YOL ARKADAŞIM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bitmek tükenmek bilmeyen yolculuklar, kimini kavuşturmak, kimini ayırmak içindir. Ne hasretler çekildi kim bilir, ne yağmurlar döküldü iç yüzünü bilmediğimiz! Ancak bildiğimiz bir şey var; hangi yol vardır ki aşılmamış, hangi yaşam vardır ki sonu gelmemiş…
Birkaç gün için de olsa evden uzak kalmak, yeni bir düzenin parçası olmak, şu sıralar hiç istemediğim bir durumdu. Uzun süre otobüste hareketsiz oturacağımı düşündükçe, şimdiden iki büklüm olup, ayaklarımın şişeceği gerçeği ile yüzleşip, geriliyordum. Bir de hiç durmadan ağlayan çocuk sesi… Ağzı ya da ayağı kokan biriyle yan yana oturma kaygısı, yandığımın resmiydi artık. Yol arkadaşlığının ne kadar önemli olduğunu, bu yolculuk sırasında bir kez daha anlayacaktım. Hazırladığım küçük valizi alıp, otogarın yolunu tuttum. Trafiğin yoğunluğu yüzünden geç kalma telaşıyla karşı karşıya gelince, nabız atışım dengesini yitirdi. Neyse ki kıl payı yakalamıştım otobüsü. Cam kenarında ve önden ikinci sıradaki koltuğa oturdum. Yanımdaki koltuk boştu. Bir fren, bir debriyaj susuşuyla sonunda Kadıköy’e ulaştık. Orada bütün boş koltuklar doldu. Merakla beklediğim yol arkadaşım, sabun kokuları kendisinden önce gelen yaşlı bir hanımdı. Derin ve huzurlu bir nefes aldım. Hostese seslenip elindeki çantayı başımızın üzerindeki bölmeye yerleştirmesini rica etti. Otoriter ama nazikti. Oturmadan önce bana dönüp, “İyi yolculuklar.” dedi. Gülümseyerek karşılık verdim. Bir süre hiç konuşmadık. Aramızdaki sessizlik, ezici hissettiğim bakışları, can sıkıcı bir yolculuğun ayak izlerini taşır gibiydi. Aklımdan geçen olumsuzluklar, ilerleyen saatlerde nasıl yanıldığımı ispatlayacaktı.
Hava kararmaya başladı. Trafiğin işkencesi geride kalmış, uzayıp giden yolda farlardan başka bir şey görünmez olmuştu. Kimi zaman karanlığa boğuluyor, kimi zaman ise küçük yerleşim birimlerinin ışıklarıyla göz göze geliyorduk. Ay, otobüse rehbermiş gibi camdan cama geziniyordu. Sapanca gölünün üzeri, milyonlarca gökkuşağının yansıttığı ışık festivaline dönmüştü. Ağaçların yol boyu karaltıları, koşar adımlarla ve yanımız sıra seyrediyordu. Önümüzdeki küçük ekrandan haberleri izlediğimiz sırada, hostesin gezdirdiği tekerlekli masa dibimizde durdu. O çay istedi, ben kahve aldım. İçeceklerimizi yudumlarken adımı sordu, nereye gideceğimi, nerede oturduğumu, ne kadar kalacağımı… Hakkında merak ettiğim her şeyi ben sormadan anlattı. Fatsa’ya gidiyormuş. Yolun deniz tarafında, dededen kalma ve bir tarihi omuzlarında taşıyan konakları varmış. Yedi kuşağa ev sahipliği yapmış bu konak. En ince ayrıntısına kadar yerini tarif ettiği halde, hatırlayamadım. Seyrek gittiğim bu yol ya uykuya ya da karanlığa denk düştüğünden ya da dikkatsizliğimden olmalı ki, zihnimde bir türlü canlanmadı. Bir gece için evi açmaya değmezmiş, bu nedenle geceyi kardeşinde geçirecekmiş. Fındık bahçeleri ile ilgili destek fonundan yararlanmak üzere ve mecburi işlem yaptırması gerektiğinden, bu yolculuğa katlandığını anlattı durdu. Akrabaları getir götür işlerini halletmişler zaten. Resmi dairelerde bu işlerle ilgilenen memurların birçoğu onun yakınıymış. Dolayısıyla sıkıntı yaşamayacağını, işlemlerini kolaylıkla halledeceğini söylüyordu. Pazartesi günü de kalp ile ilgili kontrolü varmış İstanbul’da. İşini bir günde bitirip dönmekteki acelesi bu yüzdenmiş.
İnsan yapmak istediği işi yarına bırakmamalı. Bırakınca unutulup geç kalınabiliyor. Çünkü zaman bir hazinedir harcamayı bilen için. En mutlu olduğumuz anlarda bile su gibi akıp gider. Anlamayız. Dönüp arkamıza baktığımızda; “Ne zaman geçti bu ay, bu yıl ne çabuk bitti?” demek boşunadır artık. Bazen kaybettiklerimiz ve kazançlarımızla dönüşü olmayan zamanı durdurmak gelir içimizden. Kaçırılan fırsatlar ve kayıplarımızla yıllar sonra hatırlayıp öykündüğümüz gerçekleri, yeniden yakalayıp geleceğimize yön vermek isteriz de ancak geçip gitmiştir zaman.
Düzce’de yarım saat mola verildi. Mukadder hanımla birlikte dışarı çıktık. Otobüsün merdivenlerinden inerken ona elimi uzattım. Güldü. “Ne o yardıma ihtiyacınız mı var?” Şaşkınlıkla yüzüne bakarken ben de gülüyordum. O kadar ince, o kadar zarifti ki! Sonra kırılacağını düşünüp özür diledim. Kahkahalarla güldü bu kez. “Her şeyi kafanıza takmayın. Bu kadar basit bir konunun detaylarıyla uğraşmak kalbe zarar verir.” Dedi. Hayatı hiçe sayan ve günü yaşayan tavrı oldukça hoştu. Konuşmalarından duygusal bir kadın olduğunu anladım. Kısacası tavrıyla, edasıyla, son saraylılardan biriydi diyebilirim. Ona bakıp da içindeki güzellikleri görmemek mümkün değildi. Kendisine olan hayranlığım giderek artıyordu. Önüm sıra bir gidişi vardı ki, on beşlik bir genç kızı bile geride bırakırdı diyebilirim. Yazın bunaltıcı sıcağı ortalığı kasıp kavururken, otobüsün içi klima ile soğutulduğundan, dışarıdaki sıcağı çoktan unutmuştuk. Kapıların açılmasıyla yüzümüze vuran, kavurucu buharın boğucu nefesini, otobüsten inince hatırlayabildik. Akşam serin olur, üşütürüm diye yanıma şal bile almıştım. Dışarıdan içeri dalan sıcaklığı hissettiğimde, onu koltukta bıraktım.
Lokantada hafif bir şeyler atıştırdık. Narin parmaklarıyla çatal bıçak tutuşundaki zarafet, mor damarlarını maskeliyordu. Güngörmüş, zeki ve yetenekli bir kadın olduğu her halinden belliydi. Kısa ve bakımlı saçları kıvır kıvır, yaşına karşın canlı gözleri ve renkli kişiliğiyle dikkat çekiciydi. İlk izlenimlerim usulca zihnimi terk ediyordu. Bazı insanlar vardır. Hep konuşur ama boş konuşurlar. Mukadder hanım başkaydı. Ağzından çıkan her cümle edebiyat kokuyordu. Onu dinlemekten haz alıyordum açıkçası. Yemekten sonra biraz dolaştık. Sonra hediyelik eşyalar satan bir mağazaya girdik. Kardeşinin torunlarına çeşit çeşit hediyeler aldı. Alışveriş yaparken ölçülü ve bilinçli hareket ediyordu. Fıstıklı lokum, pişmaniye ve hatta üç tane de roman.
Anonsu duyduğumuzda kasadaydık. Aceleyle eşyalarını aldı, yardım etmek istedim, kabul etmedi. Ödemesini yapar yapmaz, hızlı adımlarla otobüse yöneldik. Yerimizde tanımadığımız insanlar oturuyordu. Kibarca koltuktan kalkmalarını istedi. Biri genç, diğeri orta yaşlı olan iki gözlüklü bey, şaşkın şaşkın yüzümüze baktılar. Kendimizden gayet emin, tepelerinde meydan okuyan birer kartal gibiydik. O sırada, gözlerimle etrafı tarayıp, cam kenarına bıraktığım şalı aradım, yoktu. Durumu kavramaya çalışıyordum. Karşımızda oturan anne kız yerinde ise bebekli bir hanım vardı. Bu hatayı kaçıncı kez yaptım bilmiyorum ama yine baltayı taşa vurmuştum. Kendimi yolculuğun akışına bırakmış, ne plakaya ne de ayrıntılara bakmıştım. Özür dileyerek aşağı indik. Hemen yanındaki otobüsten seslenen hostesimizin el kol işaretleriyle yerimize oturduk. İkimiz de sesimizi yükseltmeden gülüyorduk. Eşini on beş yıl önce kaybettiğini söyledi bu kargaşa sırasında. Benzer bir olayı, onunla yaptığı son yolculukta da yaşadığını anlatırken gözleri dolu doluydu. “O, mükemmel bir eşti. Onu çok özlüyorum. Yalnızlık o kadar zor ki, bilemezsiniz.” Diyerek sözlerini hüzünle sürdürdü.
Bir kızı, bir oğlu varmış Mukadder Hanım’ın. Her ikisi de önemli görevlerde, halleri vakitleri yerinde, son derece merhametli, ilgili ve sadıklarmış. Onu hiç yalnız bırakmadıklarını, bazen bu ilgiden sıkıldığını söylerken telefonu çaldı. Omuz omuza oturduğumuz için bütün konuşulanları duyuyordum. Karşıdaki ses; “Babaanneciğim, neredesin sen? Evi aradım, telefonu açan yok!” Ses sitemkârdı. Arkadaşım gülerek, “Söylesem inanmayacaksın, Fatsa’ya doğru giden bir otobüsteyim,” dedi. Kız çığlık attı. “Olamaz, inanamıyorum sana. Pazartesi günü doktor randevun var, unuttun mu?” Unutmamıştı elbette. Kendisini öyle iyi ayarlamış ki, her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. “Aman yavaş konuş, baban duymasın sakın. Aramızda kalsın tamam mı bebeğim, pazar sabahı evde olacağım.” İkili anlaşma böylelikle telefonda imzalanmış oldu. Neden bu yolculuğu oğlundan sakladığını sordum. “İki gün için izin vermez, kızar. Yorulursun der. Bir kere kalp krizi geçirdim ya korktular, kontrol sırasında yorgun olmamam gerekirmiş. Babaları da olmayınca üstüme çok düşüyorlar. Bazen iyi oluyor ama bazen sıkılıyorum.” Diyerek gülümsedi.
Günlerini nasıl geçirdiğini merak ettim. Sandım ki; kadın günlerinin birinden çıkıp ötekine giden, arada sinema, tiyatro gezen bir hanımdı yanımda oturan. Bunda da yanılmıştım. Tam aksine, elişi kurslarına gidiyor, bir musiki derneğinde gönüllü çalışıyormuş. Ayrıca haftada bir gün yetimhaneye gidip, çocuklara psikolojik destek verdiğini ekledi sözlerine. İşlediği tafta yatak örtüsü, sergide birincilik ödülü almış ve önemli bir dergide kapak resmi olmuş. Anlattıklarını ağzı açık dinliyordum. Mukadder hanım yetmiş beş yaşındaydı ve görme duyusu oldukça zayıftı. Buna rağmen elişi yapması örnek alınacak bir davranıştı. Sergiyle ilgili çalışmalarını anlatırken gözleri daldı. Kırgın bakışlarla; “Biliyor musunuz, o birinciliğin tadını çıkaramadım ben. Nakış öğretmenim benden ödülümü sakladı. Bizimkilerden biri dergide görmüş, tebrik için aramış. Şaşırdım, arkadaş tebrik ediyor, benim ne olduğundan haberim yok.” Bu olayın ardından, onun ne kadar üzüldüğünü gören hatırı sayılır bir aile dostu, onun adına sergi açmayı teklif etmiş. İstememiş. “Onu da yaşlanınca açarım,” demiş. Bu sözleri söylerken kendimi zor tuttum. Yaşlanınca… Yani daha ne kadar yaşlanacaktı! Ne zaman? Kendi sözüne kendisi de gülüyordu. “Neden olmasın, daha gençsiniz” dedim. “Gencim tabi, yetmiş beş yaş dediğiniz nedir ki! Yolun yarısı otuz beş diyen şair yanılmış.”
Ona imrenerek bakıyordum. Hayat dolu, ışıl ışıl bir kadındı. Üzerindeki kahverengi yeleği, bir ton açık gömleği, renk uyumu sağlamış eteğiyle, giyimine de özen gösteren zevkli görüntüsüne hayran kalmıştım. Boynunda, iri taşlardan ve tamamen kendi el emeği olan iki sıra kolye sarkıyordu. Adı çok konuşulan bir dizideki baş kadın oyuncunun aksesuarlarını da kendisinin hazırladığını söyledi. “On parmağında on marifet” diye düşündüm. Çantasından çıkardığı resmi gösterdi sonra. Bu resim; dizide fırtınalar koparan, pembe neon ışıklı bilekliğin büyütülmüş, yakın görüntüsüydü. Onu dinlerken, gizli mabedinde yüzen hayaller arasında kaybolmuş gibiydim.
Başını hafifçe arkaya atarak gözlerini kapayışından uyumak istediğini anladım. Sustum. Aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini tekrar açtı. Başımızın üstündeki ışığı yakmamı istedi. Çantasından kâğıt kalem çıkarıp telefon numarasını yazdı. Bana uzattı. “İstanbul’a döndüğünde beni mutlaka ara. Kadıköy’de buluşalım, sana Çamlıca’da çay ikram etmek isterim,” dedi. Sonra benim numaramı istedi, yazıp verdim. Kararlıydım, dönüşte ilk işim onu aramak olacaktı.
Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini ovuşturarak açtı. Tıpkı bir bebek gibi uyumasını seyrettim gece boyu. Fatsa’ya gelmiştik artık. Çok eski bir dostmuşuz gibi sıkı sıkıya sarıldık. Bana iyi yolculuklar dileyip otobüsten indi. Camdan el salladım. Küçük bir çocuk gibi sağ elini önce dudağına değdirip sonra bana doğru uzatarak sevgi öpücüğü gönderdi. İçim bir tuhaf olmuştu. Buruktum. Bu yolculuğun bizi önce buluşturup, sonra ayırmasına için için kızıyordum.
Aradan bir ay kadar zaman geçti. Çantamı karıştırırken yol arkadaşımın notunu buldum. Telefonunu defterime yazdım. O gün aramayı planlarken; günlük işlerimin yoğunluğu ve biraz da üzerine ihmalkârlık eklenince onu arama isteğim unutulanlar arasında kaybolup gitti.
Uzun bir aradan sonra, telefon defterindeki numarayla karşılaştım. Ani ve gecikmiş bir kararla sayıları çevirdim. Karşıma çıkan ses, otobüste telefonla konuştukları torununun sesiydi. Kendimi tanıttıktan sonra babaannesini istedim ama yine geç kalmıştım. Hüzünlü bir ses tonuyla, onu iki gün önce kaybettiklerini söyledi. Ayaktaydım, dizlerimin titrediğini hissettim. Hemen yanımdaki koltuğa oturdum. Kızdım kendi kendime. Hantallığıma kızdım, umursamaz yavaşlığıma… Belki buluşup çay içebilseydik Çamlıca’da, saatlerce otursaydık, onu bir kez daha dinleyebilseydim, bu kadar etkilenir, üzülür müydüm bilmiyorum. Son defa görebilseydim, İstanbul’a onun gözleriyle bakabilseydim keşke Çamlıca’dan…
Yol arkadaşım, rehberim… Seni ne bu yol, ne ben unutabiliriz. Anılarımızın en parlak köşesinde sonsuza dek yaşayacaksın. Ruhun şad olsun. Geç bulup tez kaybettiğim yol arkadaşım.
YORUMLAR
şiirileriniz okurken sezgilerim beni yanıltmadı nesirde de fazlasıyla başarılı bir kalemsiniz. Bu işte bayağı iyisiniz anladığım kadarıyla. kutlamadan önce bu kurgumu yoksa gerçekmiydi onu sormak istedim....
rebrik ediyorum sevigi ve selamlar...
suna
DİLEK YILDIZI
HİÇ BİRŞEY İÇİN GEÇ DEĞİLDİR VE İÇİNİZDEKİ KORKULARLA KAÇMAYIN HATTA ŞU AN BU MESAJDAN SONRA O BAYANI ARAYIN LÜTFEN....
suna
DİLEK YILDIZI
Suna Hanım,ben yeni üye olduğum için yazınızı yeni okudum.Çok güzel,keyifli bir yazı olmuş,Hepimiz yolculık yaparız,yol arkadaşlarına malesef insanlar bir selamı bile esirgiyor,koltuğuna gömülüp uyuma numarası yapıyor.Sizin insan sevginiz yansımış bu öyküye,teyzenin sevimliliği,o yaştaki hayat enerjisini öylesine güzel aktarmışsınız ki sanki Mukadder Teyze gözümüzün önünde,yanımızdaymış gibi geldi.Gözlem gücünüz yüksek,hiçbir ayrıntıyı kaçırmamışsınız,karşınızdakine değer veren birisiniz ki onu tün yönleriyle aktarmışsınız bize,öyle ki sanki teyzeyi kırk yıldır tanıyor gibi oldum.Anlayana,duyana çok mesaj var bence,ama ne yazık ki ihmalkarlık onu daha iyi tanımanıza engel olmuş,günlük hayatın koşuşturması içinde yakınlarımıza zaman ayıramadığımıza da bir gönderme göze çarpıyor,ertelememek gerekiyor hayatı,Mukadder Teyze gibi dolu dolu yaşamak gerekiyor.Elinize,yüreğinize sağlık.
suna
suna
Kızsam da kendime, şimdiye kadar neden görmemişim okumamışım Suna Hanım'ın öykülerini, ama işte çoğunlukla böyle oluyor. Güne düşünce hak eden yazı insan yazarını tanıyor. Elbette herkesi okuyup takip edebilmek kolay değil. İyi ki böyle tesadüfler var.
Yol Arkadaşım, öyküsünü okuyunca ne mi yaptım?
Her zaman yaptığımı. Güne gelen öykü inanılmaz bir tat bırakmışsa damağımda, belleğimde, artık diğer işlerimi bırakıp yazarın diğer yazılarını okurum.
Yol arkadaşım, mükemmel anlatımıyla, harika öyküsüyle, insanı alıp götüren, o yolculuğa ortak eden detaylı ama sıkmayan diliyle ve de düzgün edebi diliyle güne gelmeyi gerçekten hak etmiş de:
aynı özellikleri taşıyan, aynı güzellikte ve mükemmelllikte olan Sessizliğin Gölgesindeki Kadın ile Ve Rüzgar Aşktan Yana öyküleri o zamanlar neden tek yorumla kalmış anlamış değilim.
Belki de yazarın buralarda görünmesinin ilk zamanlarydı.
Ama geç kalınmış değil. Ya Suna Hanım o öykülerini yeniden koysun sayfaya, ya da tesadüfen bu yorumumu okuyan arkadaşlarım mutlaka dönüp okusunlar bu öyküleri.
Şiirleri mi?
Valla ben öykücüyüm. Ve öykülerden aldığım tadı başka hiç bir şeyden alamam.
Tebriklerimle Suna Hanım.
Saygı ve sevgiyle kalın...
suna
yol arkadaşlığı biraz da hayata dairdir
keşke hayatımızda böyle insanları daha erken tanıyabilsek.eminim ki çok şey değişirdi.
yazılar bölümünü sıkça takip edemiyorum
bu öyküyü kaçımış olsam üzülürdüm.güne düşmesinide kutlarım bu arada.
Her emeğin değer bulduğu sıcacık bir aile burası.Aramızda olmanızdan mutluyuz...sevgiler saygılar
suna
Bitmek tükenmek bilmeyen yolculuklar, kimini kavuşturmak, kimini ayırmak içindir. Ne hasretler çekildi kim bilir, ne yağmurlar döküldü iç yüzünü bilmediğimiz! Ancak bildiğimiz bir şey var; hangi yol vardır ki aşılmamış, hangi yaşam vardır ki sonu gelmemiş…
Seni ne bu yol, ne ben unutabiliriz. Anılarımızın en parlak köşesinde sonsuza dek yaşayacaksın. Ruhun şad olsun. Geç bulup tez kaybettiğim yol arkadaşım.
Allâh ebedi aleme gidenlere rahmet eylesin makamları .ali , mekanları cenneti ala olsun...
Benim de iki yavrum , bir eşim gitti .ve de sevdiğim kaç can gitti Hakkın Rahmetine. Hepsinin mekanı cennet olsun İnşallah.
Bizim onlada yapacağımız iyilik arkalarından bolca dua etmek KURAN okumak olacak..Başka bir şeyle ulaşamayız onlara...
Evet kimi yollar vardır hasret kavuşturur,,, kimi yollar vardır insanı birbirinden uzaklaştırır,,,Kimi yollarda vardır ki canları bir birinden ebedi ayırır. Çok güzel bir yazı okudun yüreğinize emeğinize sağlık... Selamlar Saygılar...
suna
Suna hanım çok güzel bir yazı okudum sayfanızda...Güne gelen yazıyı ve yazarını tebrik ediyorum...
suna
Çok çok güzeldi, tebrik ediyorum.
Parağraflarda bir satır boşluk olursa gözü yormadan daha rahat okunur diye düşündüm.
Wordden aynen satır başı kopya almıyor yazı türü çünkü.
daim başarılar dilerim, çok güzeldi
selamlarla
suna
suna
Bugün okuduğum en güzel yazılardan biri. Bir yolculuk ve yol arkadaşı en ince detayına kadar ancak bu kadar anlatılabilirdi.
Sanki, sizinle birlikte ben de o yolculuktaydım. Mukaddes Hanım'a Allah'tan rahmet diliyorum.
Puanım hak ettiği gibi 10. Kutluyorum. Kaleminize sağlık. Sevgilerimle
Bravo Suna hanım, çok başarılı bir yol hikayesi olmuş. Mukadder hanım'ı çok güzel anlatmışsınız.
Tek bir cümle için tek bir öneri size;
"Önüm sıra bir gidişi vardı. On beşlik bir genç kızı bile geride bırakırdı diyebilirim." yerine
"Önüm sıra bir gidişi vardı ki, on beşlik bir genç kızı bile geride bırakırdı diyebilirim."
Paragrafların aralarının dar olması dışında anlatı oldukça başarılı diye düşünüyorum.