ENİŞTEMİ SEVDİM - HARAM AŞK
ENİŞTEMİ SEVDİM
..........Türkân, valsler diyarı Avusturya’nın başkenti Viyana’ da müzik eğitimi almış, henüz 22 yaşında bir genç kızdı. Babası ölünce ablası Serpil, İzzet isimli zengin bir çiftçi ile evlenip, Anadolu’da bir sahil kasabasına yerleşmiş, kendi de buraya gelmişti. Çocukken istanbul’da Bebek’ te oturdukları evi de bu tahsili yapabilmesi için satmışlardı.
..........Viyana’ da 4 yıl boyunca müzik eğitimi almış, derslerden arta kalan zamanları da orada yaşayan Türk arkadaşları ve her milletten yabancı arkadaşları ile tarihi yerleri gezmişti. Hafta sonları da bir diskotek’ te eğlenerek bütün bir haftanın yorgunluğunu atarlardı. Bazan bir arkadaşlarının evinde toplanıp, şarkılar söyleyerek, şiirler okuyarak, dans ederek doya doya eğlenirlerdi. Siyah gözlü, kıvrık dudaklı, arkadaşlarının ifadesi ile nemli, insanın içine işleyen bir sesi vardı. Evlenme teklifi almadığı erkek yoktu. Bir sigara yakmaya kalksa, en az on çakmak uzanırdı. Onunla bir dans etmek, insana bir ömür boyu yeterdi. O gitar çalıp şarkı söylemeye başladığı zaman bülbüller bile susardı.
..........Artık mezun olmuştu. Türkiye’ye dönmeden önce bir veda partisi verdi arkadaşları. Bütün arkadaşlarını çok seviyordu. Son bir şarkı daha söyledi. Herkesle öpüşüp vedalaştı. Onları çok arayacaktı. Onları çok özleyecekti. Bunu biliyordu.
..........Türkiye’ye dönünce eniştesinin çiftliğine gitti, ilk görüşte burada sıkılacağını anladı. Ne yapıp edip İstanbul’da bir iş bulup buradan en yakın zamanda ayrılmalıydı. İstanbul’da doğup büyümüş, Viyana’ da yıllarca kalmış bir kızın yaşayacağı yer değildi çiftlik.
..........Eniştesi pala bıyıklı, ağzından hiç eksik etmediği ağızlıklı sigarası, yeleği ile tam bir külhanbeyini andırıyordu. Ablası ise tam bir köylü karısı olmuştu. Neredeyse ablasını tanıyamayacaktı. O şen şakrak, gözlerinin içi gülen, modern giyinen ablası gitmiş, süklüm püklüm bir kadın gelmişti onun yerine. Gözlerinde mutluluk ışığını göremedi. Yüreğindeki ışığın söndüğünü hissetti. “Ben bütün ömrümü bu çiftlikte geçirip hayatımı zindan edemem” dedi kendi kendine.
..........Bu çiftliğin kendinin asla yaşayabileceği bir yer olmadığını daha ikinci gün anladı. Odasında plâk çalıyor, dans ediyordu. Pikapın sesini biraz yüksek açmış olmalı, eniştesinin odaya girdiğini fark etmedi. Ancak eniştesinin gürleyen sesiyle kendine geldi. ’Kapat’ diye bağırıyordu eniştesi olanca gücüyle. ’Eski köye yeni adet getirme.’ diye haykırdıktan sonra kapıyı çarpıp gitti. Akşam yemeğine o zamanlar çok moda olan, dizlerinin üstünde bir etekle indi.
..........Eniştesi görür görmez gürledi. ’Bu ne kılık. Çabuk üstüne edepli birşey giy.’ Ağlayarak odasına çıktı. Kendini yatağa atıp hıçkırıklara boğuldu. ’Allahı’m kurtar beni burdan’ diye dua ediyordu içinden. ’Kurtar beni Allah’ım.”
..........Aradan bir hafta geçti. Eniştesiyle gözgöze gelmekten korkuyor, yemeğini odasında yiyor, kitap okuyarak vakit geçiriyordu. Yılbaşı gelmişti. Hizmetçileri toplayıp ambarda onlara bir konser verecekti. Eniştesi de kasabaya inmişti nasıl olsa. İki saat boyunca doyasıya eğlendiler. Kızlar da oyun oynayarak kendine eşlik ediyordu şarkı söylerken. Akşam yemeğinden sonra eniştesi odasına gene bir hışımla daldı.’ Sen ne yaptığını sanıyorsun” dedi ve gitarını masaya vura vura paramparça etti.
..........Eniştesi, Viyana’da tanıdığı erkeklere hiç benzemiyordu. O çok farklıydı. Kendiyle dans etmek için binbir numara yapan, sigarasını yakmak için çırpınan erkeklere hiç benzemiyordu. ’Birşeyler var onda’ diye düşündü. Yapmacıksızdı. Birden kalbinden dumanların yükseldiğini hissetti. Kalbi alev alev yanıyordu. Yangın, pikapın sesini yüksek açtığı için kendine bağıran, mini etek giydi diye kızan gitarını kırdığı için eniştesine duyduğu öfkeden değildi. Ne kadar kendine itiraf etmekten korksa da; bu yangın aşk yangınıydı. ’Aman Allahım’ dedi. Hemen bir sigara yaktı. Allahtan, eniştesi sigara içmesine karışmıyordu. Sigaranın dumanında, eniştesinin ateş gibi kızgın yüzünü, ama bu sert görünüşünün altındaki altın kalbini gördü. Eniştesini seviyordu. Birden içinden bir ses duydu. Yoksa eniştesinin bu korkunç öfkesi, yüreğinde filizlenen aşkı susturmak için miydi. Onun da kendine kayıtsız olmadığını fısıldıyordu içinden bir ses. Sigara parmaklarını dağlayınca, daldığı rüyadan uyandı. Geceliğini giyip yattı.
..........Sonraki günlerde eniştesi, yemeklerde hep yere bakıyor, gözgöze gelmemeye özen gösteriyordu. Ama eniştesinin gizli gizli kendine baktığını hissediyordu her zaman. Bir ay sonra bir gece eniştesi, odasına yeni bir gitar ve kucak dolusu kitaplarla gelmişti. Gözleri yerde, bir suçlu gibi, tek kelime bile etmeden ’iyi geceler’ deyip odadan çıktı. ’Beni sevdiği için kendini suçlu hissediyor’ diye düşündü. Bundan emindi. Çünkü aynı suçluluk duygusu kendinde de vardı. Bu defa kapıyı çarpmamıştı. Artık emindi. Eniştesi de kendini seviyordu.
..........Aslında aşkları bir günahtı. Hele kendinin aşkı günah olmaktan da öte, haramdı. Yasaktı. Ablasının kocasını nasıl severdi. Ya ablası? O da birşeyler hissediyordu mutlaka. Ne de olsa o da bir kadındı. Son zamanlarda davranışları değişmişti. Çok az konuşuyor, hiç gülmüyordu. Soru sorulduğu zaman da; kısa kısa cevaplar veriyordu. Bir kadının erkeğinin kalbinde artık başka bir kadının taht kurduğunu anlamaması imkânsızdı. Kendini suçlu hissetti bir kere daha. Gözlerinden yaşlar boşandı. Ablasını bile kıskanıyordu artık. Eniştesini her düşündüğünde kalbi sıkışıyor, boğulur gibi oluyordu. Çaresizdi. Onu unutamayacağını biliyordu. Aşkını itiraf etmeyi düşündü bir ara. Nasıl yapardı ablasına bu kötülüğü utanmadan. Artık hırçın, kırıcı bir kız olup çıkmıştı. Kıskançlık zehirini içmişti bir kere.
..........Ölmeye karar verdi. Herşeyi anlatan bir mektup yazdı eniştesine. Hizmetçiyi çağırdı. Zarfın içine koyduğu mektubu verdi. ’Bu zarfı yarın enişteme ver ama ablam görmesin’ dedi. Hizmetçi hiçbirşey anlamamıştı. ’Peki’ dedi.
..........Sabah erkenden sandala bindi. Son bir defa sevdiği erkeği görmek, vedalaşmak hakkını bile görmüyordu kendinde. Günahını ancak ölerek ödeyebilirdi. Hergün onu ablasının kollarında görerek bin defa ölmektense, bir kere ölüp kurtulacaktı. Doğrusunu yapıyordu kendince.
..........Balıkçılar Türkânı son anda kurtarmıştı. Odasında baygın yatarken İzzet’ in odasına hizmetçi girdi. Türkân’ın kendine verdiği mektubu söyledi. İzzet hemen mektubu getirmesini istedi. Açtı okudu. Aslında biliyordu mektupta ne yazdığını. Ama emin olmak istemişti. Mektubu hizmetçiye geri verdi. Türkân’a mektubu kendinin okuduğunu söylememesini tembih etti.
..........Bir süre sonra çiftliğe bir ziraat mühendisi geldi. Yakışıklı, becerikli bir adamdı. Eniştesi de ondan hep övgüyle bahsediyordu. Çiftlikteki hastalıklı ağaçları kurtarmıştı kısa zamanda.
..........Bir akşam yemeğinde eniştesi, Türkân’ın yüreğinden birşeyler koparan haberi verdi. Ziraat Mühendisi Yusuf kendiyle evlenmek istiyordu. Amerika’da üç yıllığına bir iş bulmuştu. Evlenip Amerika’ya gideceklerdi hemen. Ablasının yüreği aydınlanmıştı adeta. Bunu anlamamak için kör olmak lâzımdı. Ümitle Türkân’a baktı. ’Evet’ demesi için dua ediyordu. Adeta gözleriyle yalvarıyordu. Türkân başını önüne eğdi. Nasıl evet diyebilirdi onu bunca dolu dolu severken. Son bir ümitle ’Eniştem bilir’ dedi. Eniştesinin hayır diye isyan etmesini bekliyordu. Kendini eniştesinin yerine koymak aklına gelmedi. Ne kadar güçlü, ne kadar kabadayı bir erkek olsa da o da çaresizdi şüphesiz. ’Türkân bilir’ diye mırıldandı zor duyulan bir sesle. Ondan ancak evlenip Türkiye’den ayrılarak kurtulabilirdi. Onu unutamayacağını biliyordu. O ilk sevdiği erkekti. Günahtı, haramdı, yasaktı ama öyleydi işte. Bir suç işliyormuş gibi yavaşça ’evet’ dedi ve ağlayarak odasına doğru fırladı. İzzet’in elinden yere düşen bardağın sesinden başka bir ses duyulmadı o gece. Kuşlar ötmedi, köpekler havlamadı, atlar kişnemedi.
..........Bir hafta sonra sade bir törenle evlendiler. Son geceleriydi çiftlikte. Sabah gün doğarken ayrılıp, Amerika’ya giden gemiye binmek üzere ayrılacaklardı. Gün ağarırken vedalaştılar. Eniştesinin sadece elini sıktı. Ablasıyla sarıldılar. Ablası öyle bir sarılmıştı ki; kalbinden ’teşekkür ederim’ dediğini duydu. Her zaman kelimeler konuşmazdı. Bazan da kalpler konuşurdu. Kimse duymazdı onların konuşmalarını
..........Türkan’la Yusuf’u uğurladıktan sonra kahvaltı yapacaklardı. İzzet pencereden uzakları seyredip sigarasını içerken, Serpil’in sesini duydu. Arkasını döndü. Masanın üstünde Türkân’ın kitaplarıyla pikabı ve kendinin hediye ettiği gitar vardı. Türkân giderken bunları sana vermemi söyledi dedi. Kocasının sırtını okşadı. İzzet’in gözleri doldu. Karısına sımsıkı sarıldı. Kalbinden ’beni affet’ diyordu. Serpil ne dediğini duydu. Gene kalpler konuşmuştu. Ama bu defa çok daha anlamlı, çok daha içten. Serpil gözlerini bir kere kapatıp açtı. Bu defa gözler konuşmuştu. Gene kimse duymamıştı. Tekrar sarıldılar. Öylece dakikalarca kalakaldılar. Elele tutuşup kahvaltı masasına yürüdüler.
..........Türkân’la Yusuf, akşam çökerken gemiye bindiler. Yusuf ’Neden durgunsun.” diye sordu. ’Türkiye’den ayrılmanın hüznü var içimde.’ dedi Türkân. Eniştesini Türkiye yapmıştı. İçinden "o da Türkiyem kadar güzel" diye geçirdi. Uzaklara daldı gitti. Yüreğinden dökülen mısralar gözyaşı olup geminin güvertesine dökülüyordu. Sadece Türkân okuyabiliyordu.
Sen Bana Haramsın
Sen bana haramsın ölsem sevemem
Sen bana yasaksın sevdim diyemem
Seni gizli gizli sevebilirim
Kimseye açamam, ölebilirim
Bu kadar hırçınsam sevdiğim için
Aşkımı kalbime gömdüğüm için
Başkasına ait olduğun için
Çünkü sen ablamla evlisin şimdi
Seni düşündükçe boğuluyorum
Seni gördüğümde kahroluyorum
Bir el boğazımı sıkıyor sanki
Kuşlar bana bakıp, ağlıyor sanki
Bu kadar hırçınsam kıskançlığımdan
Kıskanırım seni kendi ablamdan
Onun kollarında gördüğüm andan
Çünkü sen ablamla evlisin şimdi
Unutamam seni. elimde değil
Aşkım gizli saklı, dilimde değil
Kelimeler bazan dile geliyor
Ama boğazımda düğümleniyor
Sen onun yanındayken
İçin için ağlarım
Gözlerimden yaş gelmez
Gizli gizli ağlarım
Allah’ım! nedir bu alınyazısı
Ne acı bir yazı, kömür karası
Ben seni severken ölürcesine
Sen bir başkasının aşkısın gene
Bu kadar hırçınsam hiç sorma niçin
Haram bir meyvayı sevdiğim için
Başkasına ait olduğun için
Çünkü sen ablamla evlisin şimdi
Gitsem buralardan, seni görmesem
Bir bilinmez yerde, ansızın ölsem
Mezarımın taşı simsiyah olsa
Üstünde kahrından öldü bu yazsa
Bu kadar hırçınsam sevdiğim için
Aşkımı kalbime gömdüğüm için
Başkasına ait olduğun için
Çünkü sen ablamla evlisin şimdi
26.01.2001