- 1915 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
EZBERLENMİŞ HAYATLAR
Kavurduğu soğan gözlerini yakınca, ocağın altını kısıp tencerenin kapağını kapattı. Mutfaktaki küçük yemek masasına oturdu. Eli sigarasına uzandı. “Bari bir de kahve yapayım kendime, sohbetim daha koyu olsun” diye düşündü, gülümsedi. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra sigarasını yakarken “aslında ne kadar az içersem o kadar iyi olacak, iyice sağlığımı bozmaya başladı bu meret” diye düşünmeden de edemedi. Yine en zor sohbetlerden birini yapacaktı. Kendi ile söyleşecekti. Bunu elinden geldiğince geciktirmeye çalışıyordu her zaman, ama yine kendini kendi ile baş başa bulmuştu işte.
“Ne kadar da benzemeye başladım Aysel’e. Oysa hep kızardım onun davranışlarına. Ya anneme ne demeli. Son birkaç sene öncesine kadar hep onu tenkit eden ben değimliydim. İşte şimdi aynısını ben yapar oldum” diye düşündü.
Aysel kendinden küçük kız kardeşiydi. Ama kendinden önce evlenmiş, hemen çoluk çocuğa karışmıştı. Babası kimin kısmeti çıkarsa onu evlendiririm demiş, piyango da Aysel’e vurmuştu. “Zaten hayallerim vardı, erken evlenmek düşüncesi içimde yoktu ki” diye omuz silkti. Aysel en kısa sürede annesine benzemişti evlendikten sonra. Yemek, bulaşık, ütü, ev işleri, komşu gezmeleri derken annesinin bir kopyası olup çıkıvermişti. Yapma, biraz da kendine zaman ayır dediği vakit, “Abla ne vakti, saçımı tarayacak zamanın bile olmuyor” diyordu aynı annesi gibi. Ne gençliğin, ne de güzelliğin bir önemi kalmıyordu ki evlenince. Ama evlenmeden de olmuyordu işte.
Okulda öğretmişlerdi ya; İnsanlar doğar, büyür ve ölürler. Bu şöyle olmalıydı kendince. İnsanlar doğar, büyür, evlenir ve ölürler. Hep birbirinin aynı hayatı yaşamak zorundadırlar. Kendi hayatı farklı olacaktı. Çevresindeki kadınların yaşadığı hayatı yaşamayacaktı. Okulunu bitirdiği zaman en çok buna sevinmişti. Yaşar, yani eşi ilk başlarda onun çalışmasına ve kariyer yapmasına olumlu bakıyordu. Ama sonraları çocuk istemeye, evde illa sıcak yemek beklemeye başladı. “Olsun varsın diyordu. Yeter ki beni anlasın da bunlara da yetişmeye çalışırım”. Annesinden öğrendiği kadar yemeklerini yapmaya başladı. Yaptıkça kendine olan güveni de gelmeye başlamıştı. “Bir de çocuk yaparsam sanırım her şey normale döner” diye düşünüyordu. Farkına varmadan kendini bir şeylere hazırlıyordu. İlk bebeği doğduğunda aldığı izinlerden sonra iş yaşamına dönmekte zorlandı. Her şeyi birbirine karıştırmaya başladı. Aklı evde bıraktığı oğlunda kalıyordu. Bunu Yaşar’la paylaşınca o işten ayrılmasını istedi. “Her şey oğlum için değil mi” düşüncesi ile kabul etti işinden ayrılmayı. İşte ilk büyük hatası buydu. Oğlunu büyütmeye başlarken ikinci bebeğin geleceğini de hissetti. İki sene sonra kızını kucağına aldığında tam anlamı ile iyi bir ev hanımı olmuştu. Hatta her zaman kızdığı, saçma sapan bulduğu komşu sohbetlerine bile zevkle dalar olmuştu. Kimin kocası nerede ne yapmış, hangi yemek nasıl yapılırsa daha iyi olurmuş, hangi tuzlu pastanın yanına tatlılardan konmalıymış hepsini de çok iyi öğrenmişti.
Seneler yerinde durduğu gibi durmuyordu, akıp geçti. Oğlu da kızı da büyümüş, kendine ihtiyaçları kalmamıştı. İkisi de istedikleri üniversitelerde okuyordu. Düzenlerini kurmuşlardı. Hatta çocukların evliliği ve iş garantileri bile hazır durumdaydı. İşine dönmeyi düşündü. İstifa ederek ayrılmıştı. Bunca seneden sonra iş ortamı o kadar çok değişmişti ki. Kendi uzmanlığı dışında farklı teklifler aldı. Kabul etmedi, yapamam düşüncesi ile.
Artık ne evinden tat alıyordu, ne de bayan arkadaşlarının yaptığı sohbetlerden. İşte yine gün akşama dönmek üzereydi ve mutfağında yemek hazırlıyordu.
“Bu böyle olmamalı” diye düşündü. “Silkinip kendime gelmeliyim, ben ne annem gibi ne Aysel gibi ne de komşularım gibi olmadım, onların bana biçtiği rolü oynamaya çalıştım sadece” diye düşündü. “Rolümü oynadım evet ama şimdi oyun bitti, perde kapandı.”
Yemek pişmiş, demini bile almıştı. Mutfak iyice karanlığa gömülmüştü. Kalktı ışığı açtı. Rahat bir nefes almaya çalıştı. Bundan sonrası için kararını vermişti. EZBERLENMİŞ BİR HAYATI yaşamayacaktı.
Yaşarla uzun süredir her şeyi koparmışlardı. Paylaşacak hiçbir şeyleri kalmamıştı. Bazen hiçbir şey konuşmadan bir hafta bile geçiyordu. Oysa daha yaşı yeni kırk yedi olmuştu. Hala güzel, hala gönlü aşk doluydu. “Neden” dedi “neden devam ettireyim ki sevgisiz bir evliliği. Yeni aşk yaşamak yeni bir sevdaya yelken açmak varken”. Bunu arkadaşlarından birisi ile paylaşsa kendine deli gözü ile bakardı. “Paylaşmayacağım, ama yavaş yavaş da yoluna koyacağım her şeyi. Her insana bir kez yaşama hakkı veriliyor. Bir daha dünyaya gelmek mümkün değil. Sevgi dolu bir yürek varken, onu dört duvarın arasında nasıl bağlı tutabilirim. Madem sevgi var, madem aşk var ve her yaşta mümkün. Bende yaşayacağım bunları”.
Aldığı kararları uygulama zamanı gelmişti artık. Yaşarla konuştu. Eşi kabul etti boşanmayı. Eskisi gibi olmasa da yine çabuk adapte olabileceği bir iş seçti kendine. Şimdi daha farklı bakmaya başlamıştı yaşama. Demek ki insan yaşanılması gerekenleri yaşıyor, ama içinde ukde kalanları da bir gün elbet yerine getirmek istiyordu. Hep karşı çıktığı bir yaşam biçimiydi EZBERLENMİŞ HAYATLAR, ama mecburi olarak yaşamın bir noktasında karşısına çıkmıştı işte. Kader diyerek kabullenmek en iyisiydi. Hem o ezbere yaşamdan kendine her zaman gurur duyacağı iki çocuk kalmıştı. Zarar yoktu. Bundan sonrası için ezbere değil de doğaçlama yaşayacaktı. Hep hayalini kurduğu şekilde yani. İşine devam edecek, küçük bir ev kiralayacak ve mümkün olduğunca az eşya alacaktı. Kendisi eşyaya değil, eşya ona hizmet edecekti. İş çıkışlarında gönlü nereye gitmek istiyorsa orada vaktini geçirecekti. Kim bilir, belki de günün birinde âşık olabileceği yeni birisi ile karşılaşacaktı...
Ama herkesin kendine uygun gördüğü EZBERLENMİŞ HAYATI yaşamayacaktı.
YORUMLAR
sizin ilk yaşadığınız hayat normalmiş daha sonrası muamma gideceği liman belli olmayan gemi misali karaya vurma ihtimali çok fazla bence denemeyin riskli getirisi yok , ben bunları anladımsizin yazınızdan
su_misali(Gülhun Ertilav)
yazılan her şey yaşanmış demek değildir, olay sadece kurgudan ibarettir
saygılar
yazın hem düşündürdü hemde olabilir mi ? yok ... yok... diye yüreğim karşı geldi.Ama bir insan bu hayatı ezberlenmiş olarak görüyorsa ve de mutsuzsa ...Kabuğundan çıkması gerekiyorsa neden olmasın ? çok anlamlıbir okadarda akıcı ve güzel bir yazıydı gönülden kutluyorum kocaman sevgilerimle kucak dolusu güllerimi bıraktım sayfana
Bizim toplum kuralları ve aile yapımız gereği hep ezberlenmiş hayatları yaşamaya mecburuz. Arada sırada isyan edip "ben bu hayatı ezbere yaşamayacağım, bu hayat benim hayatım ve ben de dünyaya bir kez geldim" diyen kişi pek az. Keşke daha çok olsa.
Güzel bir yazı arkadaşım. Yazıda her insan kendini bulabilir. Kutluyorum..........sevgimle.
Canım benim, öyle bir çember içinde yetiştiriliyoruz ki, doğmak, büyümek, evlenmek, her ne olursa olsun o evliliği ölene kadar yürütmek, üzerimize bir elbise gibi giydirilmiş.
Küçükken oynadığımız evcilik oyunlarından başlamıyor muydu kalıplaşmış hikayemiz. Kız çocuk "anne" olur, yemek yapar, dikiş diker, komşuyla sohbete gider, çocuk bakar. Daha o zamanlardan beynimize yerleştirilmedi mi? Ve bu düşüncelerle büyürken, kız çocukları kendilerini hep bir erkeğe bağımlı görüyor, sanki yalnız başlarına hiçbir şey başaramayacaklarını sanıyorlar. Hepimiz aynı şekilde büyüdük, büyütüldük.
Oysa kadınların erkeklerden daha güçlü bir yapıya sahip oldukları bilimsel olarak açıklandı. Kadın isterse herşey yapabilir. Hani "adam" gibi derler ya her fırsatta. "Adam" gücün, dürüstlüğün vs. temsili gibi. Hayır, kadın "kadın gibi" sever. "Kadın gibi" hayatta dimdik durmasını da başarır.
Kadın isterse "EZBERLENMEMİŞ BİR HAYATI" da yaşayabilir. Sevgilerimle...
Çoğumuz aynı yoldan geçmedik mi? Erkek ya da kadın fark etmez. Doğduk, büyüdük, evlendik.... Aradaki süreçte farklılık yaratan olgu: Büyümek. Durmayan tek olgu da Büyümek. Bütün bu olayları yaşarken Büyümeye devam ediyoruz. Ve değişiyoruz. Düşüncelerimizle, olaylara bakış açımızla, kabullerimiz ve redlerimizle birlikte büyüyoruz.
Hayata başladığımız an da kendimize çizdiğimiz yol, sürekli değişime uğruyor. Ruhumuz, yaşadıklarıyla ve edindiği tecrübelerle olgunlaşıyor. Ve bir noktaya geliyoruz: "Ben, ev hanımı olamazmışım" ya da " Ben, evlenmemeliymişim." veya " Evlilik için yanlış seçim yapmışım " diyebiliyoruz. Hayatın her alanına yayabileceğimiz bir değişimden geçiyoruz. FARKINDALIK sürecimiz başlıyor. Bu noktada yol, ikiye ayrılıyor. Ya " Artık yapacak bir şey yok " diyerek yola devam ediyoruz. Sürekli sızlanarak, başkalarını veya kendimizi suçlayarak, mutsuz bir insan oluyoruz. Ya da " Hayır, bu benim değiştirebileceğim kaderim ve ben bunu yaşamayı red ediyorum " diyoruz. Kendi seçtiğimiz yolda yürümeye başlıyoruz.
Yazınızı dün akşam okumuştum. Ancak bir kere okuyarak yorum yapmak istemedim. Teşekkür ediyorum Gülhun hanım. Sevgilerimle.
Eser Akpınar tarafından 3/30/2011 10:55:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
tam bitti derken değişik bir formatla okuyucuyuda ezberinden sorguluyor...durup dururken....ilahi günhun....herkes yapabilirmi.....al sana koskoca bir soru işareti.....yiğitsen ver cevabını....olabilirmi.....allah allah...boş ver ya.....biz yine ezberimize dönelim....gecenin bu vaktinde....daha yazı okumayacağım.....kahve gibi keyf alıp biraz daha sorguluyayım...müthişti.....saygılar