- 782 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Nisan Şakası
Zır zır çalan saatin gürültüsüydü beni gördüğüm düşten uyandıran. Sözde sabah olmuş ve kalkmak gerektiğini, elimi yüzümü yıkayıp suyun serinliğinde kendime gelmemi, sonra güzel bir kahvaltı yapıp işime gitmemi hatta işe giderken yolda gazete almamı bile söylüyordu bu çalan saatin zırıltısı. Kafamı kaldırıp ters ters baksam da banamısın demiyor, hala zırıldıyordu korkmadan, elimi uzattım, aldım ve pillerini çıkartıp tekrar yerine bıraktım, sustu. O susunca ben güldüm, ben gülünce o sustu.
Birkaç dakika bakıştık böyle, sonra hadi zırıldasana yine, ne oldu, niye sustun diye sorsam da cevap veremeyeceğini biliyordum ama yine sordum, inadına her sabah o kulak tırmalayan sesiyle uyandığım saate. Konuşmuyor ve zırıldamıyordu ama kızmıştı sanki, hem de biraz kırılmış gibiydi. Sanki ben ne dedim, ne yaptım sana der gibiydi. Sadece uyandırmak istemiştim, kaldığın karanlıktan, kötü bir kâbustan, sonra güneşin yeniden doğduğunu hatırlatmak istemiştim, yeni bir gün başladığını söylemiştim, yeni günle birlikte yeni fırsatların seni bulabileceğini hatırlatmıştım… fenamı ettim? Diye de soruyordu sanki imalı hareketsiz bakışlarıyla.
Biraz düşündüm, sonra biraz daha ve elime alıp pillerini takıp, saati ayarlayıp tekrar koymuştum ki masanın üstüne, tam elimi çekerken tekrar uzatıp kırdığım kalbini hatırladığımdandır herhalde bir çocuğun saçlarını sever gibi sevdim birkaç dakika. Sonra bir beş dakika daha uyuyayım dedim kahvaltıdan vazgeçip, tam gözlerimi kapatmıştım ki başladı bizimki yine zırlamaya, zır da zır işte, fakat bu sefer onun zırıldaması o kadar güzel geliyordu ki dünyanın en hoş melodisi ve bu melodiye eşlik eden yine dünyanın en güzel sesi şarkı söylüyordu sanki. Çiçek, böcek, kelebek, güneş ay, yıldız, çayır çimen, neşe, gülümseme, mutluluk… neler diyordu bu şarkıda neler, dinlemeye doyamadım ama bu kadar güzel bir günü dinlemek yerine yaşamayı tercih ettim ve aceleyle kalkıp üstümü değiştirip elimi yüzümü yıkayıp koşarak çıktım evden.
Yolda bir simitçiden üç simit aldım. Bir sabahçı kahvesine oturup birkaç çayla ikisini yedim, birini çaycıya verdim paylaşmanın tadıyla tatlandı son çayım, keyif çayı oldu belki de bu gün alacağım tek keyifti derken işyerime ulaştım, bilgisayarımı açıp bu keyfi ve zır zır çalan saatimin söylediği o neşeli şarkıyı paylaşmak için kaleme aldım ve paylaşmanın verdiği tat yine tatlandırdı. Fakat bu sefer çayımı değil hayatımı derken bu seferde telefonuma gelen mesajın uyarı zili çalmaya başladı tam “SON” yazacakken.
Mesaj;
Bir mesaja sığmayacak olduğundandır belki de seni sevdiğimi yazamayışlarımın sebebi, ya da seni özlemenin tabirinin yetersiz kalacağındandır arayamayışlarım sebebi diye düşünüyordum şu ana kadar, fakat yanılmışım. Ben seni hiç sevmedim, hiç ama hiç sevmedim. Sonra seni özlemekte neymiş, sen kimsin ki seni özleyeyim. Aklımda senden hariç bin kişi daha var ve sen ayaklarının altında. Seni bir an bile düşünmüyorum, sensiz çok daha rahat ve huzurluyum. Ayrıca çok ama çok mutluyum ki bir Nisan da bile eşek şakası olsun diye söyleyemiyorum bunları. Söyledin ya diyorsundur şimdi, oysaki söylediklerim, söyleyemediklerimin aynadan yansımış haliydi sevmediğim.
Mesaja cevap;
Bende seni hiç sevmiyorum, hatta nefret ediyorum. Aklımın ucundan bile geçmiyorsun. Sensiz olduğum zamanlarda değil seninleyken bile aldatıyorum seni düşlerimde. Ben senin gibi açık sözlü değilim söyleyemiyorum işte seni sevmediğimi ama bilsen iyi olur işte. Hem öyle bir Nisan’ın arkasına sığınmaya da gerek yok hani, ben uzun zamandır söylemek istiyordum bunları, şakaya falan hiç gerek yok. Hiç ama hiç sevmiyorum seni. Bu arada hani her zaman yemek yediğimiz yerde öğlen seninle yemek yemeği de hiç ama hiç istemiyorum hatta nefret ediyordum zaten. Sevemedim işte seni hiç sevmediğim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.