- 853 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İki Rengin Hikayesi
Darağacına salıncak kurup sallanan iki rengin hikâyesiydi aslında Yeşil ve Mavi’nin hikâyesi. Aylardan hüzün, mevsimlerden hüsran, yıllardan cereme iken başlamıştı bir gün ansızın. Rüzgâr çıkmıştı en kuvvetlisinden ki darağacının kurumuş dalarını bile bir oyana, bir bu yana savruluyordu. Kalemini kırmış hâkimin idam onayı savcının ellerinde ve savcının dilinden orada bulunan bütün herkesin kulaklarından zihinlerine iletilmiş, gözler saatlere kilitlenmiş, cellât ise şimdi denmesini heyecanla bekler gibi bekleyişlerinin doruk noktasına çıkmıştı ki rüzgâr birden kesildi, güneş battı, hava soğudu ve Yeşil kurumuş darağacında yaprak, Mavi ise yeşilin üstünde masmavi bir gökyüzü olmuştu iki küçük çocuğun salıncakta sallanması gibi sallanarak.
Derken bir kuş kondu darağacına ve bir kuş daha. Hemen başladılar hiç vakit kaybetmeden sıcak bir yuva yapmaya. Tam bir gün sürdü ve bir gün sonra içinden yeni bir hayat çıkacak yumurtası düştü yuvaya ve bir gün sonra ikincisi. Tam 21 gün beklediler sırayla, sabırla, aşkla, mutlulukla…
Ceremesi çekilmiş, hüsran mevsimin hüzün ayının son günlerinden bir gün, kırmış ilk düşen yumurtanın kiracısı üstüne kilitlenen kapıları ve merhaba demiş dünyaya. Hoş geldin ey! can, hoş geldin diye karşılamış bütün alemin melekleri sırayla. Yeniden çiçekler açan darağacının dalları yeşilden yemyeşile dönünce birden, koyulmuş adı Yeşil diye ve bir sonraki gün bulutların dağılıp göğün mavi olmasıyla merhaba demiş Mavi dünyaya tıpkı Yeşil’in karşılanması gibi karşılanmış âlemin melekleri ile Âdemin çocukları tarafından.
Önce Mavi’nin gözleri açılmış günden güne, âlemin bütün sırlarına erip göğün maviliğinden yerin yeşiline iletmek için. Sonra göremedikleriyle Yeşil’in zihninde oluşmuş Mavi’nin Yeşil’e anlattığı dünya ve inandıramamış Mavi, Yeşil’i.
Gün gelmiş ve Yeşil kanat çırpıp yuvadan ayrılıvermiş mavi gökyüzünün maviliklerine. Kanat çırpışlarıyla nefesi kesilmiş ilkönce, rüzgâra kendini bırakıp dinlenmiş yeryüzünü seyre dalarak. Yemyeşil uçsuz bucaksız ovanın sonunu görmek istemiş önce, başlamış kanat çırpışlarıyla yükselmeye. Yükseldikçe küçülmüş gördükleri gözünde ve renkler canlılığını kaybetmiş yine gözlerinde. Süzülmüş, süzülmüş ve yeşil ovanın sonundaki Mavi’nin anlattığı betonlar ülkesine ulaşmış uzun bir zaman sonra. Yorgunluktan gördüğü tek ağacın dalına konuvermiş kanat çırpışlarını bırakıp ve başlamış büyük insanları seyretmeye.
İlk gördüğü, elinde şekeri olan küçük bir çocuk olmuş ve yanındaki yapıca ondan biraz daha büyük bir çocuk. Büyük olan küçüğün şekerini elinden alınca anlamış aslında büyük insanların çocukça duyguların arkasına saklanıp, yapılan zulümleri nasılda hoş karşıladıklarını. Çünkü az ileride bir kadının feryadı yükselmekteydi ve bu gürültünün çıkmasına sebep olan adama engel olmak isteyen bir adama, adamın birisi kolundan tutup “Sana ne kardeşim, adamın eşi” diyordu. Daha da ileride ise silahlar çekilmiş, birkaç el ateş edildikten sonra kanlar içerisinde yere yığılan bir adam ve uzaktan seyre dalıp muhabbetlerinin konusu olan “Ben olsam, bende vururdum” diyen iki adam.
Yeşil, Mavi’nin anlatamadıklarının gerçeği ile yüzleşince koşarcasına kanat çırpıp, kaçarak geldiği darağacındaki yuvasına bir solukta gelivermişti ki Mavi yok, darağacı yapraklarını dökmüş, sıcak yuvaları darmadağın yerlerde ve darağacının dallarında rüzgârda sallanan iki cansız renk.
YORUMLAR
Son iki paragrafa kadar bir "miş"li geçmiş zamanla masal gibi giderken, birden bire bilinen bir dünyaya "di" li geçmiş zamana geçmişsiniz yazınızda. Bütünlüğün kırılma noktası son iki paragrafta kendini gösterdi. Bu son iki paragrafın başına "Gel zaman git zaman" diyerek başlansa ve yine "miş"li geçmiş bir zamanla sürdürülse oldukça güzel olurdu kanaatindeyim. Elbette, tercih yine de sizin. Selam ve saygımla...
Sular KARASI
Yeniden teşekkürler ilginiz için. Saygıyla efendim.