- 2482 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN YAŞAYARAK ÖĞRENİR KİBRİT GİBİ KIRILMAYI
Batmak bir deryanın en derinine ve girdaba düşmek kendi belleğinde... Hatta yıkanmak ellerinde şiirin... Dizelerin natırlığın da, hamam sefasına meyletmek… Kim bilir belki de arınmaktır gecenin ay, ay bakan gözlerinde... Kurtulmak tüm ıslaklıklardan yakamozun kadifeliğinde…
Almak hava’ca...
Vermek toprak’ça...
Arındırmak su’ca...
Kırılmak belki de bir buz dağının kopan dev parçasında... Yazmak, parmak arası düşleri ve yazmak gamze düşüren o sessiz içten gülüşleri... Avutmak çocuk yanını... Kucaklamak ömrüne devir, devir vuran hüzün kokulu yanını... Saklanmak;
Bitmek bilmeyen gecelere yoldaş niyetine ve içini dökmek ellenmemiş ham dizelere...
Bilmek, KENDİNLE HASBİHAL ‘ne dört olur ne de dert’... Ağlamaksa eğer asıl murat edilen, ’ay düşerken sularımıza’ kendimize gelmek, yakamozun dalga kıran tokadıyla...
Kendime cezaydı kaçamak bakışlarım ve kendime c/ezaydı ağrılı sevişlerim... Körpeliği bilmeden köhne yalnızlıklardı kucağıma düşen...
Mavilerde yaşamaktı bir ömrü, paslanmış duygulardan arınarak... Basından tizine akıntılarıma perde, perde eklenirdi sesin... Ve billurlaşırdı, iliklerime kadar ürperten titreyişlerim…
Yıldızlara eklediğin gözlerinden umut huzmelerini dererdim. Samanyolu’na koşardı seni arayan bakışlarım... Ölümcüllüğünde yokluklar yaşatırdı geçmişin pintiliği... Asiliğe fark atıştı, seni iki kaşın arasına ellerimle çivilemek... Hangi duvara gölge düşmeliydik? Ve hangi duvarın diplerinde sabırsızca beklemeliydik?
Aşkı kızağa çekemeyeceksek, hangi hazanı ve hüznü azıya almalıydık? Lamekanın dar alanında köşe kapmaca oynarken çocuk yanlarımız, hangi köhneliklerden sit alanımıza dönmeliydik? Ya da, ümitlerimizin çelimsizliğine fark mı, çelme mi atmalıydık?
Belki de yıkmalıydık tabularımızı, yıkıntılar altında kalmaktan korkmadan… Derya da vurgun yemek yerine, basite mi indirgemeliydik sevmeyi, aşkın çılgınlıklarına ‘evet’ deyip anlara esir düşerek…
Bir nefeslik saltanatı kar sayıp, kulak mı tıkamalıydık elimizden kayıp gidenlerin seslerine… Ve tuz gözüyle mi bakmalıydık, avucumuzda kırıntıdan ibaret kalanlara… Demir atamadığımız yarınlara, hangi yüzle yelken açmalıydık?..
Silemeyeceksek alnımızdan yazgının izlerini, kendimizden başlatmalıydık n/iyenin fetretini... Kendimize hicret edercesine...
Ayrılıklar, yıkılmış hayaller, çöpe atılmış umutlar ve yalnızlık… Bunları nereden mi biliyorum? İnsan yaşadıkça her şeyi çok iyi biliyor ve görüyor…
*** İnsan yaşayarak öğrenir, kibrit gibi kırılmayı… ***
Okuyan gözlere saygı ve sevgilerimle.
HÜZÜN ŞAİRİ; NİĞMET YILDIZ
ŞÜKRAN AY hocama ve CAN ASMİN’ îme ithaf olunur.
YORUMLAR
kibrit gibi kırılmayı öğrenmek...
mum gibi erimeyi öğrenmek...
çam gibi devrilmeyi öğrenmek...
böyle böyle mi öğreniliyor AYAKTA KALMAK...
yoksa
böyle böyle mi öğreniliyor NEFESTEN VAZGEÇMEK...
hayat eninde sonunda getirip iki yol ağzında bırakıyor adımlarımızı
kimimiz yaşamayı seçiyor
kimimiz toprağa karışmayı
ben, eğilmeyi öğrenmeyenlerin kibrit gibi kırıldığını düşünüyorum...
tebrikler
hüzün şairi
hüzün şairi
Etkileyici bir diliniz var Niğmet Hanım.
Düşünceleriniz çok güzel ve bunları edebi bir şekilde çok iyi yansıtmışsınız bu güzel yazınızda
Tebriklerimle
Saygılar
hüzün şairi
Güzele bakmayı bilen gözlerinize teşekkürlerimle Sayın Uludağ.Sevgimdesiniz.
Duygu yumağı satırlar, okuyanı alıp düşünceye salan, tebrikler Nimet kardeşim, selam ve sevgiler.
hüzün şairi
Çok teşekkür ediyorum Sayın Akbaş...Saygımla.