bir delinin hatıra defteri/Yaşıyoruz işte...
bir delinin hatıra defteri/Yaşıyoruz işte...
Merhaba, benim yiğidin borcunun kamçı olduğu bir memlekette umarsızca yaşayan ve hesapsızca yaşlanan mağrur defterim. Haram helal ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım mantığına inat harama uçkur çözmeyen namuslu bir Türk esnafı gibiyim bugün, mutlu ve neşeli... Ya sen ne halsin?
Ağır aksak yaşıyoruz hayatı, bir fincan orta şekerli kahve arsızlığında...
Sığdıramadık hayatı, şu üç günlük dediğimiz dünyaya. Boşa koyduk dolmadı, doluya koyduk almadı. Ama yine de yaşadık işte içimizdeki menfaat hırsının yüzyıllık ufkuyla, bilinçsizce, hedefsizce...
Aslında gülü sevenin dikenine katlanması gerektiğini önceden bilsek de diken batınca anladık atı çaldırdıktan sonra ahırın kapısını kapatmanın faydasız olduğunu.
Biz erkeğin kalbine giden yolun midesinden geçtiğini ne kadar iyi biliyorsak, bu ülkede milletvekili olmanın yolunun da yalan söylemeyi iyi bilmekten geçtiğini o derece iyi biliriz aslında. Bu ülkenin yalan söylemeyi bilmeyen adama milletvekili demeye dili varmaz, gönlü el vermez. Bu coğrafyada yalan söylemeyi bilmeyen vatandaşa milletvekili demek anayasaya aykırıdır, ayıptır, günahtır.
Seçeceğimiz milletvekilleri maharetli insanlar olmalıdır zahir. Ee biz bu durumu dikkate alır ondan kelli oy kullanırız. Bizce Türkiye’de milletvekili olacak adam şu üç temel özelliği taşımalıdır: Birincisi yalan söylemeyi adı kadar iyi bilecek(Bu konuda eş, dost, akraba arasında yalan söyleme konusunda nam salmış, hatta bu konuyla ilintili kendisine lakap bile iliştirilmiş babayiğitler, sandık başında tercihimizdir. Duyurulur...),ikincisi verilen maaşı beğenmeyecek, üçüncüsü ve en önemlisi meclis kürsüsünde alabildiğine kendisini övecek.(Memleketin nasıl daha iyi bir konuma geleceği konusunda tenezzül edip de kafa yormayan saygıdeğer vekillerimiz kendilerini övme konusunda övülecek kadar başarılıdırlar.)
İşte bizim seçeceğimiz babayiğitler bu özelliklere sahip olmalıdırlar. İşimizin erbabı olduğumuzdan mıdır bilinmez ama biz bu konuda her zaman başarılı olmuş ve hedeflerimize her daim ulaşıp bu beş yüz elli babayiğidi bulmakta zorluk çekmemişizdir.
Ağır aksak yaşıyoruz hayatı, bir fincan orta şekerli kahve arsızlığında...
Polyannacılık güzel bir oyundur zahir. Her ne kadar tüpe zam gelmiş, ev kiraları artmış, elektrik-su faturalarının son ödeme tarihi geçmiş olsa da önemlidir bu coğrafyada polyannacılık oynamak. Gülmek de önemlidir zahir bu memlekette. Ve yine her ne kadar Türk insanına ne kadar uzak bir kelime olsa da...
Son yıllarda üzerimizde dolanan mayhoş bir kahkaha: Avrupa Birliği...
Bir gün Avrupa Birliğine girer miyiz yoksa Avrupa Birliği mi bize girer bilinmez ama bizim polyannacılık oynamada ustalaşacağımız az çok bilinir.
Eee gireriz herhalde bir gün soluklu cümleleri Allah başımızdan eksik etmesin der ve umudun fakirin ekmeği olduğunu düşünürüz çoğu zaman.Doğrudur da, umut fakirin ekmeğidir. Her ne kadar fakirin umudu olan o ekmek, ufukta bir nokta olarak gözükse de... Ee gireriz herhalde bir gün.
Ağır aksak yaşıyoruz hayatı, bir fincan orta şekerli kahve arsızlığında...
Bu coğrafyanın evlatları, bir taksici esnafına, bir de memur adama kız vermeye yanaşmaz.
Kızı memura vermektense başını boş bırakıp ya davulcuya ya zurnacıya varmasına göz yumarız çoğu zaman. Ee memur adama da kız verilmez bu zamanda diye düşünürüz. Memurlarımız da bu durumdan haberdardır hani. Ee memurlarımız da zeki adamlardır bizim.İçlerindeki fakirliği gömmeye yer aramışlardır Anadolu topraklarında, yer bulamayışlarındandır içlerindeki rüşvet canavarını durduramayışları.İşte böyle zamanlarda dile gelmiştir haram helal ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım deyimi. Ve yine böyle bir zamanda oluşturmuştur bu deyim memurlarımızın hayat felsefelerini.
Rüşvet yemek, yiyebilmek önemlidir bu coğrafyada. Ee tabi yiğidi öldür hakkını da yiğide ver dedirtecek yiğitler vardır bu memlekette. Ama bu yiğitler de bekârlığın sultanlık olduğuna kanaat getiren yiğitler olur çoğu zaman.
Bu ülkede evli olup da rüşvet yemeden ev geçindiren devlet memuruna bu ülkenin var olan her şeyi, elinde bulunan tüm serveti desek yeridir. Ve bu ülke bugün hala ayaktaysa şükürler olsun ki hala var olan bir şeyleri, elinde bulunan bir serveti var demektir.
Ağır aksak yaşıyoruz hayatı, bir fincan orta şekerli kahve arsızlığında...
Her ne kadar çocuklarımıza din konusunda bir şeyler bildiğimizi ispat için örtünmenin farz olduğunu zikretsek de çocuklarımızın gözleri önünde sanat için soyunmayı da ihmal etmeyiz çoğu zaman. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirtecek yanlarımızdır bunlar bizim.Sanat önemsenecek bir uğraştır zahir bu memlekette. Bizler için oldukça önemli olan sanatı da soyunmakla yüceltebileceğimizi zannetmemizin açıklaması da sanata verdiğimiz önemden ibarettir zannımca.
Biz bir garip kuluz/Ne olur ki sonumuz
Malumdur şu halimiz/Affeyle Allah (bi ilahiden alıntıdır.)
Ağır aksak yaşıyoruz hayatı, bir fincan orta şekerli kahve arsızlığında...
Dilimizi zenginleştiremedik, o taraklarda bezimiz olmadı bizim hiç ama özentinin bin bir çeşidini savurduk umarsızca zikrettiğimiz baay, okey, hello ve türevleri batı çağrıştırımı sözcüklerle.Artık bu zihniyet hoşça kal demek yerine baay, tamam demek yerine okey, merhaba demek yerine hello demeyi yakıştırır oldu kendine. Yakıştığını da zannetti çoğu zaman.Ve daha sonra hangi mantığa hizmet ettiklerini bir türlü seçemediğim, her fırsatta deminki kelimeleri zikretmekten haz duyan ve sonra da çıkıp biz Atatürk’ün bu ülkeyi emanet ettiği milliyetçi gençleriz diye kendilerini tanıtmaktan zevk alan gençler türedi bu topraklarda. İşte bu da bu perhiz bu ne lahana turşusu dedirtecek başka bir yanımız oldu haliyle.
Rezil sefil yaşıyoruz hayatı, alabildiğine şuursuzca...
Televizyon ekranlarına sere serpe yansıyan ahlak dışı vücutlarımızla,
Ellerimizde dolandırıcılığın, soygunculuğun, yankesiciliğin iki cümlelik lügatiyle,
Devletin malı deniz, yemeyen keriz mantığının bizdeki izdüşümüyle,
Gözünü para bürümüş zihniyetlerle gözüne şöhret bürümüş zihniyetlerin cirit attığı televizyon ekranlarıyla,
Bata çıka yaşıyoruz hayatı, alabildiğine bedbahtça...
Gövdemizi kavuran yalnızlığın bize miras bıraktığı hırsla,
O hırsın eylemlere dönüşen yalancı zarafetiyle,
Yaşıyoruz işte umarsızca, şuursuzca, bilinçsizce...
Sizce?
İçimizdeki dünü bir kez daha yâd ediyorum işte yine.
Savunmamızı hala kaybediyoruz.
Ve hala hesap soramıyoruz kendimizden başka hiç kimseye.
Savunmamızı kaybediyoruz.
Düşüyor kalelerimiz...
Sorgulayamıyoruz dışımızdakileri, içimizdeki dünden bir türlü geçemeyince
Yargıladıklarımız vardı bir zamanlar,
Oysa şimdi yargılanacak kimse de kalmadı...
Neyse, hoşça kal, benim hayatı doludizgin yaşayan manidar defterim...
22.02.2006 Çarşamba
olcyşmşk.../knya