- 2028 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİN ŞİN KIZ
Bir varmış, bir yokmuş... Allah’ın günü çokmuş. Eski zamanlarda, Karadeniz yaylalarında yamaçlara doğru, yemyeşil ağaçlarla süslü, bir yerlerde bir Şin Şin kız yaşarmış.. Babacığı o küçükken öldüğünden oda anacığı ile beraber yaşar fındık toplarken ona yardım edermiş. Şin Şin kızın yanakları tertemiz dağ havasından elma gibi kıpkırmızıymış.
Kızcağız bir gün evden çıkıp, fındık bahçelerine giderken, az biraz sapa bir yola girmiş..Şurdan mı gideyim, buradan mı derken yolunu kaybetmiş.. Hışır hışır yapraklarının hışırdadığı,ağaçlarla dolu bir yere gelmiş. Bakmış,önünde akıp giden yemyeşil berrak bir ırmak.Allah Allah annemle o kadar bu yoldan geçtik hiç böyle bir ırmak görmemiştim daha önce demiş..Meğer ırmak büyülü değilmiymiş. Şin Şin kız,paçalarını sıvayıp,girmiş ırmağa.. Irmağın kötü kalpli bir cadısı yok muymuş birde? Cam yeşili ırmaktan, bet bir ses duyulmuş: Ben sana üzerimden geç dedim mi? Aptal kız!! Kızcağız tir tir titremiş. Ne diyeceğini, ne edeceğini şaşırmış.’yolumu kaybettimde’ diye kekelemiş ama, acımasız ırmak cadısı kükremiş : Görmüyor musun aptal kız! Bu ırmağın kenarı ağaçlarla dolu. Onlar da senin gibi yolunu kaybetmiş kızlardı.. İşte ben onları sihirle ağaç yaptım, demiş. Der demez de Şin Şin kız’ıda ağaç yapıvermiş. Kızcağızın yanakları elma gibi olduğu için, onu elma ağacı yapıvermiş.
Şin Şin kız, ağlamak yalvarmak istemiş, ama ne fayda? Bakmış elleri, ağacın dalları; ayakları, ağacın kökü, başı da ağacın en tepesi... Zorlamış ama yerinden kımıldayamamış. Bağırmak istedikçe ağaç sallanır, üstündeki kırmızı elmalarla yapraklar birbirine değer, Şin Şin’ diye sesler çıkarmış.Kızcağız yanına bakmış ki, genç kızların kimi fındık ağacı, kimi armut ağacı olmuşmuş, onlarda rüzgar vurdukça kendi dillerince inliyorlarmış. Şin Şin kız ’Vah zavallı anneciğim! şimdi beni arıyordur.tek başına kalmıştır’ diye ağladıkça ağaç,Şin Şin diye Şinilermiş.
Bu arada oralara yakın bir yerlerde, fındıklar ormanında altın kubbesi fındık kokan, pencereleri yemyeşil zümrütle çevrili, fındık şeklinde dev sarayında yaşayan fındıklar şehrinin kralının yakışıklı bir oğlu varmış...Karadenizin çeşitli yörelerinden, bir çok kızla tanıştırdıkları halde bir türlü kimseye içi ısınamamış. Fındık kokan saraylarının, çiçekli yemyeşil bahçelerinde kendi kendine mahsun,mahsun dolaşır,çeşitli makamlarda sesler çıkararak öten bülbüllerle dertleşirmiş.
Bir gün oturmaktan canı sıkılarak, sarayın soytarısı Fındıcak’ı çağırtmış. Fındıcak taklalar atarak, hoplaya zıplaya gelip, : Buyurun prensim, diyerek önünde eğilmiş. Zaten saray halkının ve çevredeki köylerin derdi tasası yokmuş. Bütün ahali zenginmiş. Dağ bayır bal ve fındık doluymuş. Prens demiş ki : Hey Fındıcak Fındıcak bu gönül aşksız ne olacak, hem bugünde çok canım sıkılıyor. ava gitmekten de bıktım. Ne yapsak ?demiş Fındıcak, iki düşünmüş bir kaşınmış.’Halkın dilinde bir laf söylenip duruyor prensim’, demiş. ’Güya Batı tarafında yeşil bir ırmak varmış, oraya bir cadı yerleşmiş. ırmak benim diyormuş. yolunu şaşırıp üzerinden geçen kızları ağaç, gençleri de çalı çırpı yapıyormuş’ demiş. Meraklı ve maceracı prensin hemen gözleri faltaşı gibi açılmış. ’Bak Fındıcak,demiş. Ben iyilik yapmayı çok severim. Gidelim oralara eğer böyle birşey gerçekse, gençleri kurtaralım’’ demiş. ’Hem eğer ırmağın üzerinden geçmezsek, cadının bize bir zararı dokunamaz bizde onu yok ederiz’ diye sözlerini noktalamış. Giyinmişler kuşanmışlar, silahlanmışlar Prensle Fındıcak yola koyulmuşlar...
Az gitmişler uz gitmişler. Hep Batıya; kah dik, kah düz gitmişler.. Gele gele ağaçlarla dolu ırmağın yakınlarına varmışlar. Prens silahlı, kılıcı belinde soytarı ise kendine göre, oda bir eşek üzerinde. Yorgun bitkin çevreyi incelemeye koyulmuşlar. Irmak homurdanır gibi şarıl şurul sesler çıkararak akıp gidiyormuş. Prens atından inmiş, soytarı ile ormanda gezinmeye başlamışlar. Ağaçlarda hiç ses yokmuş. Bir çare bulamamışlar. Soytarıysa yorgunluktan bayılacak durumda, bir ağacın altında dinlenmeye karar vermişler. Tam ağacın altına oturacaklarken, Şin Şin kız belki sesimi duyarlar diye bağırmaya başlamış..Meğer altına oturacakları ağaç, Şin Şin kızın ağacı değil miymiş ? Kız bağırdıkça ağaç sallanır, elmalar yapraklarına değerek, Şin Şin edermiş. Yorgun Prens, kıpkırmızı elmaları görünce dayanamamış, bir tane koparıp yemeğe başlamış..Meğer cadının sihrinin bozulup, kendisinin ırmakta boğulması için, bir prensin gelip ağaçlardan birinden meyve koparıp yemesi gerekiyormuş. Prens elmadan bir ısırık alır almaz, Şin Şin kız eski haline geldiği gibi oradaki armut ağaçları, fındık ağaçları hepsi birer dünya güzeli kız olmuş... Yerdeki çalı çırpılar da, ak benizli kara gözlü delikanlılar olmuş. Ama hepsinin en güzeli simsiyah saçları belinde, zümrüt gözlü Şin Şin kızmış..
Irmak cadısı bağıra, bağıra, ölürken, Prens de Şin Şin kıza ilk görüşte aşık olmuş..Tabii kız da ona. Soytarı sevinçten taklalar atmaya başlamış. Oradaki gençler Prense teşekkür edip, annelerine babalarına kavuşmak için, koşarak gitmişler. Prens de Şin Şin kızın elini tutup, annesine götürmüş.. Durumu anlatmışlar. Kadıncağızın ağlamaktan kurumuş gözleri, bu kez sevinç gözyaşları ile dolmuş. Kızını Prense vermeyi, severek kabul etmiş.
Öyle bir düğünleri olmuş ki, tüm saraydakiler ve halk, kırk gün kırk gece eğlenmişler.. Yemekler pişmiş, kuzular çevrilmiş, fındık şerbetleri içilmiş...
Onlar ermiş muradına, darısı tüm Şin Şin kızların ve Fındık Prenslerinin başına .:)
RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.