- 1472 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MEHTABA KARŞI MEKTUPLAR -I-
Merhaba Can…
Aslında yorgunum ve bu küflü dünyaya, bozulmaya meyilli ıslak kelimeler bırakmak istemiyorum. Fakat susarak hayatın aheng-i reftarına yenik düşmek de istemiyorum. İlle de yenilecekse, kavga edip yenilmeli insan…
Ama dilerim sen hiç kavga etmek zorunda kalma. Bir köy kadınının, hasat günü, eteğine doldurduğu şeftalileri, terli ve pembe bir tebessümle çocuğunun önüne dökmesi gibi versin sana hayat beklediklerini…Ya da anne kuşun yavrusunu beslemesi gibi…
Seher, kanatlarındaki nuru dökerken sen sadece ellerini aç…İki nur da benim için tak gamzelerine...
Biliyor musun, hayat hüznüyle güzel. Aklın delilikle, güzelin çirkinlikle, doğrunun yanlışla anlam kazanması gibi…Mutluluk da acılar var oldukça güzel. Kaç kere “Ben bittim artık” dedik. Sonra kaç kere sabah oldu, nefes aldık, pencereden baktık tomurcuklara, yeşil yapraklara, kızıl meyvelere, sarı dallara ve sonra sonsuz beyaza. Biz durduk diye hayat durmadı can…
Sıcağı, üşüdüğün için sevdin…Kavuşmayı, ayrılığın acısını tattığın için… Bunları sana anlatıyorum ama, asıl ikna etmeye çalıştığım kişi kendimim biliyor musun? Sözlerime kulak misafiri olursa kalbim, inanması daha kolay olur belki diye…Bilirsin, kalpler yaramaz çocuklara benzer. Öğretmenin lafını dinleyen, ama annesine itibar etmeyen yaramaz çocuklara…
Öyle boynu bükük ve öyle küskün bakıyorsun ki…Sanki içinde, dünya kapıları üzerine kapanmış bir batık var. İçine senin bile giremeyeceğin bir batık…Bir bebeğin anne karnını tekmelemesi gibi unutturmuyor sana varlığını ve sen her hatırlayışta –gülüyor olsan bile- kanıyorsun…
Seni de mi erken çıkardılar kundaktan? Senin de mi çocukça hatta aptalca sorular sormana müsaade etmediler? Kocaman insanlara ağır gelecek kederleri, küçücük elbiselerinin karpuz kollarına mı gizledin sen de…Eğer öyleyse çıkart at onları sandığından. Sana söz; kendi ellerimle mavi bir atkı dokuyacağım sana. Onu koy sandığına. Bir de karanfil koyarım arasına…Eskiler öyle yaparmış; üzerine keder sinmiş giysileri, bir dahaki mevsime saklarken aralarına düş kokulu çiçekler koyarlarmış…
Yaşarken bir kağnı kadar ağır ve gıcırtılı hayat...Ama geri dönüp baktığımızda, hiç de o kadar uzun değilmiş zaman diyoruz. Tıpkı; bir şiiri yazmak için günlerce hatta aylarca uğraşıp bitirdiğinde, sanki hiç o kadar beklememişsin gibi, tek nefeste okunması misali...Okuyanlar takıldığın yerleri bilmezler, durup ağladığın, nefes alamayıp kalemi bıraktığın yerleri bilmezler. Sonra sen bile unutursun...
Beni soracak olursan; o kadar çok işim var ki…Planlarım, hedeflerim, kavgalarım…İçlerinde kaybolmam an meselesi. Hiçbir işe yaramayacağını bile bile etrafıma direniyorum bir de…Kale burcu gibi dik ama yaralı bir halde ediyorum akşamı... Eve dönerken, yol kenarlarından topladığım taşlarla kapatıyorum surlarımdaki delikleri.
Hüzünlü kadınlar görüyorum ekseriyetle…Bir sürü şey anlatıyorlar bana. Gözlerini bir görsen can…Öyle tarifsiz bir keder, o kadar belirgin bir utangaçlık var ki göz bebeklerinde…Bakamıyorum uzun süre, gözlerimi kapatıyorum. O an ağladığım şeyler için Rabbimden özür diliyorum. Bir de o kadınlardan, ama gizlice…
Küçük çocuklarla karşılaşıyorum deterjan ve toprak kokulu dar sokaklarda. Birkaç dakika aykırılığımı seyrediyorlar. Sonra birbirlerine bakıyorlar…Sonra patlak bir topun peşinde uzaklaşıp gidiyorlar.
Yani demek istediğim, bir biz değiliz ağlayan. Aslında bizim ağlamaya bile hakkımız yok! Sahip olduğun her şey için Allah’a şükret, yalnızlığın için bana gel…Ki zaten vakitli vakitsiz esiyor yüreğime küskün kelimelerin…Yalnız bir Erciyes gibi duruyorsun bir düş aralığı kadar penceremde…Karlı ama erdemli bir dağ gibi geçiyorsun gözlerimden…
İncitilince kendi dağının ardına gizlenen küçük bir kız çocuğusun sen…
Gel…
Sana avucunu yumruk yapmayı öğreteceğim…Sen bana dik durmayı öğretirken…
Gül, gülmek en çok gamzesi karanfil kokanlara yaraşır…
Ağlama, dibindeki ışkınlar kurur, yaslandığın duvar çürür… Elini hiçbir zaman saçlarından koparmayan annen üzülür…
Kimseler duymasın diye gecelere gizlediğin hıçkırıkları bir duyan var…Ama gülüşlerinin sıcaklığını, kendine mevsim edenler daha çok can…
Bir daha geceleri ağlama. Sen bilmez misin; ıslak kirpiklerle uyuyan, düşünde bile keder çeker, hiç gülmeyen sabahlara uyanır…
Artık gitmeliyim…Düş perisinin bana verdiği süre dolmak üzere. On ikiden sonra, kendi yanaklarımızda birer damla gözyaşına dönüşmek istemeyiz değil mi can?
Sen “Ben bu adresten gittim, bir daha yazma arkadaşım” diyene kadar, sana yazacağım.
Ama gitme olur mu?
…ENGİNDENİZ…
Aheng-i reftar: Hayatın gidişatı, doğal akışı.
MEHTABA KARŞI MEKTUPLAR -I- Yazısına Yorum Yap
"MEHTABA KARŞI MEKTUPLAR -I- " başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.