YASAKLI YÜREKLER 2/2
Gözleri ellerine takıldı. Titremeye başlıyorlardı. Ömürlerinin çoğu hep birbirleriyle mücadeleyle geçmiş ve kavgalarının en hararetli yerlerinde birbirlerinin ölümlerini bile dilerlerken, şimdi bu derece ızdırap duyacağına ihtimal bile vermemişti.
“Kolay değil ki, tam elli sene” diye iç geçirdi. “Acıyla tatlıyla elli sene…Birbirimizin artık sol yanı olmuşken…”
Evet elli senelik bir birliktelikten sonra artık yarım bir kalp, ıssız bir limandı işte. Yaşanan her şey bu sabah maziye gömülmüş, değer verdiği onca şey, değer vermediği kadınıyla birlikte yok olmuştu.
Ellerindeki titreme vücuduna yayılmıştı. Üşüyordu. Kollarını kavuşturdu. Gözleri, ayaklarına takıldı. Terlikleri bile ona eşini hatırlattı. Zihni karışık duygular içinde kaybolmuştu sanki. “Cimriydi” dedi içinden “gidip birkaç kuruş fazla para vermeyelim diye çizmelerinin derisinden terlik yaptırdı. Maksadı bana muhalefet…” cümleleri zihninden geçince hafifçe kızardı yanakları. Artık yaşamayan bir insan hakkında böyle düşünmeyi yakıştıramadı kendine, hele de eşi hakkında. Üstelik de daha toprakla kucaklaşmamışken, eşini böyle yermek utandırdı onu.
Daha ne kadar böyle kaldılar bilinmez, nice zaman sonra kapı çalındı. “Ferit’tir gelen” deyip kalkmak istedi.
Oğuz, Babasının omzundan hafifçe bastırıp” ben açarım baba, yorma kendini” deyince arkasına yaslandı.
Gelen Ferit’ti. Kapıdan “Babam nasıl?” diyerek girince, hafifçe gururlandı oğluyla. Oğulları arasında analarına en düşkünü Ferit’ti, ama şimdi o da babası için endişeleniyordu. “Oğullarım” dedi içinden. Hayat yoldaşını belki kaybetmişti. Ama oğulları yanındaydı işte. Ömrünün meyveleri, çektiği cefaların ödülleriydi yavruları.
Yine eşini hatırladı. “Ben ölecek olsam kimse bakmaz sana, çekilecek biri değilsin ki” der dururdu. “Hanım, hanım” diye cevaplardı eşini. “Benim üç tane aslan gibi oğlum var, omuzlarında taşırlar beni, gelmiyorlarsa senin yüzünden gelmiyorlar” der, o da eşini acıtmaya çalışırdı.
Evet bu güne kadar, kimbilir kaç seneden beri üç oğlunu bir arada görememişlerdi. Ama işte şimdi üçü de yanıbaşında, dizlerinin dibindeydi. Ve oğulları, gözleri babalarında onun için endişeleniyorlardı. “Yavrularım” dedi içinden, “Yavrularım, sahip çıkarlar bana, hoş kendime de bakabilirim ya.. ama onlar da yanımdalar işte. Oğullarım ve gelinlerim oldukça….” Dudaklarında hafif bir gülümseme, içine biraz ferahlık geldi. Daha bir arkasına yaslandı. Izdırabı bu düşüncelerle biraz olsun dağılmıştı.
Ferit, bir şey söylemek isteyen, ama cesaret edemeyen bir tavırla önce babasına baktı, cesaret edemedi, abisine döndü,”Abi, hepimiz için zor . Ama son görevimiz için gecikmesek mi, ne dersin ..” yutkundu hafifçe, “gidelim mi, annemizin yanına?”
Evet zor olacaktı. Babalarını fazla üzmeden, cenaze merasiminde onun da bulunmasını sağlamalıydılar. abisiyle gözgöze gelince bir fikir alış verişi olmuş, Ferit’in söyleyemediği cümleyi Sadık dillendirmişti.
“Nasılsın baba, dayanabilecek misin. Hep yanında olacağız baba, hep yanındayız biz. Ne dersin Kalkalım mı artık, namazdan sonra da defin işlemi var istersen mezarlığa gelmezsin Nurten’le Serap seni eve getirirler namazdan sonra, ama dayanabilirsen….”
İç geçirdi. Oğulları haklıydı. Artık vakit daralıyor ve son görevlerinin sırası geliyordu. “Kalkalım çocuklar, Allah’ın takdiri….Salmayalım kendimizi” dedi. Dizlerinde ancak bir kuvvetle kalktı yerinden.” Haydı yavrularım, artık ayrılık zamanı, gitmeliyiz, gecikmeyelim” derken vestiyerden ceketini bile almış ayakkabılarını giymeye çalışıyordu. Oğulları birbirleriyle bakışırken,babaları kapıya çıkmıştı bile.