42
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4557
Okunma
’İlahi Ente Maksudi ve Rızake Matlubi’
DİN PAZARINDA AŞK!
“Al satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım!” diye oyunlar oynardık çocukken. Çocuktuk, masumduk! Ama o masumiyet çehresinde bile ustamızı öldürürdük, balını biz satardık en masum halimizle.
Büyüdük, koskocaman adamlar olduk. Şimdi öldürecek ustamız yok ama bol bol net maceralarımız var. Artık oyunlarda bal yerine aşk alınıp aşk satılarak, sevdalar da sanal pencereler arkasında kocaman kocaman insanların oyuncağı olmuş durumda. Tabi bunların adına da ne kadar aşk denilir muamma! Teknolojinin geliştiği şu modern asrın, modern icatları karşısında hangi duygular ve düşünceler yozlaşmadı, yozlaştırılmadı ki?
Özellikle internet çağında, bol teknolojik imkanlar karşısında, hele de sanalın suni cennet bahçelerinde... Evet, sanalın din pazarında lime lime edilen ve ismine maalesef ki “aşk” denen şeytani duygulara bu ortamlarda gözlerim kadar yüreğim de tanıklık etti. Reel yaşamı her haliyle dolu dolu yaşadığı halde, ilahi sözlerin efsunlu yüzüne itibar ederek, gerçek tecrübeyi tatmamış olduğunu anlayan yıkık dökük hayatlar tanıdım burada. Yüce dinimiz kendisine hakkıyla öğretilmediğinden her “Allah” diyene inanan körpe ve saf gönüller gördüm. Ama en az onlar kadar ben de sandım ki, bir kez "Allah" diyen diller, yalan söylemez, riyakarlık etmez, hele hele kul hakkına hiç giremez.
Anne, baba şefkatinden mahrum kalan, hayatın içine erkenden girmiş gencecik, körpecik yüreklerin sahte şefkat gösterilerine kapı açarak pişmanlıkların en büyüğünü yaşadığını da öğretti Kargülü’ne bu ortamlar. Kimisi zararın neresinden dönersek kârdır mantığıyla ama en önemlisi merhametin gerçek sahibinin, ailesinin ve hakiki dostlarının da desteğiyle (bu nokta çok mühimdir) hayatına yeni şekiller vermeye, yaşadıklarından dersler çıkarmaya çalışıp, dışarıdaki seslere kulak tıkadı. Kimisi ise sahte Leyla ve Mecnun"culuk(!) oyunlarında helâk olup gitti. Akrep misali kendini zehirledi ve bir türlü de toparlanamadı. Çünkü hata yapınca vurup, kıran, reddeden bir zihniyetin içindeydiler ve dolayısı ile ayağa kalkma şansları da olamadı.
Çok yakın dostlarımla da konuşurum, sevgiye aç bir toplum olduğumuzdan sahte sözlere kolaylıkla itibar edebiliyoruz. Bütün bunlar baba kızından, eş hanımından, erkek kadınından ve kadın da erkeğinden güzel sözleri esirgediği, bunu adeta bir ayıp haline getirdiği için başımıza geliyor. Güzel söze hasret olan özler mutluluğu dışarıda arıyor. Bilmiyor ki dışarıda bulduğu o geçici mutluluk ailesindeki dinginliği gün gelip aratıyor. Kimse de baş yastığı gibi olamıyor.
Burada önemli olan olan ömrünün baharında sahteliklere itibar eden gönüller değil, islâmiyeti anlama fırsatı bulmadan böyle bir hata içine girenler de değil. Asıl önemli olan, herşeyden ziyâde bir avuç sakalıyla, sözde sünneti yaşayan duruşuyla, sözde milli davacılığı ile, bitirdiği İslami mekteplerle sahte duygulardan gıdalanan, başkasına ait olan bir kadına el uzatmaya yeltenen, o kadın kendisinden yüz çevirdiği anda türlü entrikalara müracaat edenlerin, hâlâ devekuşu misali başlarını kuma gömercesine ahkam kesmesi. Bu insan görünümlü mahluklar ise yazık ki bazen de toplumumuza örnek olması gereken abide (!) kişilerdir.
Tecrübesizliklerle hatalar yapan ve inandığı boşluğun adını da "akş, sevgi" zanneden gençlerimiz arasında, İslam gerçeğinin bu sahte sevgi sözlerinden geçmediğini anlayan yaralı yürekler için dönmek her zaman kolaydır. Unutmak da! Peki ya ömrünün son deminde hatalar içinde boğulmaya devam edenler ve kendisinden yüz çevrildi diye türlü riyâkarlıklar yapanlar için de aynı şey geçerli midir?
Bir ekran arkasına sığınarak, türlü isimler edindikten sonra bunların kişiliğine bürünenleri de tanıdım; bir aferin alabilmek için, omzumu sıvazlasınlar diye bir ismi rezil etmeye çalışanları da. Kendilerine yüz vermeyen birisi olduğu zaman da, sahte rumuzlar alarak karalamaya, dahası belden aşağı burmaktan dahi çekşinmeyerek fütursuzca iftira atmaya çalışanları da. Heyhat ki o rezilliğin içinde kendileri rezil-i rüsva olmuşlardır. Onların heder olan vakitlerine ve nelerle uğraştıklarına üzülüyorum.
Kıt aklım, hatayı libas diye giyinenlerin halen insan içine çıkabilmelerini, hatta vaaz verebilmelerini, kendi eşine yapılmasını, yazılmasını asla kaldıramayacak rezilliklerin şiir adına altında yazılıp vitrinlenmesini bir türlü anlayamıyor. Ama elbette güçlü bir dinci (!) için yapılması en kolay olan dini ya da milli davasını kullanarak kadına, kıza önce sarkmak, sonra da şahıslarına münhasır bir üslupla taşkınlığa yeltenmek, bu duygularla yazıp çizdiklerine ise “ESER” diyebilmek! Dahası; kendilerine emanet edilen itibarı resimlemek (!) Gayretullah yokmuşçasına… Çok sevdiğim bir dostumun duasıdır; “Bize dokunmasın ablacığım bu yapılanlar, Gayretullah’a dokunsun” derdi her zaman.
Acaba, sanalın bu namus bekçileri, net şövalyeleri aynı şeyler karısına, kızına yazılsa, yapılsa, uğraşılsa kabul edebilirler miydi? Keç kere, kaç kişiye bu soruyu sorduğumda sus pus olduklarını bilirim. Evet, sus-pus, çünkü verecek cevap bulamadılar. Bu zevatlardır ki; İslâmı tam anlamıyla öğrenmeye fırsat bulamamış bir insan hata içinde olunca, bu akbabalara mahal verince de Leyla, Aslı, Şirin gibi sıfatlarla adlandırıldılar ve baş tacı edildiler. Ama o kurbanlar bir şekilde hatalarını anlayıp, yanlıştan, günahtan tiksinince, yüz çevirince türlü pisliklere hedef edildiler.! Ve bu zülümleri yapanlar da en iyi dindarlarımızdı(!). Ey din seni kimler kullanmadı ki!
Sahi, neden bir takım sanal kahramanlara edepleri ile şerefleri ile oturmak ağır gelir? Neden illa da şiir ve düz yazı adı altında onun bunun KARISINA, KIZINA yazıp çizmeyi vazife bilir ve bundan zevk alırlar? Yine merak ettiklerim arasındadır ihanetin en katmerlisine davetiye çıkaranların çamurlu ağızlarla ihanetten bahsetmelerine. Yani şimdi, “ihanet” denen o şey sadece kadınlara mı mahsustur. Evinde karısı, boyu kadar oğlanları olanların sanal maceraları en iyi ne ile adlandırılır?
Hangi şartlar altında olursa olsun başkasının mahremine el uzatan bir erkek, hem evdeki karısına, hem o kadının eşine hem de dinine ihanet etmiş sayılmaz mı? Ve bu erkeğe şeref sahibi diyebilir miyiz? Yazdıklarına cevap vermemek susmak mıdır? Elbette bu yapılan cümle çirkinlik mutlak adalet sahibinin gördüğüdür ve o intikam alanların en hayırlısıdır. O sebeple bu tarz insanlara ne söylenirse söylensin ve bizim gibi haksızlık karşısında susmamayı vazife bilen kalemler ne yaparsa yapsınlar sözler boşluğa asılı kalacaktır. Çünkü anlamak zordur onlar için gerçeği. Yenilgiyi, kaybedişi kabullenmek daha zordur.
Bu yazıyı yazışım, tamamen bir rastlantıya dayanır ki ilahi bir ses; kalemi eline al emri verdi bana.
Şayet ilahi adaletin gücüne ve mutlak hakimiyete inanmasaydım şizofren kimliklerce meşrulaştırılmaya çalışılan duyguları ve tanıyıp bildiğim hemcinslerime bu ortamda nelerin reva görüldüğünü daha iyi anlamanız bakımından açık ve net yazardım. Çünkü her yerde olduğu gibi bu ortamlarda da ziyan edilmeye çalışılan, ismi meze yapılan her zaman kadın olmuştur.
Fakat Kargülü Allah’ın adaletine ve hesap gününe sözde değil özde inananlardan oldu. Dini, diyaneti, edebi kendi gördüğü şekilde üstelikte yüce kitabımızın övdüğü isimleri dahi şiirlerine meze ederek kaleme almaktan haya etti.
Her hatanın dönüşü vardır peki ya kul hakkı? Başkasının hakkı? Başkasına ait birine sırf kendi menfaatlerine cevap vermekten döndü diye söz lekesi sıçratmanın hakkı?
Herkesin bir tuzağı var ise Mevla’nın da bir tuzağı vardır ve sabır, onu gerçekten yaşayanlar için tek kurtuluştur.
.../ DEVAM EDECEK