GÜLERKEN AĞLAMAK (5)
Kapıdaki görevli Kerim’i önce kurs müdürünün yanına götürdü, tanışma faslından sonra, kalacağı misafirhaneyi gösterdi.
Kerim tek kişilik bir öğrenci odası olarak dizayn edilmiş, düzenli odayı gördüğünde yine, “vay be!” Demekten kendini alamadı.
Bir an Üniversite’de okurken yaşadığı ev geldi aklına, yüzünde acı bir tebessüm belirdi, “hey gidi günler, hey diyerek” iç geçirdi…
Görevlinin yardımı ile annesine telefon ederek, sağlık haberini iletmenin de mutluluğu ile üzerini değiştirip, yatağa uzandı. Bir süre gözlerini tavana dikti öylece durdu.
Dakikalar sonra ne düşündüğünü bile bilmeden, akan gözyaşlarını elinin tersi ile sildi. “Lanet olsun! Ne demeye ağlıyorum ki, her şey yolunda işte” diye kendi kendine söylendi. Farkında olmadan derin bir uykuya daldı.
Uyandığında havanın karardığını fark ederek, “eyvah! Yemek saatini kaçırmamışımdır inşallah” dedi… Saate baktı, akşamın altısı olmuştu bile. “Neyse gecikmedim, yemek henüz başlıyor” diye düşündü.
Sonra, “şu an Türkiye’de olsam, belki henüz sabah kahvaltısını yapıyordum” diye düşünerek, annesinin “doyumsuz çilek reçelinin” tadını hatırladı. Gülümseyen bir ifade ile tekrar üzerini değiştirip yemekhanenin yolunu tuttu.
Yemekhanede herkes kendi servisini yapıyordu, birkaç çeşit yemekten aklına yatan iki tanesini aldı, çok çeşitli kültürlerden beslenen Avusturalya mutfağı, Kerim’e biraz yabancı gelse de, en çok mayasız ekmeği yadırgadı.
Tatlı olarak verilen, çilek jölesi ve çikolata ile kaplanmış hindistan cevizli gofreti ise beğenerek yedi.
Ertesi sabah, kahvaltıdan sonra başlayan kurs günleri, günler haftaları kovalayarak 12 kişilik sınıfta 7 ayrı milletten kursiyer ve işini çok iyi bilen öğretmenlerle birlikte hızla akmaya başladı.
Altı ay sürecek kursun ilk bir ayı geçtiğinde artık yavaş yavaş etrafı tanımaya başlamış, çeşitli milletlerden kurs arkadaşları ile kaynaşmıştı. En çok da 24 yaşında olan Ürdünlü bir genç Mahmud Ensari ve aynı zamanda Hukuk Fakültesinde okuyan, henüz 19 yaşında ki Japon kızla anlaşmıştı. Kisho’da sanki bizden bir şeyler bulmuştu.
Mahmud Ensari’ nin şaklabanlıkları öğretmenler dahil, hepsini çok güldürüyordu.
Müthiş satranç oynuyor, her galibiyetten sonra çığlıkları kahkahaya dönüşüyordu.
Ders aralarında Arapça şarkılar söyleyerek, anlayan anlamayan herkesi coşturuyordu.
Kisho ise; sanki bir Türk kızıydı, parlayan gözlerine, üstün zekâsına rağmen tam bir mütevazılıkla ve gelenekçi yapısıyla kimseye saygıda kusur etmiyordu. Aile yapısı, ananelerine olan bağlılığı, büyüklerine gösterdiği sevgi ve saygı ile kısa sürede Kerim’in gönlünde taht kurdu.
Üç arkadaş artık hiç ayrılmaz olmuşlardı, en büyük zevkleri ise, bir birbirlerinin dillerini öğrenmeye çalışmaktı. Bu konuda en başarılı ise Kisho idi.
Kerim güle oynaya devam eden kursun bitiminde, elinde kalan birkaç yüz dolarla perişan olmamak adına, artık tedbir almanın zamanıdır diye düşünmeye başlamıştı.
“Kaçak iş” İlk geldiği gün taksicinin söylediği bu söz kafasını kurcalıyordu,
Mahmut Ensari bir ara böyle bir işte çalıştığını ağzından kaçırmıştı. En iyisi konuyu ona açmalıydı.
Kurstan kalan zamanlarında bir yaşlı bakım evinde çalışan Ensari Kerim’i çok seviyordu. Kerim’den yardım talebini alınca “burada çalışmayı düşünüp düşünmeyeceğini” sordu, Kerim’in cevabı ise hiç düşünmeden, “evet” olmuştu.
Hafta sonu beraberce bakım evine gittiler. Ensari bakım evinin yöneticileri tarafından da çok sevildiği için onu kırmadılar, aynı şartlarda çalıştırmak üzere Kerim’i hemen işe aldılar.
Artık kurstan kalan zamanlarında bakım evinde çalışıyor, yine de boş zaman bulursa Ensari ve Kisho ile birlikte geziyordu.
Kisho aynı zamanda üniversite de okuduğu için, Japonya’nın Okayama Eyaletinde bir kilise de rahip olan babasından maddi destek alıyor, para sıkıntısı çekmediğinden istemeseler de gezilerde masrafları genelde o karşılıyordu.
Bir müddet sonra Kisho’ya olan hayranlığının sevgiye dönüştüğünü, üstelik Kisho’ nun tavırlarından bu sevginin karşılıksızda olmadığını gören Kerim, konuyu açmak istiyor, ancak bir türlü cesaret edemiyordu.
Kısa sürede Türkçeyi epeyce ilerleten Kisho, bir gün Kerim’in elini tuttu ve becerebildiği kadarıyla “anladı sen beni seviyor, ama söyliymiyor”deyince Kerim şaşkınlıkla Kisho’nun elini sıktı, sonra rahatlamanın verdiği minnetle ve sevgiyle onun çekik gözlerine baktı ve:
Japonca; “Kimi o ai shiteru Kisho” Dedi.
Kisho ise Türkçe cevap verdi; Ben de sen sevyo Kerim.
Az sonra hemen oracıktaki bir parkta oturdular, Kisho başını Kerim’in omzuna yasladı, Kerim ise utangaç bir tavırla genç kızın saçlarını okşamaya çalıştı, ikisi de çok mutluydular, uzun süre öylece kalıp hiç konuşmadılar.
Devam edecek
YORUMLAR
UNALAN
Aşk da merhaba dedi şimdi Kerim'e.
Japon bir gelinimiz mi olacak yoksa
Bizim ailede var bir tane Yumi ..Anneannem Kömü diyor kıza.
Keyifle okuyorum
Tebrikler
UNALAN
Sayın Ünalan,
"Hızınıza maşallah" demeden başlamayayım. Zira nazara inanıyorum...
Bu bölüm ilk bölümlerinize göre daha başarılı olmuş. Anlatım hızlanmış, neyin ne olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkmış. Bundan sonrası açık öykünün, rahatlıkla yürür. Zaten gerçek bir hikaye bildiğim kadarıyla.
Yanlız size bir tavsiyem var. Edebi metinlerde rakamlar yazı ile yazılsa çok daha güzel olur. Ayrıca tırnak içine aldığınız diyaloglar için ayrı bir satır yapsanız hem görsel açıdan, hem anlaşılırlık açısından daha iyi olacak. Bunlar küçük detaylar. Önemli olan anlatım ve kurgu elbette. Bu kısmı başardığınıza inanıyorum. Yazdıkça çok daha da ileriye götüreceğiz inşallah...
Kutluyorum, saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 4/9/2011 6:56:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
UNALAN
UNALAN
Havada aşk kokusu var... Tam da mevsimi... Çok güzel ilerliyor, öykünüz. Çok keyifli. Teşekkür ediyorum.
Saygılar, selamlar.
UNALAN
Ne kadar güzel yazıyorsunuz...yazılarınızı kaçırmadan keyifle okuyorum..
Sanıyorum Kerim aşkı yakaladı hadi bakalım hayırlısı
Sevgiler...
UNALAN
UNALAN
Öykü hareketlendi, ufukta evlilik hayalleri var galiba, tebrikler yazarım, selam ve saygılar.
UNALAN
Eeee görünüşe göre Kerim'i büyük bir "aşk" bekliyor. Bizlere de okuması düşüyor.
Umarım hak ettiği mutluluğa erişir. Çok uzaklarda bir nebze de olsa mutlu yaşar. Hıı bir de şu "kaçak iş" başına iş açmasın!
Arkadaşım yine çok güzel bir bölümdü. Kalemine sağlık.
Sevgi ve saygıyla arkadaşım