EVVEL EMİR DE İLÂHİ EMİRDE AYNI: O K U!
Dünya bu… Bir günü bir gününe denk değil. Bir gün hava açık, günlük-güneşlik iken, bir gün yağmurlu-rüzgârlı… Bir başka gün ise, karlı-tipili, boranlı olabiliyor… Bir mevsimde, her gün ılıman havalar, günlük-güneşlik güzel günler; yemyeşil kırlar-bayırlar, masmavi gökyüzü görülürken, bir başka mevsimde bunun tam tersi havalar, günler görülebiliyor. Dünya bu… Durmadan dönüyor, döndükçe de yıllar, mevsimler, aylar, günler art arda değişiyor. Bazen sıcak, bazen soğuk, bazen ılıman havalar/günler insanı kâh üşütüyor, kara kara düşündürüyor, kâh ısıtıp neşelendiriyor.
Dünyanın bu bin bir türlü değişen haline rağmen, değişmeyen tek varlık, canlı, galiba insan/insanlar. Hemen diyeceksiniz ki, “insanlar da değişiyor. İşte insanoğlu, doğduğunda bebeklik, sonrasında çocukluk-gençlik, olgunluk, en sonunda da ihtiyarlık dönemlerini yaşamıyor mu?” İyi, güzel de, ben insanoğlunun fizikî yapısından bahsetmiyorum ki! İnsanoğlu sadece fizikî yapıdan, etten-kemikten müteşekkil bir varlık değil ki! İnsanoğlunun bir de; ona canlılık özelliği belki de güzelliği katan, onu ‘diri’ yapan ruhi özelliği var. İşte ben, bu ruhi özellikten bahsetmek istiyorum. İnsanı insan yapan, insan-ı kâmil özellikten laf etmek istiyorum. İstiyorum da nasıl? Bu konuda âlimler, mütefekkirler, filozoflar ciltler dolusu kitaplar, makaleler yazmışlar. Benim onlarla boy ölçüşecek ne halim var, ne bilgi donanımım var. Ben sadece üç-beş noktaya değineceğim o kadar…
İnsanoğlu, dışını/bedenini, bedenini saran kıyafetlerini, (bütçesine göre) titizlik gösterip, son derece ihtimamla seçip, süslüyor. Üstüne, başına bir damla bir şey dökülse, son derece üzülüp, ahlıyor. Saçı rüzgârda bozulsa o an hemen bir vitrinin camında durup, düzeltiyor. Başına bir damlacık yağmur düşse, o saat şemsiyesini açıyor. Ayakkabısı biraz açılsa, su alsa, hemen çöpe atıp, borç-dert yenisini alıyor. Hele modern bayanların kuaförlerde saatlerce zaman öldürmelerini, bir kıyafet için onlarca dükkân gezmelerine değinmiyorum bile artık. Şimdi bunları çevremizde hep görüyoruz değil mi? Görüyoruz… Daha bitmedi, karnı acıksa hemen (yine bütçesine göre) ama gevrekle, ama levrekle midesini doyurma girişiminde bulunuyor. Peki, esas ona asıl canlılık kazandıran, insan-ı kâmil yapan ruhunu geliştirip, olgunlaştırmak kısacası; ruhunu doyurmak ya da arındırmak için ne yapıyor? Hadi söyleyin! Ya da ne bileyim; dışına harcadığı ile içine/ruhuna harcadığını kıyaslayın. Dışı ile içine, bedeni ile ruhuna aynı oranda masraf, bakım, özen gösterdiğini söyleyebilir misiniz? Bunu diyebilmek için de önce kendinizden yola çıkmalısınız. Ha istisnalar elbette vardır, olacaktır da. Ama o istisnalar (bir lokma, bir hırka felsefesi güdenler/taşıyanlar) da deryada bir damla kadardır.
Bugün insanlık, dışına değer vermiş haliyle almış başını gidiyor. Gençlik saç-baş, kılık-kıyafet özentisi içinde. Ha, birde teknoloji meraklısı, hatta teknoloji bağımlısı olmuş durumda. Ellerde cep telefonları, düz yolda direklere çarpıyorlar. Otomobil kullananlar ona keza, düz yolda duvarlara tosluyorlar. Yetişkinler, büyükler eften-püften TV’de pembe diziler seyretmekteler. Bol dedikodulu, bilgiden yoksun yarışma programları izlemekteler. Kısacası boş yere, hoş zaman öldürmeler had safhada. Kardeşim, “Gel, gel de biraz gözünü, gönlünü okumaya ver. Eline ne geçse oku, öyle gazete başlıklarıyla okuma mı olur? En az ayda bir kitap oku. Okudukça ruhunu doyur, hep mideni değil. Okudukça ufkun açılsın. Ufkun açıldıkça, ruhun doydukça dünyan değişsin, güzelleşsin. Bak o zaman bahtın da, şansın da başkalaşır. Vitrinin gelişir, vizyonun değişir; bambaşka bir adam oluverirsin. Dünyaya bir pencereden bakarken, bin bir pencereden bakar hale gelirsin. Adam gibi adam olursun.” diyorsun. Fakat ne gam, adam nerde basitlik, pasiflik var, nerde kolaylık var, onun peşinde.
Geçen gün bir ganyan bayisinin önünden geçiyorum. Millet sımsıkı, kuyrukta bekleşiyor. O adamlara bedava kitap/dergi dağıtacağım, gelin kuyruğa girin desen, acaba kaç kişi sıraya girer ki? Yine bir akşamüstü okuldan dönüyorum. Bir öğrencimin velisi beni çarpıp, hızla yandaki kahvehaneye daldı. Birde baktım, tüm millet ayakta, pür dikkat gözlerini bir noktaya çevirmişler, TV’ye bakıyorlar. TV’de yine at yarışı. Ellerinde de ganyan biletleri. Eskiden okuma yarışı, okuma keyfi yapılan güzelim kıraathaneler, ne hale gelmiş. O biletlere kim bilir çoluğun-çocuğun rızkından kesip, ne paralar yatırmışlardır. O velimin çocuğuna kitap okutamıyorum, aldıramıyorum zaten! Üç senedir okumada aynı yerde sayıklıyor. O ganyan bileti yerine, çocuğuna ruhunu olgunlaştıracak, adam yapacak öykü, roman, şiir kitapları alsa, okutsa, çocuğunun okuması gelişecek. Okumasıyla birlikte kültürü, çevreye ve kendine bakış açısı değişecek. Belki de ileride, büyük adam (insan-ı kâmil) olma yolunda ilk adımlarını atacak. Ama nerdeee… Biz söylüyor, yine biz dinliyoruz. Basitlik daha kolay, TV seyretme, boş hayal peşinde koşturmaca daha kolay. Günlük ve anlık basit meşgaleler ile zaman geçirme, öldürme en kolayı. Sanki zevki sefaya para harcama daha anlaşılır. Sanki ganyan biletine para harcama boşuna gitmiyor da kitap almaya, okumaya giden para boşa gidiyor. O paraya gelin size kitap-dergi verelim deseler (ben şahsen diyorum da her defasında koca bir ‘CIK’ la karşılaşıyorum.) adam sırtını çeviriyor. Hatta sana darılıyor da, bir daha laf bile atmıyor. Nitekim bana bu şekilde çokça darılan, merhabayı kesenler var. Varsın olsun. Ben de bin karnını doyurana, bir tanecik ruhunu doyuran dostu yeğlerim olur biter.
Güya zamanımız bilgi teknolojisi çağı. Ama biz onun ‘bilgi’sini atıp, sırf teknolojisini kullanır hale gelmişiz. O teknolojiyi de zevkimize, keyfimize alet ederek kullanıyoruz. Peki, o halde, Ulu Önder Atatürk’ün işaret ettiği; “Muasır (çağdaş) medeniyetler seviyesine…” nasıl, ne zaman çıkarız? İşte onu kestirmek, bilmek zor! Bilmek içinse, ilmek ilmek, okumak gerek! ÇÜNKÜ; EVVEL EMİR DE, İLÂHİ EMİR DE AYNI: O K U!...
İsmail GÖKTAŞ
İZMİR
FOTO: METEOR
YORUMLAR
İSMAİL ÖĞRETMENİM, SAYIN MESLEKTAŞIM ,
İÇİNİZDE KOPAN FIRTINALARI ÖYLE İYİ ANLIYORUM Kİ...BAZEN SARSMAK İSTİYORUM İNSANLARI, 6 ŞİDDETİNDE DEPREM OLUP DA...
KAFANIN DIŞI GÜZELSE İÇİNE BAKMAYA NE GEREK VAR, DEĞİL Mİ? SANIRIM ÇAĞ HÜKMÜNÜ VERMİŞ...
EVLERİMİZİN İÇİNE KADAR SOKULUP BİZİ UYUŞTURAN, YÖNLENDİREN , PASİFİZE EDEN, ZAMANI ÖLDÜREN ŞU TELEVİZYON...ESKİ SOHBETLER , REKLAM ARASINA SIKIŞIP KALMIŞ...EDEBİYAT DERSENİZ, ÇOCUKLAR AŞK-I MEMNU'YU ÖĞRENDİLER ÇOK ŞÜKÜR...KİTAP OKUMA...GÜLDÜRMEYİN HOCAM...ÖĞRENCİMİN BİRİYLE BİR DİYALOĞUM OLDU SENE BAŞINDA...KİTAP OKUR MUSUNUZ? HAYIR ...BEN OKUYORUM...SİZ EDEBİYATÇISINIZ HOCAM....
BUNCA KİTABIN BİZ EDEBİYATÇILARA İŞ OLSUN DİYE YAZILDIĞINI DÜŞÜNEN BİR NESİL VAR. ANNE BABALARININ ELİNDE BİR GÜN KİTAP GÖRMEDİKLERİNDEN OLMASIN SAKIN...
ÖRNEK OLMAK ÖNEMLİ...TEŞVİK ETMEK...KİTAP SEVMEYEN YOKTUR ASLINDA...BELKİ SEVECEĞİ TARZ KİTAPLA BULUŞAMAMIŞ ÖĞRENCİ / YETİŞKİN / ÇOCUK ....VARDIR. ALLAH'A BİN ŞÜKÜR, ÖĞRENCİMİ ELİNDE NASREDDİN HOCA FIKRALARI İLE GÖRDÜM DAHA SONRA.:) GÜLMEDİM AMA...PLATON'UN DEVLET'İNİ ALMASINDAN İYİDİR:)))YA DA HİÇ OKUMAMASINDAN...
OFFF...ÇOK KONUŞTUM YİNE...NE YAPALIM...AYNI YARADAN MUZDARİP OLUNCA İNSAN...
BAŞARILAR DİLERİM ÇALIŞMALARINIZDA...
ÇÜNKÜ; EVVEL EMİR DE, İLÂHİ EMİR DE AYNI: O K U!...
Değerli arkadaşım İsmail, yazında çok güzel noktaya değinmişsin. Biz hepimiz olmasak da Türk milleti olarak okuma özürlüyüz bunu peşinen kabul ediyorum ama sizinde dediğiniz gibi istisnalar hariç tabii ki. Ne yapıpta okumayı sevdireceğiz halkımıza bilemiyorum. Hele şu içi boş tv. yarışmalarına öyle gıcık oluyorum ki, elimden hiç bir şey gelmiyor. Tek yaptığım TV. izlemeyi bırakmak oldu. Dilerim niceleri bırakır.
Bu güzel ve faydalı yazından dolayı seni kutluyorum.........saygımla