklıdır. Ancak Türkiye’ye gelebilmek için diğer profesörlerle aynı nedeni kullanmak zorunda kalır.
7 Nisan 1933 de, Nazi hükümeti Profesyonel Kamu Hizmeti Düzenlenme Yasası’nı yürürlüğe sokar. Bu yasayla Nazi devletinin muhalifi olarak görülenlerin, yani Yahudilerin ve siyasi muhaliflerin dışlanması amaçlanmaktadır.
Sonuçta, kamu hizmetinde çalışanlar, anne ve babalarının, büyükanne ve büyükbabalarının dinini belgeleyerek, "Ari" ırkından olduğunu kanıtlamak zorunda bırakılırlar. Bunu yapamayanlar işten çıkarılırlar.
OSE bir Yahudileri kurtarma cemiyetidir. Başkanı da Albert Einstein’dır. Einstein, Ari ırktan olmadıkları için işten çıkartılan, 40 Alman ( Yahudi ) profesörün, çalışmalarına Türkiye’de devam etmesi için Atatürk’e bir mektup yollar ( Bu mektup, hem kitapta hem de internette var. ).
Mektup, önce dönemin Başbakanı İnönü’ye ulaşır. İnönü teklifi reddeder. Ancak bir süre sonra 40 değil, 190 Profesör Türkiye’ye gelir. Ülkeyi acilen Batılılaştırmak isteyen Atatürk’ün konudan haberi olmuş, bu profesörler onuruna davet bile vermiştir. Gelenler, İstanbul Üniversitesi’nin temellerini atarlar.
Ernst Reuter, İskan ve Şehircilik Enstitüsü’nü.
Dünya çapında bir besteci olan Paul Hin Demith, müzik sistemimizi.
Fritz Neumark, İktisat Fakültesi’ni kurar.
Erich Auerbach, dünyanın en önemli kitaplarından biri olan Mimesis’in yazarıdır.
Ernst Hirsch’in Pratik Hukukta Metot kitabı, hala hukukçuların başucu kitabıdır.
…/…
Mavi Alay Olayı:
İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye katılmaz. Ancak; Almanya’yı destekler. O dönemde, Kırım Türkleri, Stalin’in baskısı altında ezilmektedirler. Bu arada Hitler, Rusya’ya savaş ilan eder. Ankara, Kırım Türklerini, Almanların yanında savaşmaları için ikna eder.
Nazi ordusu için kılavuzluk ve istihbarat sağlamak amacıyla, Kırım Türklerinden oluşan, Mavi Alay adında bir askeri birlik kurulur.
Ancak, Savaşın seyri değişir; Hitler, yenilir. Mavi Alay askerleri, Stalin’den ve Kızıl Ordu’dan kaçmak için Avrupa içlerine göç etmeye başlarlar. Yakalandıklarında kurşuna dizileceklerini bilen sivil halk da onlara katılır. Avusturya’da, Drau nehri yakınlarına yerleştirilirler. 8. İngiliz Ordusu, Avusturya’yı işgal edince, İngilizlerin esiri olurlar. Rusya, İngiltere’den kamplarda tutuklu olan, Kırım Türklerinin iadesini ister. İngilizler, bu talebi kabul eder. 3000 kişi, Ruslara esir düşmektense, Drau nehrinin soğuk sularına atlayarak, intihar ederler. İngilizler, kalan 4000 kişiyi, trenlere doldurup, vagonların kapılarına tahtalar çakarak, açılmayacak şekilde kapatırlar.
Tren, Türkiye’ye den, Türk askerlerinin gözetiminde geçerken; Ankara, yardım çığlıklarına kulaklarını tıkar ve sessiz kalır. Türk-Rus sınırına geldiklerinde, büyük bir çoğunluğu Kızılçakçak Barajının sularında intihar eder. Son kalan 2000 kişi de Türk askerlerinin gözü önünde, Rus askerleri tarafından kurşuna dizilir.
Maya Duran’ın anneannesi; Ayşe Hanım ( asıl ismi: Maya ), Kırım Türkü’dür.
Struma Olayı:
1941’de Romanya’nın Yaş şehrinde 4000 Yahudi, Hitler tarafından, öldürülünce bütün Yahudiler, ülkeden kaçmanın yollarını aramaya başlarlar. O sıralarda gazete ilanlarında ki sahte resimlere aldanarak, oldukça yüksek ücretler ödeyerek, aslında çok eski olan ve sahibi de Yahudi olan Struma gemisine binerler. Romanya’dan Filistin’e doğru yola çıkan, içinde 769 Yahudi’nin bulunduğu Struma gemisi, Türk kara sularında arızalanır. Savaşa katılmayan ama gizliden gizliye Hitler’i destekleyen Türkiye, Yahudilere yardım eli uzatmaz, İngiliz hükümetinin de etkisiyle ( Filistin, İngiliz mandası altındadır ) karaya çıkmalarına izin vermez.
İki ay sonra Şile yakınlarında gemi, 769 yolcusu ile havaya uçurulur.
Yapılan araştırmalarda, bölgede bulunan bir Sovyet denizaltısı tarafından, torpillendiği anlaşılır.
Profesör’ün eşi; Nadia, Yahudidir.
Ermeni Olayı:
27 Mayıs 1915 günü, yer değiştirme (TEHCİR) yasası çıkarılır. Ermeniler, göçe zorlanır.
Bu olayın detayına girmiyorum, nasılsa hepimiz biliyoruz diye düşünüyorum.
Maya Duran’ın babaannesi; Samahat Hanım ( asıl ismi: Mari ) Ermenidir.
…/…
Konu, baştan sona kadar okuyucuyu avucuna alıyor. Livaneli’nin kaleminin gücü malum. Ancak bu kitapta çok daha farklı bir şey var. Bu farkı yaratan; anlatımın gücü mü, olayların geçmişle kaynaşmışlığı mı? Bilemiyorum.
Örneğin Struma Olayını hiç bilmiyordum. İnternette araştırırken, bulduğum bilgiler içinde kayboldum, gittim. Mavi Alay için de aynı şeyi söyleyebilirim. Bilgisayarımın masa üstü, onlarca word belgesi ile doldu.
Ermenilerin Tehcir edilmeleri olayının üstünde, çok durmak istemedim. Spekülatif bir olay olduğu ve rahatsızlık yaratabileceği düşüncesi ile. Sanıyorum ki her birimizin, konu hakkında, yeterli bilgisi ve oluşmuş bir karar düşüncesi vardır? Bu yüzden detaya inmek, gereksiz geldi.
Ne var ki bütün bu tarihte yaşanmış olayları okuduğum zaman, çok farklı duygulara kapıldım.
Her üç olayda da Devlet, suç işlemişti. Sanki bir şekilde, Devletin işlediği suçlar temel alınmış ve uygun kurgu içinde anlatılmıştı.
Size anlatamayacağım bazı bölümlerde yazar, konu ile ilgili kendi görüşlerini ( Maya’nın asker olan ağabeyinin sözleri ) de aktarmış gibi geldi bana. Kurgu, o görüşlerin aktarılması için, ustaca oluşturulmuş gibi hissettim.
Her iki histen yola çıkarak, bir araştırma yaptım ve yazarla yapılmış şu röportajı buldum. İyi de oldu. Hislerim, biraz da olsa, yanıt buldular ve rahatladım. Yoksa aklımın, başka yönlere kayması, işten bile değildi. Ne? Diye sormayın…
Bu röportajı okumak isterseniz, aşağıda vereceğim adresi tıklamanız yeter. Yazıyı uzatmamak ve konuyu sıkıcı hale getirmemek için buraya almıyorum. Okumanızı öneririm.
www.ayseninikizleri.com/YaziDetay.aspx?ArticleID=967
Benden bu kadar... Aslında bu kadar değil. Kitap üzerine konuşacak daha pek çok şey var. Aktarabileceklerim, bu kadar…
Gerisi, her zamanki gibi, size kalmış: Okumak ya da okumamak.
Benim fikrim mi ne?
Tabi ki okuyun.
Hatta mutlaka okuyun.
Not: 484 sayfayı ancak bu kadar kısaltıp, özetleyebildim. Üstelik düşüncelerimi aktardığım, bazı paragrafları da çıkarttım. Azar işitmeyeyim diye…:-) Öğreniyorum… Biraz zaman alıyor, biraz yavaş oluyor ama öğreniyorum: Aklımdan geçen her şeyi, yazmamam gerektiğini…
Eser Akpınar
10.04.2011
İzmir