- 1060 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
MAZİMDEN YAPRAKLAR - 2
Yıl 1965. Yaşadığım yer olan İstanbul-Kurtköy ve civar köylere henüz elektrik bile gelmemiş. Sular deseniz köy meydanlarında ve mahalle aralarında bulunan çeşmelerden gürül gürül akıyor. Kurtköy’e Aydos Dağı’ndan geliyor su. Tadını hiç bir yerde halâ bulamadığım kadar güzel.
O yıla kadar beş sınıfa tek öğretmenin hizmet verdiği Kurtköy İlkokulu’nda ilk olarak ikinci bir öğretmen daha görev yapmaya başlıyor. 1,2,3. sınıflara bir öğretmen, 4,5. sınıflara diğer öğretmen bakacak.
Ben de 4.sınıfa başlayacağım. Kurtköy’ün bir tarafı ahır, diğer tarafı bakkal dükkânı olan üç kahvesinden birini kiracı olarak babam çalıştırıyor. Babamla birlikte hem evimiz hem de iş yerimiz bu kahve.
Sigara dumanından rengi siyah görünen ahşap tavanı, iki tarafı komple pencere , iki giriş kapılı, kırık-dökük ahşap sandalyeleri, her yaştan müşterileri olan, ortasında köyün en yaşlı kara çınar ağacı, akasya, ıhlamur ve bir de yeşil çınar ağacı ile çiçekliğinde zambaktan güllere kadar her çeşit çiçeği bulunan genişçe bahçeli tek katlı kahve. Bir de su kuyusu var bahçede, 5-6 metre kadar derinlikte. Sepete konulan gazozlar iple bu kuyuya sallandırılıyor soğuması için.
Yeni gelen öğretmenimiz, henüz yeni mezun olmuş, gencecik, nişanlı bir bayan ; İlhan Hanım. Bize o geliyor. Daha ilk günden itibaren yıldızımız barışıyor onunla. Sayesinde okumayı çok sevmeye başlıyorum. Her şeyimle ilgileniyor. Bana değer veriyor. Bir öğretmen, bir abla gibi davranıyor aslında.. Fakat ben onu daha çok annemin yerine koyuyorum. Çünkü en çok anneye ihtiyacım var benim.
Kurtköy’ün ve okulun en ezik çocuğu iken birden bire popüler olmaya başlıyorum onun sayesinde. Kendime güvenim artıyor. Değerli hissetmeye başlıyorum. Çok ders çalışarak, okuyarak, çok önemli biri olabileceğime inanıyorum.
Bir taraftan müşterilere hizmet ederek, diğer taraftan inatla derslerimi çalışmaya uğraştığım o köhne kahvede, bir de hayatımı yazmaya, bu konuda bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Hatta bir de şiir yazıp, şarkı gibi aylarca mırıldandığımı hatırlıyorum :
Öksüz aşkı böyle işte ;
Tatlı başlar acı olur.
Bütün öksüzlerin aşkı,
Hicran ile son bulur .
O köhne kahvede, o sefaletin içinde en mutlu günlerimi yaşıyorum. Neşeliyim, mutluyum, gülüyorum ve oynuyorum. Köyün çocukları oyunlarına beni de alıyorlar. Bir çoğunun evlerine oynamaya ve ders çalışmaya gidiyorum.
Okulda her derste parmağım havada. Okulun en çalışkan, en akıllı öğrencisi benmişim. Kıskanıyor bir çoğu. Babam benimle iftihar ediyor. Geleceğimden umutlanmaya başlamış.
.....
Bir gün okulda bir duvar gazetesi çıkaracağımızı söylüyor İlhan öğretmenim. Seviniyoruz. Hepimiz yazı ve şiirler yazıp asabilecekmişiz gazetemize. Seviniyorum ben. Şiirlerimin orada asılı olduğu günleri hayal etmeye bile başlıyorum. Gazeteye isim seçmemizi istiyor bizden öğretmenimiz. Aklıma ilk gelen isim ; Cin Ali, oluyor. Beğenilmiyor. Israr ediyorum ben.
Cin Ali, benim kahramanım. Elektrik olmadığı o günlerde köyümüze gelen , jeneratörlü seyyar sinemacının adı. Beni çok seven, benden sinema parası almayan, ak saçlı, sevimli adam. Dedim ya ; kahramanım benim.
Sürekli ısrar ediyorum. Cin Ali, Cin Ali diye tempo tutuyorum. Çok kızdırıyorum İlhan Öğretmeni. Öyle ki sabrı taşıp, elindeki cetvelle bana vurmak zorunda kaldı, hem de başıma.
Çok canım yanmadı belki, üstelik haklıydı da ama çok dokundu bana. Annem yerine koyduğum, ilk defa şefkat gördüğüm o iyi insanın bana vurması çok ağrıma gitti. Masaya kapanıp dakikalarca ağladım.
O bir idealistti aslında. Severek öğretmen olmuştu. Milliyetçi ve Ülkücüydü. Aklındaki ismi verdi gazetemize : Bozkurt. Hiç sevmedim ben o ismi. Hiç şiir yazıp asmaya kalkmadım. Okumadım bile.
Haklı da olsa pişmanlık duymuş öğretmenim bana vurmak zorunda kaldığı için. Ertesi günden itibaren gönlümü almaya başladı. Daha içten davrandı bana. Okumayı daha çok sevdirdi.
En çok sevdiğim ilk öğretmenimden yediğim o dayak, tüm öğrenim hayatımda yediğim tek dayak olarak hafızama yerleşti.
Yarım bıraktığım tahsil hayatım adına önce babamdan sonra İlhan öğretmenim ve orta okulda tanıdığım Behice Yalkın öğretmenimden utandım hep. Yaşadıkça da onların haklarını ödemem mümkün olmayacak.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Herkes konuşuyor derler ya...
Herkes konuşmalı ki doğru bulunabilsin.
Pekala neticede bulunanın doğru olduğunu nasıl anlayacağız?
En güçlü kimse onun dediği mi doğru olacak..şimdiye kadar olduğu gibi ?
Geçen gün eşimin okulunda bir bayan öğretmenin saçlarını yolmuş öğrencisi..
Şimdi diyorsunuz çekmiştir birazcık...
:))))
Yok değil..Yolmuş ...Bayağı saçlarını yolmuş...Bir tutam sınıfta ..bir tutam koridorda..bir kısım ise peteğin üzerinde.
Kendisinden sonra sınıfa girmeye çalışan bir öğrencisini sınıfa almayınca ...."ben reisim ..sonra fena olur..." demiş öğrencisi eşime.
Kaç öğrenci hap kullanıyor...biliyormusunuz ?
Kaç öğrenci uyuşturucu müptelası...
Onlara değer verilmiyor..
Onlara fert olarak davranılmıyor.
Değersiz yetiştiriliyorlar...
Resmi bayramlarda bile malzeme olarak görülüyorlar..
Eşim bir öğretmen olarak çocukların Spor bayramında gördüğü eziyetten rahatsız.
Protokol önünde su çiçek başlarının üstünde gölgelik etraflarında bir sürü hizmetkar...
Çocuklar güneşin altında ..aç sususz ..
Bir de adı " gençlik "bayramı...
Anlayamadığımız bir husus var...
Özel okul öğretmeni ile devlet okulu öğretmeni farklı dünyalardan gelmiş...gibi.
Üzerinde konuşulacak derin bir mevzuu ..böyle bir sözle hükme bağlamak olmaz.
Yazıya gelince sayın Tezal...
Ben de bir dağ köyünde...
Yolların sonu olan köyde başladım ilkokula..
Köy kahvehanesinde yaşlılar bize matematik soruları sorardı...
Onları anımsadım...
Benim Aysel öğretmenim beni asla dövmedi..
Şimdi o ilk günkü siyah yakalı sevgimle anıyorum onu.
Size de şükranlarımı arz eder..Hayırlı uzun ömürler dilerim.
Fikret TEZEL
Sevkat gördügü birinden böyle bir davranis bicimi karsisinda hangi cocuk olsa aglardi tabi.
Ögretmen degil bunu bir anne bile yapsa cocuk bir ürperirdi.
Türkiyede okumamis olmam icimde bir derttir kiskanilacak bir sey..
Ama cogu kez okudum ögretmenlerin cocuklari dövmesini bir türlü aklim almiyor bunu ne hakla yapabiliyorlar.
Ögretmenlik kutsal bir görev diyorlar ama kutsal olan her seye illaki leke süren birileri cikiyor.
Gerci sizin ögretmeniniz üzülmüs yaptigindan pismanlik duymus.
Siddete karsi cikiyoruz ama okulda dahi siddet uygulanirsa ne gibi bir toplum bekliyoruz ki.
Yüreginize saglik severek okudum yine.
Saygilarimla
hicbitmez tarafından 4/3/2011 11:28:16 PM zamanında düzenlenmiştir.
Fikret TEZEL
çok öğretmenlerim oldu.....çok şeyler öğrettiler...bir anne kadar şefkatli olanıda vardı....üvey baba üvey ana gibi gaddarlarıda vardı .....ruh hastalarını çoktan unuttumda gerçek öğretmenlerimi hiç unutmadım unutamadım....hele askeri okuldaki hasta kişiliklilerden her daim nefret ettim....sürgün beceriksiz hasta kişilerdi ....yerleştiğim yerde ortaokuldan müzik hocam var nedrede görsem elini öpüyor hazırolda duruyorum....yine bir nostalji fikretciğim sen yaz yüreğinle korkusuzca yazıyorsun sevgiler....saygılar
Fikret TEZEL
Fikretim...
Aşağıda anlatacağım olayı bir yazmda da geçmiştim. Şimdi hatırlamıyorum hangi yazıydı...
Ama şimdi kısaca anlatayım;
Orta üçteyim. Sevdiğim kız tahtaya kalktı.. Öğretmenin sorusu çok basit ama kızcağız kilitlenmiş cevap veremiyor .
Öğretmen elindeki cetvelle vurdu.
Hangi duygu hangi cesaret ;
Bağırmışım o anda...
VURMA ONAAAA diye....
o günler çok güzeldi gardaşşş... senin yazında çok güzel tabiii...
selamlarımla...
Fikret TEZEL
Geçmiş yılları sorgulayan ve düşündüren bir yazı...Özellikle o dönemin yoklukları, sıkıntıları ve bunun karşısında insanların davranışı tepkileri söz konusu...
Onur BİLGE, nin düşüncesine tamamen katılıyorum Fikret abi...Biz de bilirsin her kurum kendini maşallah çok iyi savunur adeta bu kurumda görev yapanlar birer evliya gibidir....Üstelik Atatürk, ün her kurum için söylediği övündürücü sözler bu kurumların kapısında dokuz sütuna manşet misali asılmıştır..Ama ben bu sözleri orada görev yapan insanların uydurduğunu hep düşünmüşümdür...
İlkokulda bir kadın öğretmenimiz vardı...Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden sayılırdı...Sınıfı her gün sıra dayağından geçirmeden rahat etmeyen belkide ruh hastası bir tipti...Ama özellikle fakir öğrencileri döverken zenginleri de kollardı...Maşallah sanki cumhuriyet jandarmasıydı...Öyle zor dersler verirdi ki bizim ders kitaplarında olmayan konuları sorardı...Bizler şaşırırdık...Bizlere "annenize, babanıza sorun yardım etsinler" derdi...Ama fakir öğrencilerin anne babaları cahildi...Bir çoğunun okuma yazması bile yoktu..Çünkü bir çoğu göç ile gelen insanlardan oluşuyordu...Zengin öğrenciler eski İstanbul kökenli sayılırdı...Anneleri babaları her karne dağıtımında hediye ile gelirdi...Bizimkiler ise anca kayıt zamanı bir kez gelmişti...Ertesi günde işte bu yüzden dayak sahneleri yeniden tekrar ederdi...
O yıllarda büyükler için okuma yazma seferberliği nedeni ile akşam okulları açılmştı...Annem Babam, ben üçümüz el ele tutuşup okula giderdik...Onlara "ALİ AT TOPU" ve üçgen, kare, küp çizmeyi ben öğretmiştim...Üstelik uykusuz yorgun gözler ile bıkkınlıkla...Neden 1923 cumhuriyeti anneme babama okuma yazma öğretmedi de beni beklediler...Onlar balolar da cumhuriyeti kutlarken bakanlık,memurluk,subaylık makam mevki telaşında oldukları için belkide..
Nerede kurulmuştu bu modern cumhuriyet. İşte sonraki yıllarda bunu sürekli düşünürdüm...Kendilerine mi kurmuşlardı bu devleti..
Bu olayları zaten bir çoğumuz fazlasıyla yaşayıp görmüşüzdür...Bugün ülkemizin yaşadığı sorunlar, çatışmalar, yozlaşmaların kaynağıdır belki bu yıllarda yaşananlar...Bir bayrak ile büst ile asker dipçiği ile modern cumhuriyeti bu günlere, ite kaka getirdiler..Al sana şimdi "modern cumhuriyet" misali...
Biraz konu dışına yaştı gibi ama bugünkü iktidarı,asıl dini otoriteyi yaratan bu sistemi göz ardı etmemek için düşüncemi belirttim...
Paylaşım değerliydi..Selamlar, saygıyla Fikret abi..
Fikret TEZEL
Okul hayatımda hiç sopa yemedim ama öğretmenlerim bir başka arkadaşıma vurduklarında bana vurmuşlar gibi hırslanırdım.Hatta yatılı okulda arkadaşımı koruyup öğretmenime karşı geldiğim için 8 saat ayakta dikilmiştim.Öyle bir tavır takınmıştım ki sürekli karşımda duran öğretmenim verdiği cezadan pişman olmuştu.
Bu olaylar belki o an için geçmiş gibi görünüyor oysa insan hayatını bir ömür etkiliyor.Anlamlı bir anıydı.
Selam ve saygılar
Fikret TEZEL
Daha önce okumuştum. Sonraları siz başlamıştınız seyyar sinemacılığa değil mi?
Küçükkken hepimizin örnek aldığı, büyüyünce onun gibi olmak hayalini kurduğumuz kahramanlarımız oldu.
Hayat her insana değişik yüzünü gösteriyor ne yazık ki.
Tahsilinizi yarım bırakmışsınız. Mutlaka geçerli sebepleri vardır.
Kaleminize sağlık. Sevgi ve saygıyla
Fikret TEZEL
Sevgi Salman
Ben de ünversite 2 den ayrıldım.
Her türlü şiddetten bahsedilen bir memlekette, okullardaki şiddetin üstü örtülmeye devam ediliyor. "ETİ SENİN, KEMİĞİ BENİM!" sözü öyle bir yer etmiş ki kolay kolay değişeceği, değiştirileceği yok! Öğretmen zulmü, hafife alınacak gibi değil! Bu zihniyet ortadan kalkmadıkça çocuklarımız, torunlarımız, yedi göbek ötesine kadar ezilmeye devam edecek.
Ne için ve ne şekilde olursa olsun, artık bu konuda zulme uğrayanların sesi duyurulmalı!
Diyorlar ki: "Öğretmenlere neden bu kadar yükleniyorsunuz?" Diyorum ki:
"GEREKTİĞİ İÇİN..."
Onur BİLGE