FERHAT
Yaşadıkları asırlardan günümüze kadar ; gönüllerimizde hiç ölmediklerinin nişanesi olarak , doğan çocuklarımıza isimlerini verdiğimiz , ölümsüzlük kervanının kutlu yolcularından Ferhat’ın , Şirin yüzünden dağlara sürülüp orada AŞK ŞEHİDİ olması bir de şöyle hikaye edilir .
Amasya beylerinden Acem asıllı Hüsrev ; adı gibi kendisi de oldukça güzel bir Ermeni dilberi Şirin’i sever . Sevgisi karşılıksız değildir . Şirin de onu sever .
Sarayı andıran bey konağında yapılacak olan düğün gününün kararı verilmeden önce , avlu içerisine büyükçe bir havuz inşaa edilmesini isteyen Şirin’in bu arzusu , Amasya beyi için emirdir , fermandır .
Yörenin en iyi ustasını bulmak üzere kullar seferber edilir .
Cevherin kadri kıymetini bilen gönül sarraflarının dükkanlarını açık tuttuğu , sanatın makbûl , sanatçının da el üstünde gezdiği zamandır o asır .
Yapısında mevcut asalet ve inceliğini , işçiliğinde de göstermekte ki maharetinin yanında sükûneti , seviyesi , kararlı tavrı ve bu sıfatlara oldukça yakışan bir vücut iklimine de sahip oluşuyla , etrafında bilinip sevilen taş ustası Ferhat’a , haber gelmekte gecikmez ve konağa davet edilir .
Ertesi gün konağa gelen Ferhat’ı hizmetliler karşılar ve Şirin hanımefendinin kendisini beklediğini söyleyerek içeri alırlar .
Yalnızca fikir ve arzusunun değil , havuzun mimari yapısının , ölçülerinin , şekil ve şemalinin nasıl olacağının karar sahibi de olan Şirin , konağın merdivenlerinden inerek , gelişinden habersiz başı önünde bekleyen Ferhat’a ;
─ "Hoşgeldiniz !" der .
Cümle dört hecedir ama toprak , hava , su ve ateş gibi dört unsurdan oluşan bu vücut ikliminden , şirin dudaklarından dökülen hitap , ona ait olmayıp , sanki ötelerin ötesinden gelerek yankılanır Ferhat’ın kulaklarında .
Şekil verip işlediği taş misali , bu endam ve güzelliğin karşısında aklını ve konuşma kabiliyetini yitiren Ferhat , orada taş kesilir de hoşbulduk bile diyemez .
Ustanın da vaktini almak istemeyişinin inceliğiyle hemen konuya giren Şirin , onun gönlünde kopan fırtanadan habersiz , sonradan gelmediği belli asalet ve ifade üslûbuyla , nasıl bir havuz istediğini anlatmaya başlar .
Kehribar’ın saman çöpünü ya da mıknatısın demir tozunu kendisine doğru çektiği gibi , büyülenmiş halde hiç konuşmadan peşinden gelen Ferhat’a birden dönerek ;
─ "Anladınız değil mi ?" manasıyla baktığında ; avcının , elinde can vermesi için beklettiği ceylan yavrusu gibi yalvaran nemli gözleriyle sanki ;
Madem ki avcısın bari al götür ,
Eşiğinde hadim , kulun olayım .
Ya bir yay daha çek işimi bitir ,
Mahmur göz okunla ölün olayım ."
dercesine , Ferhat’ın kendisini seyrettiğini anlayıp , o tatlı tebessümüyle başını öne eğerek ;
─ "Diyeceklerim bu kadar , gidebilirsiniz ." der . Avludan çıkarken yolcu etmek için kapıda bekleyen hizmetlilere yaklaşan Ferhat , usulca eğilerek ;
─ "Şirin bana ne anlattı acep ?" diye sorunca , onlarda şaşkın gözlerle gülüşürler .
Şirin konağından ayrıldığında ; dudaklarından dökülen şu cümleleri , eve gelene kadar ağlayarak divane gibi mırıldandığı söylenen rivayetler arasındadır ;
─ Anan ölsün ey Ferhat ..! Anan ölsün ey Ferhat ..! Anan ölsün de seni böyle görmesin ! Dermanı olmayan bir derde düştün ey Ferhat !
Sevdiklerine çile ızdırap verip , onların inceleyerek ahu figan etmeleri adeti üstüne kurulan muhteşem ilahi tuzağa , aşk pazarında değerine paha biçilmez bir av daha düşmüştür şimdi . Ferhat ..!
Avcı muhteşemse , avı da muhteşem olur . Zaten hakiki bir avcı gidip de dağlarda porsuk , kokarca ya da sırtlan avlamaz . Onların avı ancak , karnının altı mis gibi kekik kokan ceylandır .Ceylan gönüllülerdir.
O sebeple aşk pazarına her canı isteyeni sokmazlarmış . Can pazarı olduğundan korkakları , cimrileri , hased edenleri , dünya perestleri , sevgiden ve sevgiliden habersiz ölüleri , aşkı haram bilen haramileri , o gönül kalesinden içeri bir adım dahi attırmazlarmış .
Gündüzleri yâr konağında geceleri ise gönlünde kurulan tuzak ağında gittikçe eriyen Ferhat , yemeden içmeden kesilmiş , neredeyse , adını sorsalar Şirin diyecek hale gelmiştir .
Ta ilk günden beri durumdan işkillenen hizmetlilerin tavrını farkeden Şirin , Ferhat çalışırken artık yanına gelmez hatta pencereden bile bakmaz olmuştur .
Onu görememenin ızdırabını ;
─ "Ziyanı yok . Görmesem bile , hiç değilse burada olduğunu biliyorum ya ! O beni bir şekilde görüyor ya ! Bu da yeter." diye kendisini teselli ederek dindirmeye çalışan Ferhat’ın işi uzadıkça uzar .
Nice aşk ehlinin gönlüne kurulan bu ilahi cilve tuzağının bir tecellisi , gereği olarak , bu durumdan rahatsız olup bey gözüne girmek isteyen riyakâr hasedcilerin , o güne kadar korkudan gönüllerinde gizlediklerini artık dillendirme vakti gelmiş ve fitne ağı örülmeye başlanmıştır .
Edep , saygı ve vakarında asla eksilme olmadığı gibi , işindeki ciddiyetinde de samimi olmasına rağmen ; insanların bakış , duruş ve tavrından anlayacak kadar zeki ve tecrübeli olan Hüsrev Bey , Ferhat’ın halinin doğruluğuna kısa bir takipten sonra iyice emin olur .
Fazla dallanıp budaklanmadan , herşeyden habersizce Ferhat’ın ağzını aramak ve hadiseyi kısa yoldan halletmek için bu sevdadan vazgeçmesini söylediğinde , Ferhat’ın yüzünün hali beyi dehşete düşürür .
Ölümü ; en güzel vuslat , en kısa kurtuluş ve cana nimet bilecek kadar pervasız aşk halinin , Ferhat’ta zirvede oluşu , beyi kurnazca bir plâna sevkeder. Üstelik Ferhat , Amasya’da oldukça sevilen ve bilinendir de . O yüzden plân eksiksiz uygulanmalıdır .
Nihayet ertesi gün Ferhat’ı çağırıp ;
─ "Açık olacağım sana karşı . Ben de seviyorum sen de seviyorsun . Ya sen , ya ben !" der bey . Ferhat ;
─ Buyurun ! Dinliyorum .
─ Havuza dökülecek olan suyu , dağdan benim istediğim güzergâhtan getirmeyi becerirsen eğer , ben Amasya beylerinden Hüsrev , buraları terkedip gideceğim . Şirin’i de ... Yok getiremezsen , sen bu işten vazgeçeceksin . Bu anlaşmaya ne dersin ?
Zaten aklı başında olmayan Ferhat , Şirin adını duyar duymaz ;
─ "Evet ..! Evet ..! Evet , olur !" der ve anlaşırlar .
Çocukları bile gülderecek kadar imkânsız denilen işlere , ancak bir zümre vardır ki onlar evet derler . Mecnun olup aklını zayedenler .
Böylelikle artık Ferhat yalnız konaktan değil , şehirden de uzaklaştırılmış olur . Bey rahattır şimdi . Çünkü ; dağın o güzergâhındaki taşlar , kırılması yapı olarak en sert , en çetin olanlarıdır . Hatta onlarca işçinin bile aylarca uğraşsalar netice alamayacakları bir iştir . Yani gönüllü sürgün ...
Kendine yemek için azık getirenler ve iniş çıkışı yorucu olduğundan , tek tük sevdiklerinin ziyareti dışında , Ferhat’ın yanına gelip giden pek olmaz . Yalnızdır ve gece gündüz orada yatar kalkar .
Her geçen gün öyle bir hâl almaktadır ki ; yemesi , içmesi , yatması , kalkması , gözünde hayali , dilinde zikri hep Şirin olur .
Tahtını gönlüme gelip kurdun da ,
Tutan elim , gören gözüm sen oldun .
Belâ yağdırsan da bu gam yurdunda ,
Ağzımda her cümle sözüm sen oldun .
Seni böyle sevmek günahsa eğer ,
Tövbe etmemeye yeminler ettim .
Sensiz cennet ırmağını verseler ,
Ondan içmemeye yeminler ettim .
manâsında , aşkını dile getiren türküleri o zamanın lehçesi ve kendi üslûbuyla söyleyip , her ağlayışında , elindeki künk (balyoz) havaya kalkmada ve yere inişinde o sert kayalar , yaba ile savrulan saman gibi toz halinde dağılmaktadır .
Gönlünde tecelli eden aşkın azametiyle , taşa , kayaya değilde , sanki yumuşak hamura vurur balyozunu Ferhat .
Bunun harikuladelik , mucizevi bir hal olduğunun farkında bile değildir . Olsa da ona iltifat edecek , aşkından başka hiç birşeye itibar gösterecek hali de yoktur Ferhat’ın . Dünyayı içindekilerle birlikte verseler , Şirin yoksa eğer neylesinki . Zira onun olmadığı cennete bile yüzünü çevirip bakmayacaktır .
Olup bitenleri gelip görenler , haberi şehre yetiştirmişlerdir çoktan . Ferhat’a verilen gücün , yüzüne inen farklı bir güzelliğin de yanında , kayaların yumuşayıp hamur gibi oluşu , işin çok kısa zamanda biteceği haberi çalkalanır şehirde .
Şirin’in , bu haberleri duyduğunda gönül hali nedir , ehli olanların dışında kimse bilmez ama , Amasya beyi Hüsrev telaştadır .
Balyozu her vuruşunda Şirin adı dökülür dudaklarından . Şirin ..! Şirin ..! Şirin ..!
Nihayet öyle bir hâle gelir ki , nereye baksa Şirin görünür gözüne Ferhat’ın . Hem de o ilk günkü tebessümüyle . Ağaca bakar Şirin , toprağa bakar Şirin ... Tam bu kararsızlık halinde kayaya vuracakken , orada da Şirin tebessüm eder . Vurabilir mi hiç balyozu Şirin yüzüne ? En son elindeki balyozda da Şirin’i görünce , havaya fırlatıp başını altına koyar . Düşmekte olan balyoza bakarken , Şirin hâla tebessüm ederek iner ve başı ezilerek orada şehit olur .
Ferhat’a ve onun gibi Şirin yüzünü bir kez görebilmek için gönül dağlarına aşk balyozu indiren Ferhat’lara selâm olsun .