Sitem... (Hayata, sana, umutlara, umutlandıranlara...)
Umudumun, cam kırıklarına dönüp dönüp battığı bir zaman -dı...
Yine yoktun yanımda, her zaman olmadığın gibi... Biliyorum uzaktasın ama bu yüreğimden de uzak olmanı gerektirmezdi sevdiğim...
Yaprakların üstüne damlalar yuva yaparken, yüreğim içimdekileri sana doğru yeşertirken, sen her umudu bir tırpan darbesiyle biçiyordun...
Neden kapalı telefonun, neden kapalı gökyüzün ve neden ulaşılamayor yüreğine sevgilim...
İçimdeki çocuk çoktan terk etti bu yıkık şehri, kaçtı gitti düşler ülkesine... Ardı sıra çok koşmak istedim, çığlık çığlığa bağırmak... Sesim çıkmadı, sessiz kaldım yapılanlara nedense...
Aşk dedikleri bumuydu ki?..
Böyle kolaymıydı sevda düşlerini koltuğunun altına alıp kaçmak, uzak kalmak, sevginin ördüğü duvarları yıkmak...
...
Ne sanıyorsun kendini!.. Ya da ne yapmak istiyorsun elindekilerle...
Bu ara sormuşken elinde ne var? Bana dair büyüttüğün sevgin mi, yoksa umuda yeşerttiğin düşlerin, düşüncelerin mi...
Hangisi var... Ne var... Ne oluyor...
Ben, ben!.. Ölüyürum galiba... Aşk bu olsa gerek...
Aşk; bilerek, isteyerek ölmek, ölmek, dirilmek...
Acı çekerek...
Kıvranışlarım nafile, boyun eğmelerim bir teslimiyetçi komutan edasıyla değil mi...
Anlayacaksın, bileceksin, göreceksin bir gün beni...
"Umutlarımıda alıp kalkıyorum bu kırık düşler masasından... Fırlatıp atıyorum umut dolu kadehimi gözlerinin aynasına doğru..."