Kölenin Aşkı
KÖLENİN AŞK’I
Bir adı da İsrail olan Yakup Peygamber , çocukları içinde en çok Yusuf’u sever . Peygamberler dahil ; ne önce , ne de sonra gelecek insanlardan hiç birisine verilmeyen bu vücut iklimindeki yüz güzelliği , diğer kardeşlerinin onu kıskanarak , kuyuya atmalarına sebep olur .
İbret alınması gereken nice hikmetlerle dolu bu hadise Kuran-ı Kerim’de de , kıssa olarak anlatılmıştır .
Konuyla ilgili olarak , halk arasında şöyle bir hikâye dahi rivayet edilir . Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hanımlarından birisi , zat-ı şahanelerine ;
─ "Ya Resulallah ..! Tenim , canım sana feda olsun ! Mısır sarayının hanımları , Yusuf Peygamberi gördüklerinde , O’nun güzelliği karşısında , meyve yemek bahanesiyle ellerindeki bıçaklarla parmaklarını doğradılar da , haberleri bile olmadı , acı duymadılar değil mi ? Bu hususta ne buyurursunuz ?" diye sorduğunda , saadet burcunun sultanı Aşk Peygamberi ;
─ "Evet , doğrudur . Zira kardeşim Yusuf çok güzeldi ." deyince , o hanımefendiler annesi şöyle devam eder ;
─ "Allah’a yemin ederim ki ; eğer o Mısır sarayının hanımları , Yusuf’u değil de seni görselerdi , ellerindeki bıçakları kalplerine saplarlardı da yine haberleri olmazdı ." diyerek ağlamaya başlar . Bunun üzerine O balların balı , canların canı , arzıncanı, semanın şemsi , gecenin mahı , aşkın misbahı , nefesi Reyhan , teni gül kokan Aşk Peygamberi , tebessüm ederek tevazuyla başını öne eğer .
Kaç gün kaldığı bilinmez ; oradan geçmekte olan kervan tarafından , atıldığı kuyudan çıkarılan Yusuf’’un güzelliği , köle ticareti de yapan kervan sahiplerinin para iştahını oldukça kabartır . Ve Yusuf köledir artık ...
Günler sonra kervan Mısır’a girer . Esirler ; köle pazarına gelmeden daha , Mısır zenginlerinin kulağına giden haber , sarayda da yankılanmıştır . Saray hanımları içerisinde ; cezbeden güzellik ve zerafetiyle , tartışma götürmeyecek kadar önde giden Zeliha , bunu duyar duymaz apar topar , adamlarını alıp yola düşer .
Açık arttırmanın en hararetli anında köle pazarına yetiştiğinde , kraliçenin geldiğini görenler kendisine tazim edip yol açarken , ümidlerinin suya düştüğünü de anlarlar . Çünkü , onun üzerinde fiyat vermek kimsenin haddi ve harcı değildir .
Henüz ; kimdir bu köle , bana gösterin demeden daha kervancı başı Yusuf’u , Zeliha’nın önüne çıkarır . Çıkarır da ... İşte ne olduysa o an olur Zeliha’ya . Sanki ; "Aman Tanrım ..! Böyle bir güzellik olamaz !" dercesine , gönlündeki pekmezini , bal şerbetini dudaklarının kenarından , pazarın orta yerinde akıtıp döküverir .
İlkbahar kuzularından daha güzel körpesini , ciğerparesini , biricik evladı Yusuf’unu kaybeden babası Yakup Peygamber’e, artık kenan illeri değil , dünya zindandır .
Yeyip içmekten kesilmiş , her gece sabahlara kadar Yusuf’um , Yusuf’um , Kınalı kuzum ..! diye kanlı yaş döküp , ağlamaktan gözleri kör olmuştur .
Kardeşlerinin "Yusuf’u kurtlar yedi babacığım . İşte biz de kanlı gömleğini getirdik ." demelerine bir kez olsun inanmamış ve o gömleği "Yusuf’umun kokusu geliyor , Yusuf’um kokuyor burcu burcu , o ölmedi ." diye ahu figan edip , kenan illerini hasret ateşiyle yakmıştır .
Evet ... Yusuf kuyudan çıkmıştır ama şimdi asıl kuyuya , zindana düşen Yakup Peygamberin ta kendisi olmuştur . Zira ; onda seyrettiği güzeller güzelinden ayrı kalıp , hicrana düşmüştür .
Bu tarafta ise aylar birbirini kovalarken , Yusuf da her geçen gün gelişip serpilmede ve güzelliği başka bir hal almadadır. Gözünün önünden bir an dahi ayrılmasına tahammül edemez hale gelen Zeliha da , ona olan arzusu ve isteğinde gittikçe hırçınlaşmada ve her seferinde bunu hissettirmededir Yusuf’a .
Günümüzde de ; Medrese-i Yusufiye denilen hapishaneye düşmesine sebep olan hadisenin vakti gelip çatmıştır nihayet.
Hizmet için onu huzuruna çağırtan Zeliha , o gün bir başkadır . Hem de öyle ki ; Allah tarafından hususi bir korunma altına alın madıkça , en dirayetli ve en sabırlı erkeğin bile tahammülünü ; kızgın güneşin altında suya dönen kar gibi eritircesine , can dayanmaz işveyi nazını artırıp , arzı endam etmek için , kokuların en güzelini sürünerek , sahibi dahi gelse ne onu ne de elindeki kamçısını görmeyecek kadar gözü kararmış azgın kısrak misali , odasında gezinip durmadadır .
Yusuf içeri girer girmez , kapıyı kapatıp sürgüsünden kilitler . Kolundan tuttuğu gibi yatağına doğru çekerken teklifini de açıkça dile getirir ve ;
─ "Yusuf ..! Bana sahip olmanı istiyorum ." der .
Peygamberliği henüz bildirilmemiş ama pak ve temiz bir peygamber neslinden gelen ve gönlü de yüzü gibi lekesiz olan güzel Yusuf ;
─ "Ben Allah’tan korkarım , yapamam . Lütfen beni azad edin efendim ." deyince ,
─ "Sen de bilmedesin ki , bu anı aylarca bekledim . Kölemsin ama seni hiç bir zaman öyle görmedim . Gönlümün efendisi , vücut iklimimin tek sahibi olarak düşündüm hep . Öyle kararlıyım ki sonu nereye varırsa varsın , ikimizinde bu vuslattan kurtuluşu yoktur . Ya bana sahip olursun ya da iftira edip seni zindana attırırım ." dediğinde elinden kurtulup kaçmaya çalışan Yusuf’u kovalamaya başlar . Yusuf kaçar , Zeliha kovalar . Bir kovalamacadır başlar odada .
Evet ; O bir peygamber namzedidir , pak bir nesilden gelmektedir ama her şeye rağmen yine de civandır , gençtir . Bir nefis taşımadadır o da . Üstelik Zeliha’nın güzelliğini inkâr eden gözler muhakkak kör , gönüller şevksizdir . Bu arzu , o an Yusuf’un gönlüne de bir nebze de olsa inip de acaba mı sorusu zihnine gelir gelmez , o anda odanın duvarından babası Yakup Peygamber ayan beyan görünerek ;
─ "Yusuf ! Sakın ha ! Çek elini ! diye hitap eder .
Babasını görüp ikazını duyan Yusuf , dehşet ve korkuyla kapıya doğru yönelir . Ama Zeliha yetişerek sırtından yakalar . Yusuf çeker , Zeliha çeker . Gömleği arkasından beline kadar yırtılır .
Bu telâşa , dışarıdan koşup gelen görevlilere kapıyı açan Zeliha , biçare vaziyette ,
─ "Bu köleyi zindana atın . Beni taciz etti , mahkeme edilsin hemen !" emrini verir .
Mahkeme kurulur . Duruşma başlar ama usulendir . Zira şikayet eden , sarayın en güzel hanımefendisi Zeliha , şikayet edilen ise bir köledir .
Yargıç ve orada bulunanlar , gömleğin arkadan yırtıldığını gördüklerinde , içlerinden tebessüm ederek , Yusuf’un zindana atılma hükmünü istemeyerek verirler .
Yusuf’u artık bir daha hergün görme imkânı kalmayan Zeliha , meyus ve perişan bir halde içine kapanır . Ama dedikodu sarayda alıp başını gitmiştir . En çok hanımların diline düşmesi , ızdırabını daha çok artırmıştır .
"Yemeden içmeden kesilircesine , bir köleye aşık olmak sana yakışıyor mu hiç" diyen saray hanımlarına hitaben bir gün ;
─ "Madem öyle ... Beni bu kadar kınıyorsunuz . O zaman , yarın o köleyi çağırtıp huzurunuza getirteceğim . Ama onu görmek adına toplandığınızı bilmemesi için , sarayın salonunda verilen meyve ziyafetime gelmişsiniz gibi hareket edip , elinizdeki meyveleri soyarken , gözünüzün altından da O’nu seyredin bakalım ." der .
Ertesi gün , salonda toplanan hanımlar , ellerindeki meyveleri soymakla meşgulken , sahnenin gerisinde , perde arkasında bekleyen köle , Zeliha’nın işaretiyle hanımların huzuruna , sahneye çıkar .
Güya , sezdirmeden gözlerinin altından bakacaklarına söz veren hanımlar , o an feryada düşüp ;
─ "Haşa ..! Bu insan olamaz ! Bir melek bu !" deyip ellerindeki meyveleri soymayı bitirmiş ve büyülenmiş halde parmaklarını kesmeye başlarlar . Meyve tabakları ellerinden akan kanla dolarken , ne acı duyarlar ne de ızdırap . Haberleri bile olmaz. Ta ki Zeliha’nın onlara bağırmasına kadar .
─ "Hanımlar ! Hanımlar ! Şu halinize bakın bir ! Ellerinizi doğruyorsunuz da haberiniz dahi yok , kendinize gelin ! Yusuf ! Sen de geri git zindana hemen !" der.
Sarayın hanımları kendilerine geldiğinde ;
─ "Haklısın ey Zeliha ! Hem de çok haklısın ! Bağışla bizi lütfen ." diyerek özür beyan ederler .
Yusuf’u kendi eliyle zindana attıran Zeliha ,
─ "Mademki O zindandadır , bana da bu dünya haram olsun ." deyip bir mahzene kapanarak , kölelerin yediklerinden yemeye ve onlar gibi yaşamaya başlar .
Geceleri sabahlara kadar Sanem adındaki putuna yaşlı gözlerle ,
─ "Sanem ! Sanem ! Ne olur beni Yusuf’uma kavuştur Sanem !" diye yalvarır . Orada ne kadar kaldığı ise bilinmez . Ama Yusuf’un sultanlığına kadar olduğu kesindir .
Aylar su gibi akıp gider . Her daim ağlamaktan gözleri kör olur . Saçları dökülüp , beli bükülür . Ağzındaki incileri de yoktur artık . Her şeyi unutmuştur . Tacı, tahtı , şanı , şöhreti hiç birşeyi kalmamıştır gönlünde . Hatta Zeliha adı bile ...
Yine yalvardığı o seher vakitlerinden birinde dili sürçüp , farkında olmadan "Sanem ,Sanem !" derken birden "Samed" deyiverir . İşte o an , hitapların en muhteşemini duyar vücut ve gönül kulaklarıyla .
Allah " Buyur ey Zeliha ! Ne istiyorsun ?" diye nida eder .
Güzelliğini Yusuf’un yüzünden göstererek , Zeliha’ya olmadık cilve edip bela ve çile deryasına salan asıl güzel , güzeller güzeli Allah , nihayet Zeliha’nın gönlüne misafir olmuştur .
O anda ne mekân kalmıştır ne de zaman . Çünkü O aziz misafir , zamandan ve mekândan münezzehtir , ötedir . Taht kurup , sığdığı yer ise ancak samimi aşıkların gönlüdür . Zira asıl Kâbe , hakiki Beytullah ancak , kendi varlığından , benliğinden , hasılı her şeyinden sıyrılan kâmil insan , olgun insan gönlüdür .
Zindanda peygamberliği gelen Yusuf (A.S) , rüya tabirinde de yetkili kılınınca , bu şöhreti zaman sonra kral tarafından da duyulur .
Kralın rüyasını olduğu gibi tabir etmesiyle , taraflarından çok sevilerek zindandan çıkarılır . O’nun birinci yardımcısı olan güzel peygamber , kralın ölümüyle Mısır’a sultan ilân edilir .
Yusuf’un sultan olup halkı kabule geleceği haberi , mahzende ihtiyarlamış halde her şeyden habersiz bekleyen Zeliha’ya da iletilir . O da ;
─ "Artık beni de çıkarın buradan ve elimden tutun da , Yusuf’un geçeceği yolun ortasına götürüp bırakın beni ." der.
Dediği gibi yaparlar ve getirip yolun tam ortasına bırakırlar . Zeliha oraya oturur . Yusuf , atının üzerinde bütün güzellik ve ihtişamıyla gelmektedir . Ortalık ana baba günüdür . İğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalıktır . Yedisinden yetmişine Zeliha’yı ve dillere destan aşkını bilmeyen yoktur .
Kralları Yusuf’u görmek arzusunun yanında ; emsali olmayan , benzeri hiç yaşanmayan böyle bir aşk efsanesinin iki kahramanının karşı karşıya geldikleri bu günün nasıl neticeleneceği merakı , hüznü ve aynı zamanda sevinci , halkın gönlünde tarifi imkânsız bir hal almışltır . Nefesler tutlmuş , kulaklar dikkat kesilmiş , gözler bir yere dikilmiştir .
Nihayet sultan Yusuf’un atı Zeliha’nın yanına yakalşınca durur . Zeliha ;
─ "Ey Yusuf ! Bir çift sözüm var sana ." dediğinde Yusuf ;
─ "Ne istiyosun nene ?" der . Zeliha da ;
─ Beni tanımadın mı ey Yusuf ? Ben Zeliha’yım !
Yusuf ;
─ E ... Ne istiyorsun ?
─ Ey Yusuf ! Beni almanı istiyorum .
─ E canım ! Senin yaşın yetmiş işin bitmiş , ben seni ne edeyim ?
─ "Ya ..! Öyle mi Yusuf ? Sen şu kamçını uzat da son sözümü öyle söyleyeyim ." dediğinde , Yusuf Peygamber o tatlı tebessümüyle , kamçıyı Zeliha’ya doğru uzatır . Nasıl ki Zeliha’nın parmakları kamçıya değer , o anda Yusuf Peygamber ;
─ "Yandım Allah ! diye kamçıyı fırlatır elinden .
Zeliha ;
─ "Ya Yusuf ..! Benim yıllarca yandığım aşk ateşine , sen bir an bile dayanamıyorsun ." der . Çünkü o an Zeliha’nın aşkı , cereyan geçer gibi , kamçıdan geçip Yusuf’u yakmıştır .
İşte bu sırada Cebrail (A.S) inerek ;
─ "Ey Yusuf ! Allah sana ve Zeliha’ya selam ediyor . Peygamberim Yusuf , eğer Zeliha’yı eş olarak kabul eder alırsa , biz Azimüşşan da onu eski haline getiririz . Hatta eskisinden de güzel ederiz buyurdu ." der .
Bu emir üzerine , orada hemen nikâhları kıyılır kıyılmaz , Zeliha eski halindeki canlar yakan güzelliğine tekrar döner . Hatta eskisinden de güzel olur .
Her an gönüllerde tahtını kuran Yusuf’lara ve onların vurgunu , sevdalısı Zeliha’lara selâm olsun !
Muammer BİLİM
YORUMLAR
─ "Ey Yusuf ! Allah sana ve Zeliha’ya selam ediyor . Peygamberim Yusuf , eğer Zeliha’yı eş olarak kabul eder alırsa , biz Azimüşşan da onu eski haline getiririz . Hatta eskisinden de güzel ederiz buyurdu ." der .
Bu emir üzerine , orada hemen nikâhları kıyılır kıyılmaz , Zeliha eski halindeki canlar yakan güzelliğine tekrar döner . Hatta eskisinden de güzel olur .
Her an gönüllerde tahtını kuran Yusuf’lara ve onların vurgunu , sevdalısı Zeliha’lara selâm olsun !
Aşk olacaksa böyle ateşten olsun be USTA...