Dâvâ-yı Şiir'e ve Hayâl-i Şair'e Dair...
Şiir ülkesinin tahtına bir gün oturmak için Vaktin Sultanı’nı kendine mürşid kıldı genç... Ve davasını haykırdı:
-"Dava şiir yazmaktan da, şair olmaktan da ötede... Dava ötelerin ötesinde... İşte bizim kavli imanımız. Ve iş; hikmetle varılacak her şeyin (başlangıcı ile beraber) nihayeti de olan Hakîm’e varabilmek; hiç olmazsa bu uğurda bir topal köpek, noksan bacaklı bir karınca, bir kanatsız kuş misali yolunda olmak; vasıl olamasak da o yolda ölebilmek. Dildeki bu imanı ve zahirdeki o gayreti; ruha indirebilmek ve hal edinmek mesele. Harflerin ve rakamların, düşüncelerin ve çekincelerin arkasında saklı tasa işte bu. Yani O... Azze ve Celle... Gece gündüz demeden şiiri hikmet bilip, imandan belleyerek; bir sırlı ülkenin sırlı yataklarında Hikmetin Kaynağı’na doğru durmadan akmak.
’Her şey için şiir yazılabilir evet ama marifet; şairi olunacak şiiri yazmak...’ düsturunca birtakım kaygıları bir kenara bırakıp; mısraları basamak kılmak, satır satır alçaldıkça öte yandan her satırda noktalar ve virgüllerle beraber her kelimeyi bir vasıta ederek marifetin burcuna doğru yükselmek ve şekillerin dili ile; sonu olmayan gayeye varmak için yazılan her şiirin son mısrasının peşisıra; henüz yazılacak şiir çok, yapılacak iş ise daha çok diyerek; ’nokta nokta ve noktalar’ koymak... Arif olamasak da onlar gibi olmaya çalışmak. Bir mısra ile dahi olsa bu amaca ruhu adamak. Yahut bir noktacık bir benzemenin derdine düşmek, İsmail misali manevi başı uzatmak meydana. Kalemin Üzerine Yeminler İçen için yalnız hak ve hakikat sevdası ile ve bir vesile olma ümidi ile yazmak yazmak yazmak... İşte dava..."
Sonra hayallerinden bahsetti genç:
-"İstiyorum ki; şiire benzeyen şeyler ve şiirler yazayım. Ta ki 7 kitaplık çapta olsun. Şu an için bilemediğim ama ümid ettiğim bir zaman 95 şiir(!)den müteşekkil ilk kitabı çıkarayım: ’Kitab-ı Miir...’ Sonra ikincisini, içinde 96 şiir(!) olsun: ’Kitab-ı Niir...’ Ardından 97 şiir(!)lik üçüncü kitap çıksın piyasaya: ’Kitab-ı Oiir...’ Ahali hayret içinde iken bomba patlasın; dördüncü kitap dağılsın dört bir yana; 98 şiir(!) ile: ’Kitab-ı Piir...’ Ve bir zaman sonra şiir(!) sayısı 99’dan ibaret beşinci kitap: ’Kitab-ı Riir...’ Yavaş yavaş şekiller yerine oturuyor der gibi 100 şiir(!)lik altıncı kitap okunsun orda burda: ’Kitab-ı Siir...’ Ve nihayet özlenen, beklenen gün gelip çatsın; meçhul bir yılın malum bir ayı (7. ay) malum bir günü (7. gün) malum bir saati (19.00) 101 şiirlik yedinci kitap fışkırsın: ’Kitab-ı Şiir...’ Ve devrilsin kadeh...
Evet, istemenin verilmeye vesile olduğuna iman ederek istiyorum..." dedi ve devam etti:
"Bütün kitapların kapak fonları siyah olsun. Kapkaranlık bir geceden bile siyah; simsiyah. Ve kitap isimleri kırmızı renklerle süslesin karalığı. Kırmızı en açıktan en koyuya 7 tona ayrılsın ve her çıkan kitap ile ton ağırlaşsın... Nihayet son kitaba gelince, öyle bir kırmızı ile yazılsın ki ’Kitab-ı Şiir...’, yangın rengini andırsın. Görenler, okuyanlar yanacağım zannetsin. (Ellerinden atsalar da bu korku ile ziyanı yok. Yere düşeni tekrar el üstünde tutacaklardır zannımca ...) Kapağın sağ dip kısmında en küçük puntolarla ’sır...’ yazılsın... Kitabın kapağına bakanların farkedemeyeceği kadar küçük harflerle noktalansın ’sır...’ Ve her kitap tek sayfa numarası ile bitsin... Kâh 111, kâh 333..." dedi genç...
Genci dinleyen Oktay abisi güldü ve:
-"İyi de oğlum senin neren sır, apaçık ortadasın ya hu!..." Genç de güldü ve cevap verdi:
-"İyi de abi ben de biliyorum kendimin sır olmadığı. Sır olan şair, şair..." Oktay abisinin sanki bir an kafasının karıştığını hisseder gibi olan genç hemen araya girdi:
-"Yani abi diyorum ki; şair olan sır. Ben sır değilim. Sır olmadığım için de şair değilim..." Oktay abi:
-"Hee tamam, dedi... Öyle söylesene ya hu!..." Sonra: "Peki dedi şu kitap işine bakan kimseleri araştıralım. Ya da bir mail atalım sen bir şekilde bunu yazıya dök..." diye ekledi... Genç:
-"Pek âlâ..." dedi... Ve döktü... Aslında dökeceği daha çok şeyi vardı ama artık noktayı koymanın zamanı geldi, dedi içinden ve noktayı koydu ama;
...
Ankara, Nisan 2011
YORUMLAR
Beyda derki,
Ne zaman ki senin sohbetinden sıyrıldı yüreğim
İşte o günden beri biçareyim
Ne zaman ki kalbimdeki yerini başka heveslere pazarladım
İşte o andan beri avareyim
Senden uzaklık ateşmiş Ya Rab
Yanıyorum merhamet et
Gül kokulu bahçeler düşlemedim
İçinde türlü nimetlerin olduğu cennetler hayal etmedim
Sana sığındığımda tek duam vardı dilimde..
Rabbim sana layık olmam için bana yardım et
Seni her zerremde hissetmeyi diledim hep …
” Dilinin iddiasını yüreğin ispatlayamıyorsa sükût et !…
şuurdur her şeyden ziyade şiir...
şair de şiire akseden bir nur
selam dua ile...
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 4/4/2011 7:26:02 PM zamanında düzenlenmiştir.