- 1820 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DENİZ DÖVEN ÖFKE
Deniz döven öfke
Tarihin taze zamanı tem beliğin yapbozdan olduğunu bilen bir memlekette iki uyuşuk yaşarmış.
Mevsimlerin dudu dilinde ve aylardan nisanmış.
Türlü, türlü çiçeklerin böceklerin evrenin sinesinden renkten renge, tenden tene doğarken
Onların ruhu bile duymazmış.
Gel gelim ki insanoğlunun barınıp yaşaması için çalışması gerek. Yeryüzündeki diğer canlılar gibi olmadıklarında öğrenmeleri gerek.
VARLAR AMA YOKLAR DİYE BAŞLIYALIM BİZ SÖZE…
Güneşin sıcak kum tanelerini okşadığı bir sahil köyünde mesut ile Mine yaşarmış.
Günlerini kum tanelerini saymakla geçirirlermiş
Bazen de dalgaların hırçınlığına kafa tutup ince vişne çubukları ile dalgaları dövmeye çalışlarmış, vah! Vah! Gariplerim benim…
Ve bu iş o kadar onları yorgun bitkin düşürürmüş ki; Oldukları yere yığılıp miskin, miskin uyurlarmış.
Ama yaz mevsimini kıymetini bilemeden kış gelmiş.
Kar fırtına yolları kapatmış, insanların birbirine gelip gitmeleri imkânsızlaşmış. Bizimkiler sıcak sobanın başında ateşin nimetlerinden faydalanıp, yer içip uyurlarmış.
Karla boranın karıştığı fırtınalı bir sabah kapıda bir tıkırtı gelmiş.
Korkarak “acaba bu ne sesi” diyerek şaşkın, şaşkın birbirlerine bakmışlar.
Tek çare kapıyı açmak, ama kim açacak!
Dururken, kapıdan boğuk kalın bir ses;
“İmdat! İmdat!”
“Bana yardım eden yok mu?”Demiş.
O arada kapıyı titreyen elleri ile Mesut açmış.
Kapıyı açınca kucağında zayıf, cılız bir kız çocuğu olan yaşlı bir adam görmüş.
Tabi apar topar içeri almışlar. Yanan sobaya biraz daha odun atmışlar.
Mis gibi kokan sıcak çorba bir kenarda, dumanı ile soğumaya bırakmışlar.
Kızın ve yaşlı adamının karnını bir güzel doyurduktan sonra Meraklılıklarını daha fazla yüreklerinden bekletmeden;
“Siz kimsiniz?”
Yaşlı adam bakışlarını ateşin harının içine salarak cevap verir.
“Dünyada iyiler kadar kötülerin yaşadığı bir kentte geliyorum “Bu küçük kızı da vahşi bir ormanda aslanlar parçalamak üzereyken buldum. Orda bıraksaydım kurtlar kuşlara yem olacaktı. Zaten izi tozu beli olmayan bir kulum, kızı görünce yanıma aldım ve yola koyuldum.”
“Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum, ben baharın mis kokusunda dolaşırken kendimizi böyle kar kışın olduğu bir yerde bulduk. Gerisini siz biliyorsunuz”
Garip iki misafir gelişleri ile Mesut ile Mine’ye iyi gelmiş. Herkes yorgundu, tez vakit geçirmeden uyuyakalmışlar. O gece uyurlar ama Mine’nin içinde bir garip heyecan almış. Çünkü analık duygusu insanın doğasında var. Hani derler ya büyüklerimiz(doğurmak önemli değil bakmak önemli) evet böyle bir şeye
Bir çocukları olsaydı acaba hayatın akışı nasıl olurdu? Eminim ki daha güzel olurdu
Hikâye bu ya!
Günler günlere el sallarken artık birbirlerine alışmışlar, herkes bir işin ucundan tutar olmuş.
Çünkü gözler boş, boş bakmak için değil?
Ellerini kullanman içinde parmaklarını tanıman gerek; bir bağlama ustası nasıl saz çalar, öyle tanımak lazım.
Ve bu yeteneğini rahatlıkla herkese öğretebilir değil mi?
Öğrenmenin yaşı yok tabi ki…
Yaşlı adam sürekli bir şeyler üretince, yaptığı şeylerin karışında gözlerinin içi gülüyormuş.
Bu gülüş yavaş, yavaş Mesut ile Mine’nin gözlerinin içine akıvermiş.
Onların gelişleri ile çok şeyler öğreniyorlardı
Bizim uyuşuk karıkocaya zaman yetmemeye başlamış, artık geceleri bile bir şeyler yapmak için çabalıyorlarmış.
Kum tanelerini saymak ve dalgaları dövmek onlar için bir zamanlar eğlenceydi.
Ama şimdi ise; En güzel eğlenceleri sanatları olmuş.
Tanrının yaratığı bütün insanların ruhunda düşünemediğimiz kadar yetenek vardır.Bunları gün yüzüne çıkarmak önemli.
Mesut ve Mine yıllarca becerememişlerdi, içlerindeki ahengi dışarı çıkarmayı.
Fırtınalı bir kış günü kapılarını çalan yaşlı adam ve küçük kız öğretmişti onlara…
Artık yeteneklerinin olduğunu biliyor ve gurur duyuyorlarmış. Mesut tahta kaşık yapmayı, Mine ise onları boyamayı örenmiş.
Denizin içinde dalgaları boş dövmek yerine olta atıp balık tutmayı öğrenmişler.
Hele ki közün üzerinde çıtır, çıtır bir balığın lezzetine diyecekleri yoktu…
Kum tanelerini sayarken içinde renkli taşları ayırınca içindeki incileri ayıklamışlar. Bulduklar deniz kabuklarında resimlikler, kolyeler yapıp sahilin hemen giriş kapısına tezgâhlarını kurmuşlar..
Ve çok güzel satış yapmaya başlamışlar.
Zamanın ne kadar değerli olduğunu öğrendiler yaşlı adamdan…
Belki bizim böyle bir şansımız olamaz, kapımız iyilik ustası çalamaz…
Vaktin önemli olduğunu ve zaten peygamber efendimize ait bir rivayet vardır. Bir gün Resulallah dolaşmaya çıkmış sokakta bir köşede boş, boş oturan birini görmüş selam vermeden geçmiş. Sonra dönerken bakıyor ki o kişi elinde bir ağaç çubuğu toprakla oynuyor. Selam verip geçmiş.
Hak selamını almak için çalışmak ve çalışmak lazım ama yaptığın işi de severek yapmak gereklidir.
ŞADİYE GÜRBÜZ
TABLO NÜRİ CAN..EMEĞİNE SAGLIK
YORUMLAR
Şadiye gürbüz(zaralıcan
beyenmenize sevindim teşekür ederim saygılarımla
Şadiye gürbüz(zaralıcan
beyenmeniz onur verdi bana sagılarımla