Beynimin: “ - gönlüne sor “ dediği
Yüz binlerce şiirin milyonlarca yazı ve makalenin yazıldığı, hemen hemen her iki kişiden birinin tanıdığını sandığı ve iddia ettiği aşk gerçekte nedir? Var mıdır? Sevgiyle arasındaki benzerlik ve farklılık nedir? Hangi insanların mizacına uygundur? Sorumlulukları ve beklentileri nelerdir? Günümüzde algılanışındaki ve uygulamasındaki çeşitlilik nedendir?
Dünyanın yedi harikasından biri olan Tâc Mahal, Leyla - Şirin efsanesi ve bu efsaneye benzer efsaneler (Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şiirin, Tahir ile Zühre..vb),ülkemizde klasikleşen ve aşk denilince ilk akla gelen şiirlerden Mihriban ve diğer aşk şiirleri, intiharlar ve akıl oynatmalar, dağılan ve dağıtılan yuvalar, adına yapıldığı iddia edilen cinayetler ve cinnetler acaba aşkın neresindedir.
Ya bugün; çok moda olan “ bu yıl aşk yaşamam lazım ” adı altındaki seanslar ve matineler, biri birine hitap ederken kullanılan ve duymaktan fenalık geçirdiğimiz “ aşkıııımm” laubaliliği, “ Aşk adamı “veya “aşk kadını ” yakıştırmaları gerçek aşk mıdır, yoksa aşk; bu gerçeklerin ifade biçimi midir?
Yazılanlar okunduğunda, yaşadığını iddia edenlerce anlatıldığında, başlangıç, gelişme ve sonuç itibarıyla gözlemlendiğinde aşkın; sözlüklerde ifade edilen tanımlarla, şiir ve romanlarda işlenen tema ile pek uyumlu olduğunu söylemek doğrusu mantıklı ve gerçekçi gelmiyor.Yanlışın nerede olduğunu anlamak için konuyu biraz daha açmak ve bazı gerçekleri yeniden sorgulamak yanlış ve gereksiz olur mu acaba?
- Tâc Mahal’ i inşa ettiren Şah Cihan , neden karısı Ercümend Banu’ nun sağlığında bu anıtı yaptırmadı?
Bir çiçekten bile büyük mutluluk duyan bir kadın için bu anıt hediyelerin ve sevgi göstergesinin en anlamlısı olmaz mıydı? Kim sevdiğini böylesine sevindirmekten kaçınır ki? Öldükten sonra verilen hediyenin ölen için ne anlamı olabilir ki?
- Neden vuslatla biten hiçbir efsane, efsane olarak bize kadar gelmemiş ve devam etmemiştir?
Acaba Leylâ ile Mecnûn kavuşmuş olsalardı ( eğer gerçekten böyle bir şey yaşanmışsa ) aynı rivayetleri dinlemeye devam edecek miydik? Ve eğer Yusuf, (a.s) Züleyhâ’nın ahlâk dışı isteğine cevap vermiş olsaydı aşk babında hatırlanacaklar mıydı?
- Neden hiçbir şair ve romancı eşine hatıralarda kalacak bir şiir ya da roman yazmamıştır? ( istisnalar kaideyi bozmaz )
Yoksa aşk; kesinlikle normal olmayan, huzur istemeyen, sükunet ve alışılmış yaşamın dışında bir hayat özleyen, uçuk, dengesini sağlayamayan, gündem oluşturmaya çalışan ve gündemde kalma peşinde olan, normal tansiyonu bünyesi kabul etmeyen, kendini ve sağlığını sevmeyen, etrafına, ailesine ve sevenlerine rahat yüzü göstermek istemeyen, inat, uç, aykırı, kanaatsiz, doyumsuz kişilerin işi mi? Ona istediklerini verseniz bile onunla yetinmeyecek yeni yeni maceralar peşinde olmak için belâ aramaya devam edecek olanların mı?
Aşk peşinde olan; kendini, duygularını (Nefret ya da sevgi ) kontrol edemeyen midir?
- Aşk bir bağımlılık mıdır ki; iradeyi ortadan kaldırıp, kişiyi tanınmaz kılıyor?
Uyuşturucu krizine giren bir bağımlıya mal bulmanın gerekliliğinden başka ne anlatabilirsiniz?
- Aşk, adı sevgiyle anılmaması gereken, tedavisi çok zor bir hastalık mıdır?
Kutsal değerlerin, Anne ve babanın, kardeşin, evladın, aile bireylerinin sevgisi hiç bitmezken zamanla biten hatta nefrete dönüşen, yerini başkalarına bırakan bir duygu sevgi bağlamında değerlendirilebilir mi? Değerlendirilse de ona sevgi üstü, sevgide zirve noktası bir tanım olarak kabul edilen aşk denilebilir mi?
- Eğer bahsedildiği gibi olsaydı, haftalık yaşanır mı, akşamdan sabaha değişir mi, bir ömre onlarcası sığar mıydı?
1980 -95 Yılları arasında Arjantin ve Brezilya borsalarını takip edenler bilirler ki; bir haftada kazanılan ve kaybedilen paralar bir servetti.(Biz de o zamanlar onlardan çok geri değildik ya ) Ama Avrupa borsalarında inişler ve çıkışlar grafiğe bile yansımayacak kadar azdı.
O zaman aşkı Arjantin ve Brezilya borsalarıyla, sevgiyi ise Avrupa borsaları ile kıyaslamak yanlış olur mu?
- Aşk; vuslatı muhal (imkansız) olana, hayâle, olması istenene yalnızca tutku ve inat uğruna sarılmak mıdır?
Dünyalı bir manavın çevresinde ilgi duyabileceği ve kendine de ilgi duyabilecek birçok seçeneği varken Merih’li bir kraliçeye tutulması biraz densizlik değil mi?
“ - Efendim, insanın elinde değil ki “ demek gerçekçilik midir? Ev alırken, kiralarken, semt seçerken, elbise ya da otomobil alırken kendi boyuna ve kilosuna göre tercih yapan / yapmak zorunda olan insanın böyle bir uçuk tercihini ne ile izah edebiliriz?
-Ya, evli oldukları hâlde başkasına aşık olduklarını, “ gönüllerinin kaydıklarını “ söyleyenlere ne diyeceğiz?
Yere sağlam basamayan, güzergâhını bilmeyen, rüzgâra göre yön değiştiren gönül olabilir mi?
Sadâkatin ve sözün hiç mi değeri yok?
Kendi başına gelmesini asla istemediği bir olayı eşinin başına getirmekten çekinmeyen gerçek bir gönül olabilir mi?
Sağlam bir tutanağı olmayanın ancak kayabileceğini düşünürsek eğer, kayma arifesinde ise eşine karşı samimi olması ve onunla gerçekte bitmiş olan bir ilişkiyi şeklen de bitirmenin gerektiğini anlatması gerekmez mi?
“ Çocuk / çocuklar “ mâzeretine sığınarak bunu yapmadıklarını / yapamadıklarını söyleyenlerin yıllar geçtikten sonra o çocuklara söyleyecekleri ve sığınacakları kılıf ne olabilir?
Ya kendi vicdanlarına? ( eğer kalmışsa )
Onca ihanete mâzeret olan bir duygu kutsal bir duygu olabilir mi?
..Ve, bunları aşk adı altında izah etmek gerçekten doğru mudur?
…………………….
- İlâhi aşk aşkın neresindedir? Asıl mıdır, tâlî midir?
Hangi sevgili, ağırlanması gereken gönül makamında başka bir sevgilinin ağırlanmasına rıza gösterir? Kıskançlık ya da kırgınlık olmaz mı? Hangisinin ağırlığı ve önceliği daha fazla olur? Ve hangi gönül iki sevgiliyi yeter?
Onlarca soru ve verilecek kısır cevaplar…
Kişi bilmediğine düşman olurmuş ya, acaba bilmemek, tanımamak ve tatmamak en doğrusu mu?
Yanlış öğrenilenin düzeltilmesi mâdem daha zor, yanlış tanımak ve öğrenmektense hiç tanımamak ve öğrenmemek daha mı mantıklı?
Kesişir mi bir yerlerde yolumuz kim bilir?
Belki bir gün,
Belki hiçbir gün!
YORUMLAR
Hocam şiirleriniz kadar yazılarınız da çok güzel bir anlatım ile göz önüne sunup bize geleceğe dair güzel örneklerde bulunuyosunuz....
Ne güzel demişsinz Yusuf Züleyhanın ahlak dişi isteğine evet deseydi Ne Yusuf Yusuf olurdu ne Züleyhanın Züleyhalığı kalırdı..
Yusuf Yakupun oüluydu üstünden iffet akardır ve Hz.Yakupun sözlerini her zaman hatırlardı Nefsine yenik düşme oğul...Ki Yusuf Nefsine yenik düşmedi...Efendisini kağıt üstü nikahlısı olsa dahi efendisine ihanet etmedi...Ne mutlu ona...
- İlâhi aşk aşkın neresindedir? Asıl mıdır, tâlî midir?
Hangi sevgili, ağırlanması gereken gönül makamında başka bir sevgilinin ağırlanmasına rıza gösterir? Kıskançlık ya da kırgınlık olmaz mı? Hangisinin ağırlığı ve önceliği daha fazla olur? Ve hangi gönül iki sevgiliyi yeter?
Yazının bu bölümünde de ne güzel bir soru sormuşunuz...
Elbette hiç bir gönül iki sevgiliye yetmemeli yetmez de...
Sevgili dediğin Fethi tek Fatihi tek İstanbul gibi olmalı...Günümüzde öyle aşklara henüz rastlamış değilim belki de yaşım genş olduğundadır illerleyen yaşlarda belki de görürüm...
Bunu ben değil değil bir ''Rabbim''bilir...
Ama bana sorar olursanız gerçek aşk nedir fikrimi beyan etmek isterim...
Gerçek aşk fikrimce Sabırla beklemektir sevdiğini....Örnek vermek gerekirse Yusuf nefsine yenik düşmemiş Mecnun Leylası upruna çöllere düşmüş de Leyladan başkasını sevmemiş...
Gerçekten sevenin kalbine tek sevda dişinda başka bir aşk girmez görmemeli de aksi taktirde adı ihanet olur....
Güzel ve anlam yüklü paylaşımınız için teşekkür ederim değerli hocam...Saygı ve dua ile
bir genç çarşıdan geçen prensesi görür ve ona körkütük aşık olur
yemekten içmekten kesilince babası onu bir alime götürür
alim, dediklerimi yaparsan padişah kendi eliyle kızını sana getirir demiş
genç önce kuranı hatmedip sonrada ezberlemeye daha sonra diğer limleri öğrenmeye ibadete başlamış. uzun yıllar sonra öylesıne candan öylesine içten ibadet etmişki
artık melekleri görmeye başlamış.
bu uhravi atmosfer onu dünyevi her şeyden soğutmuş
ünü ülke sınırlarını aşan bir alim olmuş.bunu duyan padişah kızıyla evlenmesini talep etmiş
genç
ben gerçek aşkı buldum demiş
paylaşmak istedim çok acele yazdım
kusurlarım affola
saygılarımla üstad
bence böyle iyi yolunuzu hiç çakıştırmayın aşk artık yok çünkü insanlar heveslerini ihtiraslarını gönül maceralarını artık aşk adıyla anar oldular.başta saydığınız aşklar leyla mecnun gibi büyük aşklar asla beden boyutuna inmemiştir ve hep belirli bir boyutta kalmış derinliğine indikçe,saf ve dünyevi heveslerle kirletilmediğinden ilahi aşkla bütünleşmiştir.Yusuf ile züleyha kıssası okuduğumdan biliyorum ki züleyha yusuf peygamberin dini ile tanışmadan sadece dünyevi ihtirasları ile ona kavuşmak istemiştir.ancak aşk olgunlaşıp ilahi aşk doğduktan sonra kavuşmak kabil olmuştur.helal haram cephesi dünya kirlerine batmamak aşkı yücelten etkenlerdir.aksi savrulup gitmektir o gönülden o gönüle ..aşkın ucu ilahi kapıya çıkmadıktan sonra ki bu devirde bunu yaşayacak kullar olduğunu pek sanmıyorum aşk için tarih oldu demek mümkündür.
aman yollarımız çakışmasın o tuzağa kimseler düşmesin düşenlerin hali ibret olsun bizlere tüm kullara.güzel bir yazı okudum saygımla...
Şiirlerinizden sonra hepimizi yakından ilgilendiren bu ilginç koyuyu kaleme aldığınız yazınızı zevkle beğenerek okudum.
Okuyucuyu derin derin düşündüren konular.
Aşk bir bağımlılık mıdır ki; iradeyi ortadan kaldırıp, kişiyi tanınmaz kılıyor.
Aşk ve sevgi arasında ne farklar fardır.
İlâhi aşk aşkın neresindedir? Asıl mıdır, tâlî midir?
Ben bu soruyu naçizane cevaplandırmak istiyorum.Bence bir tek aşk vardır o da ilahi aşk.Allah aşkı.Diğerlerini
aşk saymıyorum. dünyevi aşk da Allah aşkının bir görüntüsüdür.Yaradılanı severim ,Yaradandan ötürü.
Bu aşk değil sevgidir.Bizim aşk ve sevda zannettiğimiz şey de geçici heveslerdir.
Eşlerin birbirine olan bağlılığı.Belki baştan aşık olup evlendiklerini zannetselerde.Sevgiye saygıya sabıra ve özveriye dayanan birlikteliktir.
Bu konu derin bir tartışma konusu olur aslında.Bizim kuşakta eş aldatma yoktur veya ben kabul etmiyorum.
Hele çocuk da olmuşsa.
Şu anda vakit ilerledi.Yorgunum.Keşke yazınızı erken saatte okusaydım.Sayfalar dolusu duygu ve düşüncelerimi sıralardım.
Harika bir konuydu.Acaba Leyla ile Mecnun birleşse aralarında aşk kalır mıydı.Bence asla kalmazdı.
Sevgiyi sevgi yapan onu kutsallaştıran gizemidir.Gizem perdesi açıldığı anda aşk kalmaz.
Elinize sağlık.Başka yazılarınızı da bekleriz efendim.
Paylaşım için teşekkürler.Selam saygılar
Mükemmel bir çalışma.
Şiirlerinize aşinayız, gördüm ki; nesir alanında da çok başarılısınız...Yazı başlı başına özgün ama Arjantin borsasını örnek göstererek aşkı tanımlamanız son derece özgün ve zekiceydi :)
Ayrıca Peygamberimiz, " Doğruluğundan şüphe ettiğiniz şeyi yapmamanız daha hayırlıdır" demiş. Mümkünse aşık olmamak, ama çok sevmek en iyisi bana göre...
İmlaya biçime son derece önem vermişsiniz. Bu, çalışmanıza değer katıyor. Daha ne olsun...
Günümün favorisi yazınız.
Saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 4/4/2011 7:04:23 PM zamanında düzenlenmiştir.