- 1276 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ölmeye Hakkın Yok
Ölmeye Hakkın Yok
Camın kenarındaki iki kişilik masaya oturdular.
- Çok acıktım baba, dedi çocuk.
- Şimdi bir şeyler yiyeceğiz, dedi adam cebindeki üç kuruşla, aç çocuğunu doyurabilme umuduyla.
Garsona siparişleri verdikten sonra beklemeye koyuldular. Henüz yeni yeni okumayı sökmüş olan çocuk, etrafta ne varsa okuyor ve babasına sorular soruyordu. Sonunda menüyü de eline alıp okumaya ve sorular yağdırmaya başladı. Bu usandırıcı ve insanı mutlu eden sorular yığınıyla işsiz kalmışlığın stresini atacağını düşünerek, bütün dikkatini küçücük çocuğuna vermeye çalıştı adam.
Her baba demesi yokluklarını yüzüne vuruyordu sanki. Artık seninle çalışamayacağız diyen patronu-daha doğrusu eski patronu-… Evde ne var ki pişireyim, diyerek kendisinden beklenen kocalık görevini yapamadığını ima eden karısı ve sürekli göz hapsinde olduğu alacaklı esnaf yüzünden doğurduğu bunalımlardan birine daha düşecekti adam, bu dünya güzeli küçük oğlu olmasa karşısında. Belki burayı dağıtmak, masaları yerle bir etmek, sandalyeleri kaldırıp vitrin camından dışarı atmak ve daha bir sürü şey.
Tepesinde dolanan sineği kovar gibi elini salladı adam, düşüncelerini savuşturmak istercesine. Çocuk menüyü okuyor ve durmadan sorular soruyordu.
- Baba bu nedir? Nedendir? Neden böyledir? Neden şöyle değil?
Sıradan çocukların sorabileceği bütün soruları o da ard arda soruyor ve aldığı cevaplarla yüzü şekilden şekle giriyordu. Tüm çocuklar gibi. Evet, tüm çocuklar... Sahi her çocuk yapıyordu bunu. Birden farkına vardı; kendisi de sorup dururdu çocukken. Hayal meyal hatırlıyordu çocukluğunu.
Ne yani, tüm insanlar aynı şeyimi yaşıyordu? Bütün insanlara başka başka hayatlar yaşatan bir Tanrı yok muydu? Tüm bu insanlar kaderine terk edilmiş ve birbirinin aynısı hayatları mı yaşıyordu? Her insan diğerinin tekrarı mıydı? Yıllar önce de bir çocuk ve adam sırf üç kuruşları var diye böyle pis bir lokanta özentisi dükkânda yemek yemek zorunda mı kalmışlardı? Böyle iki tas çorbaya ekmekleri katık edip doymaya mı çalışmışlardı? Gelecek de bir gün, yine bir adam ve çocuğu böyle bir durumda mı olacaktı?
Offf ne kadar kötü bir gün bu böyle. Düşündükçe bataklığa saplanıp çırpınan bir adam gibi daha da derine iniyordu. Boğuluyordu adeta. Bu düşüncelerden sıyrılıp oğluna döndüğünde çocuğun yüzüne bakarak bir şeyler sorduğunu fark etti…
- Baba, dedi çocuk. Ah yine o baba demesi... Acılarının kabuğunu soymaya başlıyordu adeta ve beraberinde tarifsiz bir mutluluk. Tanrım bu nasıl bir duyguydu böyle? Öleceğini bilerek mutlu olmak işte buna eşdeğerdi sanırım.
- Efendim oğlum, dedi adam.
- Baba buradaki rakamlar nedir?
- Onlar orada adları yazılmış olan yemeklerin fiyatları oğlum.
- Peki, ama neden para ödemek zorunda kalıyoruz ki baba?
- Çünkü burası bir lokanta ve yemek satıyor… Biz onları yediğimiz de doyuyoruz ve bunun için onlara karşılığını ödememiz gerekiyor. Bunu da parayla yapıyoruz.
- Ama baba bu haksızlık! Bu adamlara para vermeyelim.
Çocuğunun daha bu yaşta böyle bir fikre kapılması tedirgin etti adamı. Korktu. Soğuk terler dökmeye başladı. Bu dünya daha minicik bir çocuğa neler düşündürüyordu böyle?
- Neden oğlum, dedi adam.
- Haksızlık baba, biz buraya gelirken acıkmak için kimseye para vermedik ki!
Çabucak lavaboya koştu ve dökebildiği kadar gözyaşı döktü… Geldiğinde oğlu çorbasını içmiş ve babasını bekliyordu.
- Ne oldu baba? Nereye gittin baba? Neden ağladın baba? Acıktığımız için bu adamlardan para alacaksın dimi baba? Bu gün neden işe gitmedin baba? Yarın da beni okuldan almaya gelecek misin baba? Lunaparka gidecek miyiz baba? Bana çikolata alacaksın dimi baba?
Çocuk sordu… Hiç durmadı. O sordu adam ağladı.
Kaderine ağladı... Yokluğuna ağladı... Çocuğuna ağladı... Ve yaşadığına ağladı...
Biliyordu... Artık ölmeye bile hakkı yoktu.
İbrahim Sarp B A Y S U
Siz şiirlerimi okurken ağlıyorsanız ben yazarken ölüyorum...
sR___
Fotoğraf: Kenya’da evlerinden çıkartılan mülteciler bilinmeyene yürüyor.