YABANCI DİL EĞİTİM POLİTİKASI
Gelişen teknoloji ile birlikte toplumlar arası ilişkiler arttıkça yabancı dil bilmenin önemi de artmıştır. Artık farklı milletlerden insanlar daha kolay bir araya gelir oldu ve sanat, bilim, spor ve daha birçok etkinlik ulusal olmaktan çıkıp evrenselleşti. Yani insanların dil bilme gereksinimleri gittikçe artmaktadır. Ancak günümüzde çoğu devletlerde
dil eğitimi sosyal bir ihtiyaç olmaktan çıkmış ve ideolojik amaçlar çerçevesinde şekillenmiştir. Devletler birbirlerinin dilleriyle oynamaya başlamış, bunu adeta bir savaş haline getirmişlerdir. Yabancı dilde eğitim düşüncesi de art niyetli devletlerin ideolojilerine hizmet etmek için hazırlanmış bir araçtır.
Çoğu ülkelerde çocuklara daha küçük yaştan itibaren yabancı dil dersleri verilmektedir. Bu eğitim okul hayatları boyunca devam ettirilip okul dışında kurslar tarafından desteklenmektedir. Bu ve benzeri yöntemler ile mutlaka yabancı dil eğitim yapılmalı ve hatta bu eğitimin daha kaliteli hale gelmesi için yeni yollar aranmalıdır. Ancak bütün bu çalışmalar o ülkenin kendi dilinde yapılmalıdır. Yoksa dilin sahip olduğu özelliklerden dolayı, dilin uğrayacağı değişiklikler bir milletin kültürünü dahası milleti yok edecektir.
Dil sadece bir iletişim aracı değil aynı zamanda bir millettir, kültürdür, varlıktır. İşte dilin bu özelliklerinden dolayı; insanlar yabancı dil öğrenirken sadece o dili öğrenmezler, o dile sahip olan milletin kültürünü de öğrenirler. Bu etkiden dolayı, daha kendi dilini ve ahlaki özelliklerini bilmeyen bir nesil farklı bir kültürü yabancı dilde öğrenirse kendi kültüründen uzaklaşıp yeni bir kültür içine bürünür. Yani kendi milletinin sahip olduğu değerlerden kopmuş yeni bir nesil olacaktır. Prof.Doktor Oktay Sinanoğlu bu durumu “kültürel soykırım” [1] kelimesi ile açıklamaktadır.
Yabancı dilde eğitim politikası amacına uygun olarak milleti, dini, dili belli olmayan bir nesil yetiştirmektedir. Yabancı dilde eğitim ile beraber evrim geçiren nesil daha kendi dilini bile doğru düzgün konuşamazken yarım yamalak bir yabancı dil öğrenince, dil özentiliğine başvurmaktadır. Konuştuğu 3 kelimenin 3’ü de farklı dilde olunca kendini bilgili sayan neslin bu diline Sayın Oktay Sinanoğlu “Anglomanca”[2] demektedir.
Yabancı dilli eğitim yöntemiyle öğrenciler okullarda pasif duruma düşer ve şu an bütün eğitimcilerin önüne geçmeye çalıştığı ezberciliğe yönelirler. Çünkü anlamadığı bir dilde eğitim gören öğrenci düşünemez, yorum yapamaz, üretemez. Durum böyle olunca da öğrenciye tek yol kalır. O yolda ezberciliktir. Bu şekilde yetişen öğrencinin bilgisi ansiklopedik bilgi anlamına gelir. Oysa insanların kuru ansiklopedik bilgilere ihtiyaçları olsaydı ansiklopedilerle yetinirlerdi.
İnsanlar rüyalarını bile anadillerinde görürken yabancı bir dilde düşünmelerini beklemek ancak hayal olur. Çünkü anlamadığı konularda soru soramayan, yorum yapamayan öğrenci sınırlandırılmış olup, düşünme yetisi elinden alınmış olur.
“ Görünürde yabancı dille eğitim yapan kurumlar başarıda diğer devlet üniversitelerine oranla daha öndedir. Bu görüş kısmen doğrudur. Ancak bunun altında yatan temel sebep, bu kurumlarda eğitimin yabancı dille yapılması değil, bu kurumlara alınan öğrencilerin seçkin kişilerden meydana gelmesi, bu kurumların idari-örgütsel yapısı, eğitim-öğretim hizmetleri ve sosyal hizmetler açısından olanaklarından kaynaklanmaktadır. Bu kurumların gerek devlet gerekse bazı kuruluşlar tarafından desteklenmesi maddi olanaklarını arttırmaktadır. Dolayısıyla da hizmetlerini diğer üniversitelerden daha iyi sunmaktadır.”[3]
Kendi ülkemizden örnek verecek olursak yapılan bir araştırmaya göre “Türkçeyle eğitim gören Siyasal Bilgiler Fakültesi, Mülkiye öğrencileri ile İngilizce eğitim gören ODTÜ öğrencileri arasında yapılan bir çalışma, anadilinde anlama ve anlatım yetenekleri üniversiteye girişte SBF öğrencilerinden daha yüksek olan ODTÜ öğrencilerinin, son sınıfta, anlama, anlatma yeteneklerinin, yani, yaratıcılıklarının, SBF öğrencilerinin gerisine düştüğünü; giderek lise bitirme aşamasındaki yeteneklerinin de altına indiğini gösteriyor. Bu araştırmanın ilk verileri 2003’te iki ayrı bilimsel toplantı da açıklandı.”[4]
Yabancı dil eğitimine kimsenin karşı çıkacağını düşünmüyorum. Çünkü gelişen teknolojiyle birlikte hayatın çeşitli alanlarında teknolojiye ayak uydurabilmek için o döneme hakim en az bir yabancı dil bilmek gerekir. Ancak tüm bu çalışmalar insanın kendi dilinde yapılmalıdır. Bu konuda başarılı olmanın yanında insanların mutluluğu da göz ardı edilmemelidir. Bu konuyla ilgili olarak, okuduğum Gölbaşı Anadolu Lisesinde yapmış olduğum ankette öğrencilerin tamamı yabancı dil eğitimi almayı isterken bunların % 96,4’ü bu yabancı dili kendi dillerinde öğrenmek istediklerini ifade ettiler.
Bu konuya dair bir başka genel kanı ise özellikle bizim ülkemizde yabancı dilde eğitim veren okullardan mezun olan gençlerin işsizlik sorunu yaşamayacağı düşüncesidir. Bu düşünceyle öğrencilerimiz ve ailelerimiz tamamen bu okullara odaklanmaktadır. Bu görüş ve tutum tamamen yanlıştır ve bu yanlış kanı iki şekilde çürütülmektedir:
1-Yabancı Dille Öğretim Görüp İşsiz Kalanlar:
“Efsane Üniversiteler” olarak nitelendirilen üniversitelerden mezun olup da işsiz kalanların konu edinildiği haberde ODTÜ Rektör Danışmanı ve Kariyer Planlama Merkezi Başkanı Prof. Dr. Okan Tarhan bize,, ODTÜ mezunlarının yaşadığı işsizlik problemim çarpıcı rakamlarla doğruluyor: "ODTÜ ortalama her yıl 3 bin 500 mezun verir. Biz de her 5 yılda bir envanter çalışması yaparız. Gerekirse mezunlarımızın evlerine mektuplar göndererek mezunlarımız işe girdi mi, hangi sektörde çalışıyor diye sorarız. Geçtiğimiz yıllarda mezunlarımızın iş bulma oranı 3’te 2’ydi. 2001’deki ekonomik krizle birlikte elimize geçen rakamlar dehşet vericiydi. 2001 mezunları arasında iş bulanların sayısı sadece 340’tı. Yani işe girme oranı 10’da bire düşmüştü. Her 10 öğrenciden biri işe girerken, diğer 9’u işsizlikle boğuşuyordu. 2002’ye gelindiğinde bu rakamlar biraz daha iyimser bir havanın esmesine neden oldu. Mezunlarımızdan 700’ü iş bulmuştu. 2003’te ise iş bulma oranı yarıya yarıya yükseldi. Yani her iki ODTÜ’lüden biri iş bulurken diğeri hâlâ açıkta."
2-Türkçe Eğitim Görüp Yükselenler:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitiren Abdullah Gül, okulu bitirdikten sonra akademik yaşamda kaldı. İngilizce ve Arapça biliyor.
Adalet Eski Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Köln Üniversitesi’nde doktora yaptı. Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca biliyor.
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli: Üniversite öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisinde yapmıştır. İyi derecede İngilizce biliyor.” [5]
İşte yukarıda verilen istatistikler aslında bize öğretilen bazı şeylerin gerçek yüzünü göstermektedir. Kısacası bir okulda başarının temel kaynağı, o okulun yabancı dilde eğitim yapması değildir.
Yabancı dilde eğitim görüşünü benimseyen insanların temel dayanaklarından biri de kendi dillerinin bilim dili olmadığını söylemeleridir. Bilimde de geri kalmamak, dünya bilim ülkeleriyle iletişimi sağlayabilmek için eğitim dillerini o yüzyıla hakim dilde yapmak isterler. Bilim evrenseldir ancak bilimin evrensel bir dili yoktur. Her ülke kendi dilinde bilim ile uğraşır. Bilim ile uğraşan insanların birbirlerinin dillerini iletişim kuracak ve çalışma yapacak kadar öğrenmeleri yeterlidir. Bilimin dili ortak ise bu ortaklık matematikten doğar. Milletler, yabancı dil için ayrılan fazla zamanları matematik öğrenmeye vermiş olsalar daha başarılı olurlar.
Yabancı dilde eğitim görüşünü benimseyen insanlara en güzel cevabı Japon milleti vermiştir. Zira Japonlar eğitim dillerini değiştirmeden günümüz dünyasında en önemli teknoloji üreticisi olmuşlardır. Ürünlerini dünyaya sunarken bile dillerini değiştirmemişler, kendi dillerinde sunmuşlardır. Hatta pekiyi bir örnek olmasa da onların bu konudaki hassalıklarını gösteren şu olay bizlere nakledilmektedir: Japon’un biri ülkesinde Japoncanın bilim dili olamayacağını savunmuş ve ertesi gün evinde ölü bulunmuş. Bu olaydan sonra Japanya’da hiç kimse bu konuyla ilgili konuşmamıştır. Sonradan öğrenildiğine göre de Japoncanın bilim dili olamayacağını savunan o adam Amerika’da eğitim görmüş biriymiş.” [6]
21.yüzyıl dünyasında, gelişen teknoloji ve toplumsal ilişkilerle beraber önemli bir yabancı dili bilmek zorunluluk haline gelmiştir. Milletler bu zorunluluğu en iyi şekilde yerine getirip dünyaya ayak uydurabilmelidirler. Ancak dilin canlı bir organizma olmasından kaynaklanan özelliklerinden dolayı yabancı dil eğitiminde çok dikkatli olunmalıdır. Zira dil eğitimi devletlerin birbirlerine kullandıkları en büyük silah haline gelmiştir.
Milletler yabancı dilde eğitim yerine herhangi bir yabancı dili kendi dil ve kültürleri çerçevesinde öğrenmelidirler. Tersi bir durumda milletler, Keltlerin ya da İrlandalıların durumuna düşmekten kurtulamazlar. Günümüz İrlanda’sında millet kendi tarihinden kopmuş, yabancı bir kültürün sahipleri olmuşlardır. Böylece dünyada bir millet yok olmuş bir dilde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Bazı insanlar ülkelerinin dillerinin bilime vb. alanlara uygun olmadığını öne sürerek yabancı dilde eğitimi savunmuşlardır. Oysa dünyada hiçbir alanda ortak bir dil yoktur. Bilim ya da sanat adamları farklı ülkelerden meslektaşlarıyla iletişim kurabilmek ve ortak çalışmalar yapabilmek için birbirlerinin dillerini kendilerine yetecek kadar öğrenmeleri yeterlidir. Dünyada ortak bir dilin olması da dünya kültürünü yoksullaştırır. Çünkü dillerin çeşitli olması kültürel zenginlik anlamına gelir.
İşte tüm bu bahsettiğimiz konular hakkında milletler gerekli ehemmiyeti göstermeli, yabancı dilleri kendi dillerinde öğrenmelidirler.
[1]:Oktay SİNANOĞLU BY BY TÜRKÇE
[2]:Oktay SİNANOĞLU BY BY TÜRKÇE
[3]:Alev ALATLI: MAKALELER
[4]:Alev ALATLI: MAKALELER
[5]:www.vatanbir.org/haber/140/oss-tercihlerinde-son-tarih-4-agustos
[6]:Oktay SİNANOĞLU BY BY TÜRKÇE