- 607 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Arabacının Yenilgisi 1
Sinan, kendisi gibi öğretmen olan diğer arkadaşlarıyla neşe içinde, güle oynaya, kimi zaman birbirlerine takılıp kızdırarak okey oynuyordu.
Önemli bir işleri yoksa her hafta sonu mutlaka burada buluşup, vakit geçirmek amacıyla eğlenirlerdi.
Oturdukları öğretmenler sitesinin lokaliydi burası. Yazları, bahçe kısmı tüm ailelere açık olurdu.
Arabacı Celal, yine Sinan öğretmenin yanına oturmuş, onların eğlenceli oyunlarını izliyor, arada kendisine de ısmarlanan çayını içip sigarasını tellendiriyordu.
Koca mahallenin taksisi, kamyoneti, Pazar alışverişi, odun, kömür taşıyıcısı gibi çalışırdı bakımsız bir beygirin taşıdığı arabasıyla. Onun da geçimi bununlaydı. Kimin taşınacak bir eşyası olsa hemen arabacı Celal’i bulurdu. Uzun yıllardır bu işi yaptığından artık herkesin tanıdığı bildiği olmuştu. Bu yüzden veresiye çalıştığı bile olurdu. Çoğunlukla öğretmen ve diğer memurların oturduğu bu mahallede, Celal’e borcu olanlar, hiç sorun etmeden ödemelerini maaşlarını aldıkları güne bırakırlardı. Arabacı Celal de bu durumdan şikâyetçi değildi. Kimsede alacağı kalmamıştı bu güne kadar. Herkesin güvenini kazanmış, dürüst biriydi. Pazardan alışveriş yapan hanımlar aldıkları eşyaları onun arabasına koyar, hatta evlerinin anahtarını verip götürüp bırakmasını isterlerdi.
Kırk yaşında olmasına karşın ellili yaşlarında gibi duran Celal, zayıf, bakımsız, kısa kesilmiş saçları ve kirli sakalıyla yine de yüzünden gülücüğü eksik etmeyen, beş çocuk babası yoksul biriydi. Karısı tam dört yıldır yatalaktı. Kocasına yardım ettiği bir çatı onarımı sırasında yukarıdan düşünce omurgasındaki zedelenme felç olmasına neden olmuştu. Yürüyemiyordu.
Beş çocuğu ve yatalak karısının geçimi işte bu sahibi gibi bakımsız zayıf beygirin taşıdığı arabaya bağlıydı. Büyük kızlarından ikisi son bir yıldır bir konserve fabrikasında çalışmaya başlamışlardı. Sezonluktu işleri.
Sinan öğretmen, oyun oynarken arabacı Celal’in yanında oturmasını mutlaka isterdi. Onun kendisine uğur getirdiğine inanırdı. Kolay, kolay yenildiği görülmemişti.
Vakit epeyce ilerleyince biten oyunun ardından artık herkes evine gitmeye hazırlanıyordu. Arabacı Celal çoktan tutmuştu evinin yolunu.
Sinan, diğer öğretmen arkadaşlarıyla birlikte evlerine doğru giderken her zamanki gibi oturmaktan kasılan bacaklarının açılması için cadde boyunca sohbet ederek yürümeye başladılar. Mahallenin sonuna doğru Arabacı Celal’in oturduğu evin önünden geçiyorlardı yine.
Burası iki katlı bir köy evinin bodrum katıydı. Evin küçük pencereleri kaldırım hizasındaydı. Her zamanki gibi pencere açık, tül perdeleri çekilmiş ve içeriden müzik çalardan yüksek sesle neşeli şarkılar çalınıyordu. Kaç kez geçtilerse buradan bir kez olsun hüzünlü şarkı ya da türkü duymamışlardı.
Tayyar öğretmen:
-Yahu arkadaşlar, dedi. Şu arabacı Celal’i kıskanmamak elde değil. Arkadaş hayatın ne türden çilesi varsa hepsini yaşamış ve yaşamakta, yine de bir gün olsun hüzünlü olduğunu, suratının asık olduğunu görmedim. Hele de şu müzikler. Ne yapıyor bu adam, nasıl beceriyor böyle neşeli olmayı?
-Al benden de o kadar, dedi Sinan öğretmen. Sözüm ona bizim mesleğimiz var, işimiz aşımız var, yetmese de bizim gibi meslek sahibi olan ve çalışıp para kazanan eşimiz var, dilediğimiz şeyi zorlansak da mutlaka alırız, yaparız, yer içeriz ama vallahi şimdi eve gideceğim yine, herkes sus pus, herkes kendi köşesinde, suratlar asık. Nedir bu bizim doyumsuzluğumuz? Ya da nedir ki bizim sorunumuz, yanlışımız da, hayata Celal gibi bakamıyor, tat alamıyoruz?
-Celal’e sormak gerek, dedi Tayyar öğretmen, gülerek.
Yürüyüşten sonra herkes evine giderken, Sinan öğretmen bu işin sırrını Celal’e sormayı ciddi, ciddi kafasına koymuştu. Sormak da yetmez, dedi içinden. Evine gidip orada gözlerimle görmeliyim. Bir şekilde yolunu bulup bir kahve içmeye gitmeliyim. Onun hayat felsefesini öğrenmeliyim. Nedir bizdeki eksiklik? Bizim yapamadığımız, beceremediğimiz, göremediğimiz şey nedir? Celal gibi yoksul, parasız, zavallı biri nasıl beceriyor hayatla baş etmeyi? Nasıl başarıyor mutlu olmayı?
Kafasındaki daha bir sürü sorularla yatağa girdi. Ertesi gün ne yapıp edip Celal’in evine gitmenin planlarını kurdu.
Pazartesi günü okuldan çıktıktan sonra, doğru Celal’in arabasıyla iş çıkar umuduyla beklediği meydana gitti. Orada bakımsız, zayıf beygirini arabasıyla birlikte bir dut ağacının gölgesine çekmiş, kendisi de arabanın üzerinde oturmuş sigara içiyordu.
Gülümseyerek Celal’e doğru gidip selamladı.
Celal, Sinan öğretmeni karşısında görünce her zamanki saygısıyla bir çırpıda atlayıverdi arabadan aşağıya. Adeta kumandanı karşısında selama duran asker gibi, mahcup, yüzünde tebessümle:
-Merhaba Sinan Bey, dedi. Hayrola öğretmenim? Yapılacak bir iş mi var?
Sinan öğretmen, hemen başından o yakınlığı ve samimiyeti kurmak için, elini Celal’in omzuna atıp:
-İş sayılır mı bilmem, ama seninle bir işim var.
-Emret öğretmenim.
-Ricam olacak. Emir değil bu. Celalciğim, şu marketten biraz bir şeyler alayım sonra birlikte senin eve gidelim. Bir kahve içmeye gelmek istiyorum sana. Misafir kabul edersin herhalde.
Celal duyduklarına inanamıyor gibi, susmuş Sinan öğretmenin yüzüne bakıyordu.
-E, ne diyorsun? Misafir kabul edecek misin? Dedi Sinan öğretmen yeniden.
-Öğretmenim ne demek? Sizin gibi değerli bir insan evime misafir olmak istiyorsa bu benim için şereftir. Kahvemiz de olur çayımız da, yemeğimiz de.
-Celal kardeş, senin gibi yüreği güzel bir insana misafir olmak da benim için şeref olur. Kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. O zaman, sen şimdi evine git, ben şuradan bir şeyler alıp geliyorum. Böyle habersiz paldır küldür gitmeyelim. En azından evdekilerin haberi olsun.
-Hiç önemli değil öğretmenim. Haydi, atlayın arabaya gidelim birlikte.
-Yok,yok. Sen dediğimi yap. Git şimdi. Ben birazdan gelirim.
-Tamam öğretmenim. Nasıl istersen.
Beygirin yem torbasını ağzından çözüp arabanın üzerine koydu. Yularından tutup hareket ettirince, yeniden Sinan öğretmene dönüp:
-SinanBey, yalnız mısın, yoksa yengeyle birlikte mi geleceksiniz?
-Bugünlük yalnız geleceğim Celal kardeşim. Yengeyle de bir başka zaman mutlaka gelmek isteriz. Bugün seninle sohbet edeceğiz.
Marketten elindeki torbalarlarla çıktı. En az bir haftalık yiyecek maddeleri almıştı. Elindeki torbaların ağırlığına aldırmadan, bira satılan bir büfede durup altı yedi kutu bira aldı. Ortam müsait olursa birlikte içeriz Celalle bunları. Olmasa da, kendisi içsin, afiyetle, dedi içinden.
Şimdi önünde en az on beş dakika yürümesi gereken yolu vardı. Yürüdükçe torbaların ağırlığını hissetmeye başladı. Keşke Celal’i dinleyip arabasıyla gitseydim, diye geçirdi içinden.
Celal’in evine vardığında, yük taşımaya alışık olmayan parmaklarında torbaların ağırlığının bıraktığı izlere baktı. Kalınca kırmızı bir çizgi oluşmuştu her iki elinin parmaklarında.
Celal, Sinan öğretmeni kapıda karşıladı. Ellerindeki torbaları aldığında:
-Bunları size aldım Celal, dedi Sinan öğretmen. Kusura bakma elim boş gelmek istemedim.
-Ne gerek vardı öğretmenim. İnanın mahcup ediyorsunuz.
Bahçe kapısından içeri girip evin arkasına geçtiler. Oturdukları bodrum katının girişi arkada ayrı bir yerdeydi. Basamaklardan inip karanlık bir koridordan geçip oturacakları odaya girdiler. Dışarıda her geçtiklerinde içerisinden müzik sesi gelen, pencerelerinin kaldırım hizasında olan odaydı burası. İki genç kız ve bir oğlan çocuğu karşıladılar kendisini. Babaları elindeki torbaları kızlara verdi. Odada yatakta uzanmış olan kadını gördü Sinan öğretmen. Kadın gülümseyerek selamladı kendisini.
Gösterilen yere oturdu.
Celal, çocukları göstererek:
-Sinan öğretmenim, bunlar benim çocuklarım. İki de ablaları var. Onlar şu anda işteler. İki yıldır çalışıyorlar da hiç olmasa bir faydaları oluyor bizlere. Geçinip gidiyoruz işte.
Sonra yatakta yatmakta olan kadını gösterip:
-Bu da eşim benim. Bacakları tutmuyor öğretmenim. Bir kazadan sonra felç oldu. Dört yıldır böyle yatıyor işte. Ne yapalım, insanın başına her şey gelebilirmiş öğretmenim. Kabul etmekten başka çaremiz yok. Neyse, senin başını ağrıtmayalım bunlarla. Ne içersin öğretmenim? Çay mı, kahve mi?
-Bir kahve içerim Celal kardeşim.
Kapının girişinde dikilen kızlarına seslendi.
-Hadi, Sinan öğretmene ve bize üç tane kahve yapın bakalım. Köpüklü olsun.
İKİNCİ VE SON BÖLÜMÜ GELEN GÜNDE...
YORUMLAR
Mutluluğun parayla, malla, mülkle olmadığını anlatan güzel bir öykü.
İkinici bölümü merak ediyorum. Acaba arabacı Celal'in mutluluğunun, hayata pozitif bakmasının sırrı ne? Öykünün adı da ilginç. "YENİLGİ" Şu ana kadar herhangi bir yenilgi göremedim. Demek ki 2. bölümde düğüm çözülecek.
Öyküye bir başlıyorsunuz, bittiğinin farkına bile varmıyorsunuz. Sonunda "keşke daha uzun olsaydı" diyorsunuz.
Kaleminize sağlık. Sevgi ve saygıyla
Sevgi Salman tarafından 4/2/2011 5:15:46 PM zamanında düzenlenmiştir.