ÇEYİZ
ÇEYİZ
İFFET ORAL
Otobüs tıkış tıkıştı. İnsanlar sırt sırta, omuz omuza, dirsek dirseğe, en tahammül fezası da nefeslerin birbiriyle hemhal olmasıydı. Bu mekanda insan vücudundan çıkabilecek tüm kokuları test etmeniz mümkündü. Çekilen oflar ve küfre yakın seslerle otobüsün havası iyice ağırlaştı. Boyu uzun ve sesi kuvvetli birkaç kişi şoföre seslendi.
-Kardeşim insan mı taşıyorsun, eşya mı?
-Bu otobüsün yolcu sayısı sınırsız mı?
-İnsaf kardeşim insaf, hayvan bile böyle taşınmaz!
Otobüs de şoför de anlatılanlara kulak asmadı yoluna devam etti.
Yeni bir durağa yanaşan otobüsün ön kapısından birkaç yolcu can havliyle kendini dışarı attı. Aynı anda arka kapıya telaşla iki kadın yaklaştı. Genç olanın sırtında içinde kocaman, biçimsizce doldurulmuş bir çuval vardı. İkisinin esmer yüzlerini aydınlatan pırıl pırıl gözlerinden ana kız oldukları aşikardı. Kızın bir dal gibi inceliğine karşı anası beline sıkıştırdığı kadife şalvarıyla toplucaydı. Uçları salkım salkım oyalı kırmızı tülbentinin uçlarını başının üstünde ustaca düğümledi. Kızının iki büklüm taşımaya çalıştığı çuvalı altından kaldırarak kızına destek verdi.
Otobüsün açılan kapısından içeri zorlanarak girdiler. Kız sırtındaki çuvalı yere bırakmadan telaşla etrafı taradı. Birkaç koltuk ileride oturan gencin yanında durdu:
-Anam sabahtır çok yoruldu, müsaade etsen de…
Koltukta oturan genç, kızın boynundaki altın gerdanlığın arasından sızan teri bir müddet seyretti. Hiçbir şey demeden kalktı. Kız arkasını dönmeden seslendi.
-Ana!
Otobüs hareket ettiğinde kız nihayet sırtındaki çuvalı camın dibindeki boşluğa indirdi. İndirmesiyle otobüsün içinde bir şangırtı koptu. Yolcular, hatta şoför dönüp n e sesi olduğunu anlamaya çalıştı. Kadının, oturduğu koltukta iyice yayılmasından rahatsız olan yolcu da kalkınca kız anasının yanına oturdu. Koynundan çıkardığı iğne oyası işlenmiş bembeyaz bir mendille alnının, yüzünün, boynunu terini sildi. Boynunu silerken gerdanlığının bozulan tanelerini bir bir düzeltti gerdanlıkla takım, baklava dilimi küpelerini şöyle bir yokladı. Arkasına yaslandı. Anası koynundan telefonunu çıkardı. Kız hemen atıldı:
-Ana yasaktır.
-Konuşacak değilim. Bakayım saat kaçtır?
Geçen duraktan beri cam kenarında çuvalı inceleyen kadın daha fazla dayanamadı. Ana kızın yanına geldi, gülümseyerek:
-Yorulmuşsunuz? Ana kız hatır sorulmasından memnun, bembeyaz dişlerini göstererek gülümsediler.
-Sorma em sıcak, em çuval..
- Nasıl, bari satışlar iyi gitti mi?
-Ana kız bir kere daha pırıl pırıl gülümsedi.
-Satıcı değiliz be, satın almışız. Kadın merakını daha fazla zaptedemedi.
-Yani o çuvaldaki bakırların hepsini satın mı aldınız? Ama niye?
Kız oturduğu yerden taze kınalanmış elleriyle çiçekli şalvarının kıvrımlarını düzeltti. Pembe tülbentini kulaklarının arkasından geçirdi. Bir kere daha gerdanlığını ve küpelerini yokladı sonra cıvıl cıvıl kara gözlerini yere çevirdi. Sessizce:
-Anamla çeyizlerimi aldık. Alışverişten geliriz.
Kadının boş boş bakmasından anlamadığını sezen ana söze karıştı:
-Sevmeyiz biz çeliği. Bakır sinide oturmazsak karnımız doymaz. Bu daa birinci alışverişimiz. Zordur taşımak bakırı onun için parça parça alırız.
Samimiyeti ilerleten kadın yaklaşık bir metre çapında bakır siniyi çuvaldan hafifçe çekerek kızla anasına gösterdi:
-Madem bakırı seviyorsunuz niçin kalaysız bir bakır sini aldınız?
Kızın anası şalvarının paçalarını hafifçe yukarı doğru çekerek keyifle kadına izahata başladı:
-Ben, kocam, oğlum aha bu kızancığım ep yaparız kalaycılık. Ekmeğimiz kalaydandır. Beğenmeyiz öyle erkesin kalayını. Kendi bakırlarımızı ep kendimiz kalaylarız. Ele bu sini gelin sinisi olacak, iç kimseciklere verir miyim? Elceğizlerimle parlatırım onları. Ooo daha bunlar ne ki ..
Bu arada kız, gözlerinden tevazu akıtarak uzandı, çuvalın dibinden bir paket çıkardı. Paketin kenarını açarak kadına gösterdi:
-Cezvelerimdir.
Pakette yan yana, büyükten küçüğe sıralanmış üç bakır cezve ışıldıyordu. Kadın:
-Üç tane çok değil mi, bir tane yetmez mi? Kız ağırbaşlılıkla kadına eğilerek:
-Cezve takım olmazsa uğursuzluktur.
Hemen ardından elini çuvala daldırıp bir bakır maşrapa, ardından bakır tepsi, bakır sürahi çıkardı sadece kadına gösterip ses çıkarmamaya ihtimam göstererek tekrar çuvala yerleştirdi.
-Epsini anam almıştır. Çeyizimdir. Gelesin evime yapayım sana bu cezvelerle kahveler. Getireyim bu tepsilerle.
Konuşmalar, şöförün yaptığı sert bir frenle kesildi. Bakır çuval bir kere daha otobüsü neşeli çın çınlara boğdu.
Meraklı kadın çantasını pür telaş açtı. Çantanın dibinden bir kartvizit çıkardı. Karviziti kızın avucuna sıkıştırdı. Kapıya doğru koşarken seslendi.
-Sakın unutma düğününe çağır beni. Telefonum adım orda yazılı.
Kız bir kere daha bembeyaz ve kocaman gülümsedi. Anası kartviziti aldı, evirdi.
-Ne bu, niye verdi, oku bakalım ne yazar.
Kız kartı aldı.
-Doç de re.. Hah adı da var. Bak cep telefonu bile var.
Kartı dikkatlice koynuna yerleştirdi.
-İster gelsin düğünüme.
Anası kolunu uzattı kızını göğsüne bastırdı.
-Ele bir eve varalım, bahçeye körüğü kuralım. Kömürün kokusu sokağı sarsın şöyle. Mahallede erkes bilsin ki anası Menekşe’nin bakırlarını kalaylamaya başlamış.
Yaklaştıkları durağa sevinerek baktılar. Kız hevesle çuvalı sırtladı. Anası arkadan destek çıktı. Otobüsten çıktılar. Neşelerini etrafa yayarak sokağın kalabalığına karıştılar.
-
YORUMLAR
Çok güzel, en ince detayına kadar anlatmışsınız....Doğal olarak biz de seyretmiş kadar olduk. Her ne kadar artık otbüslerden nefret ediyor olsam da, orada oturuyor gibi hissettim.
Kutluyorum.
Sevgiler.
iffet
Ne güzel bir anı. Eskiden bakır kaplar kalaylanırdı. Kayınvalidem ve annem de bana küçük küçük bakır kaplar vermişlerdi. Ben de onları kalaylattım, içlerine çiçek monte ettim. Hatıra diye gözümün içi gibi bakıyorum.
Çok güzel bir anlatımdı. Yüreğinize sağlık. Sevgilerimle