- 2155 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YEDİ KARANFİL
Yarım kalmış umutlar, yorgun bir aşık, vazgeçişler ve karşılık bulmayan sevdalar. Nerde bir imkansızlık varsa aşk adına. Onu sevmek yazılmış alın yazıma.
Duyguların hakim olmadığı, değerini bulmadığı bir alemde, istediğin kadar koş koş, koş … Bugün yazacaklarımı, tasavvur etmekte zorlanıyorum. Yüreğim köpürecek, içimde fırtınalar kopacak ve bel ki bir iki damla göz yaşı karışacak içine. Kabullenmesi ne kadar zor olsa da hayat bu işte, her zaman adil davranmıyor bize. Bunu derin tecrübeleri ile yaşıyoruz... Hayat, bizi kendi planlarımıza değil de; maalesef onun planlarına uymamıza zorluyor. Şimdi bu planların ortasındayım. Ne yapmak istediğimi de tam olarak bilemiyorum. Belki biraz ara vermeliyim. Kendimi dinlemeliyim. Şöyle uzun bir yolculuğa çıkmalıyım. Yüreğimdekileri boşaltmalıyım.
Hayat birbirine dönük karşılıklı iki kıyı gibidir. Bir yanda özlemler diğer yanda sızıları yer alır. Aşk ise bütün güzelliği ve parıltısıyla aradan süzülüp gitmektedir. Her defasında o parıltıya kapılarak, kıyının bir tarafına gelir ve o yüce duygudan tatmak isteriz. Anlatıldığında ne kadarda basit görünüyor. Gideceksin ve yaşayacaksın. İşte bütün mesele bu. Ama düşte gör. Böyle bir aşka düşte gör. Sanıldığı kadar kolay olmuyor. Bazen hırçın bir akıntıya dönüşüyor ve kapılıp gidiyorsunuz derin sularda. Her şeyin dünyada bir karşılığı olduğunu buyuruyor yüce yaradan. Sanırım ben bu aşkın karşılığını bulamadım. Tam işte bu dediğimde ise kayboluşların ve yalnızlıkların ortasında kalıyordum. Hep yarım bırakılıyor sevdalar ve yüreğimin bir köşesinde boynu bükük kalıyordu karanfillerim.
Seninle aynı ruha sahiptik. Aynı sevdaları çekmiş ve aynı acılardan tatmıştık. Aynı güneşe aşık olmuş ve birbirimizin gözlerinde açılmıştık. Sanki eski bir aşkı tekrar canlandırıyorduk. Bizi birbirimize çeken buydu. Şimdi ise farkında olmadan, belki cesaret edemeyerek, belki de imkansızlıklar arasında bahaneler üreterek tüketiyoruz zamanı. Yenildik, yorulduk, yığılıp kaldık çıkmaz sokaklarda. Hayalle gerçek arasında bir yaşam sürdürüyoruz. Yaşayamadıklarımızı özlüyoruz. Cesaret edipte tadamadığımız o yüce duyguyu ise çoğu kez hayallerimizde yaşıyoruz.
Kırık hayaller, gece karanlığı ve ben, yine baş başa eski bitmeyen dostluk. Hayat hep bir yerde tekrar buluşturuyor bizi. Masamın üstünde sevdiklerime dair resimler var. Annem, kardeşim vb. aile resimleri. Aşk dışında bütün sevgileri kucaklamış kalbim. Aşk adına bu kadar emek vermeme rağmen. Hiçte kitaplarda, masallarda anlatıldığı gibi son bulmuyordu aşklar. Yoksa ben mi beceremiyorum sevmesini. Yazdığım yazıları, mektupları ne kadarda büyük bir özenle hazırlamıştım. Ne büyük heyecanla dökülmüştü sözcükler, Ne uykusuz gecelerde yazılmıştı aşklarım. Bazı geceler uyumaya, gözlerimi kapatmaya korkuyordum. Uyandığımda bir daha seni bulamazsam diye, bütün bu yaşananların bir rüya olmasından korkuyordum.
Aslında ne veda etmeyi sevdim, nede inandığım sevgini toprağa gömmeyi. Ama şimdi gitme vakti geldi. Aşk çoktan tası tarağı topladı. Başkasına ait yürekleri sevemezsin diye öğretiyordun.. Bu çeşmeden içmek yasak, bu yürekte konaklamak yasak diyordun, hem de kervancı sanarak beni. Oysa benim hiç göçebe sevdalarım olmadı. Bu arzu ettiğin ayrılık senin eserindi.
Belki yanımda olsan dağları delecek güç verirdin bana ama inanmadın. Hep bir kuşku, hep bir yargı vardı sözlerinde. Nedensiz bile sevilebileceğini öğretemedim sana. Her ne kadar karşılığı olmasa da sevmiştim seni. Vicdanen haklıydım bu sevdada ama yalnızdım.
Haklı olduğun zaman savunmalar yapası geliyor insanın ama daha önce söylediklerinin hükmü olmadığı gibi yine susmayı tercih ediyorsun. İçinde bir volkan gibi birikir söylenemeyenler ama bir türlü patlatamazsın. Korkarsın değdiği yerleri yakmasından. Hayata dair bir çok konudan bahsedebilirsin. Mevsimleri konuşabilirsin, yağmurları ama iş aşka gelince mühürlenir dudaklar ve suskun bir yürek kalır geriye ve yanan bir volkan kalır.
Yine hüznü katık yapıyorum gecelerime. Yine yapayalnız, yine sayfaların arasında kaderime bakıyorum. Bir türlü kendi başıma belirleyemediğim kaderime, olmayacağını bile bile yön vermeye çalışıyorum. Yine ay ışığı var gökyüzünde. Gözlerin geliyor aklıma, gözlerin mi parlıyor, yoksa ay ışığımı gözlerinde? Unutmaya çabaladığım her dakika senden bir işaret, başka bir iz çıkarıyor karşıma. İşte koltuğun üzerinde duran mavi kazağıma takılıyor gözlerim, yağmurlu ve soğuk bir gündü. Üşüdüğünü söylemiştin, seni sarılarak ısıtacak yakınlığım olmadığı yada cesaret edemediğim için, üzerine örtmüştüm. Şimdi kokun vardır üzerinde. Nasıl alabilirim ellerime, nasıl dokunur tenime ? Yine sen canlanırsın yüreğimde, yine sıcaklığın, kokun gelir aklıma. Özlerim. Unutmaya çalışırken özlerim...
Sana olan duygularımdan ne kadar bahsetmeye çalışsam, bana kızmadığını söylüyor ama diğer taraftansa sus der gibi sürekli sözcüklerimin üzerini kapatmaya çalışıyordun. Titreyen dudaklarınla konuyu değiştirmek için çay alır mısın diyerek yanımdan gidişin? Ve kaç şeker içtiğimi bile bile çaya kaç şeker diyen kaçışların, geliyor aklıma? Acıya karşı bir korunma iç güdüsüdür belki de. Belki de ertelemeye çalıyordun. Yada alışkanlıklarını bırakmaya, onu kaybetmeye hazır değilsindir henüz. Belki de sende söylemesen de, sever gibi görünüyordun beni. Yada sevmeye çalışıyordun. Yada sadece adı konmamış, tanımlanmamış bir sıcaklıktı duyumsadığın.
Ömrümü sana harcamak isterdim ama ne çare ki, bu hayat benim değil, başkasına ait. Hayatında birisi var. Ve elim kolum bağlı. Biliyorum iki kişilik yaşadığını, yaşamak zorunda olduğunu biliyorum. Ama unutuyorum. Yada unutmaya çalışıyordum. Yüreğine talip olduğum için, utanıyordum bazı zaman kendimden. Bana yakışmayan bir aşkı umuyorum diye kaç gece uykusuzluğa mahkum edip cezalandırıyordum kendimi. Sonra neden imkansız sevgiler düşer yüreğime, neden bu aşk sızıları beni bulur diye kahrediyordum kendimi.
İçime gömebilmek için sevdamı uzak durmaya çalıyordum. Senden, düşüncelerimden uzak durmaya çalıyordum. Sensiz kaldığım günlerde, acımı içimde yaşıyordum. Sana hissettirmemek için susuyordum. Yitip tükenmezdi bu adam, umut sevdalısı, kendini aşkın kutsiyetine adamış bu adam, kaybettim diyemezdi sana. Tüm rezil rüsvalığımla bazı günler içimdeki yarayı gizlemek için gülücükler takınıyor. Sırf yıkıldığımı görmeyesin diye espriler yapıyordum. Sen miydin kandırdığım? Ben mi? Onu bile düşünemiyordum.
Sen sürekli ikinizden, ilişkinizden bahsettiğinde fark etmiyordun yaralandığımı. Hikayenizi, günlük olağan yaşadıklarınızı dinlediğimde, yüreğime oklar saplanıyordu. Ama gülümsüyordum yine, acımı göstermemek adına gülümsüyordum yine. Bir pıtrak gibi bedenime saplanan her bir okun kan kaybını daha da arttırdığını bile bile gülümsüyordum. Örslerde dövülüyordu yüreğim. Sen hiç bilmiyordun iç kanamalarımı.
Seni sevdiğimi söyledim, söyleyemediğimde ima ettim. Kırk kere söylenen olurmuş dediler. Kırk kere söyledim belki ama söyleyemedim sana. Eşi bulunmayan vasfına dair neler söyledim. Bütün meziyetlerini dile getirerek, şımartmak istedim. Bir bebeği sever gibi şımartmak istedim.
Darılma bana, kızma ne olur. Bu zamana kadar neredeydin.? Kalbini nasıl kazanmalıyım? Kimsesiz mi geldin hayata ? Kimsesiz mi bırakıldın? Seni, ruhundaki güzelliği görenler olmadı mı ? Vakur ve mahzun yüreğim bu aşka delil olmadı mı ? Birbirini kovalayan akrep ve yelkovan gibi sürekli yineledim sözcüklerimi ama değişen hiçbir şey olmadı. Değişeceğine inandırmıştım belki de kendimi. Bir insan severse, bir yüreğin değişebileceğine inandırmıştım kendimi. Ama görüyorum ki sadece bir kişinin inanması ile olmuyormuş aşklar.
Yazılar yazıyordum, kah hicran dolu, kah sevgi dolu cümleler kuruyordum üzerine. Tepkilerini merak ediyordum. Göremediğim gözlerini, yüz ifadeni, duyamadığım ses tonunu özlüyordum ama nafile. Aşkı anlatmak için mahçup kalıyor sözlerim. İllaki bu içindeki aşka delil arıyorsan, aşka delildi gözlerin.
Nasıl buldun diye sorma cesaretini bulamıyordum yazılarımı ? Geriye güzel olmuş diyen bir cümle ile karşılaşmak istemediğim için sorma cesaretini bulamıyordum. Dudaklarından dökülecek birkaç cümleyi ağlayan çocuğa beklenen ninni gibi beklediğimi söyleyemiyordum. Ben cesaret edemiyordum. Sende söyleyemiyordun. Bir çok başka konuya dönüyordu sohbetlerimiz. Yine kaçıyorduk aşkı dilimize dolamaya. Tanrısal bir güç yasaklamıştı sanki seni bana.
Ruhunda olduğumu hissediyordum. İletişim iletişim dememe rağmen sözcüklerini esirgediğin için benden. Sadece sezgisel yeteneklerimle hareket edebiliyordum. Bir deli cesareti toplayıp, yedi kırmızı karanfille kapısına gidip, ben geldim demeliyim. Yazdıklarımdan birkaç dize ekleyip, ilanı aşk mı etmeliyim?
Biliyorum ki yapamayacağım, yapamayacağım için değil, sana bir zarar gelmesin diye. Yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için. İki kişilik yaşamına müdahale edip, seni incitmemek için yapamayacağımı biliyorum. Sustuğumda suçlanacağımı, konuştuğumda yaralanacağını da bildiğim için kendimi senin yerine feda ediyorum.
Senden kurtarmalıyım kendimi diyorum. Kendi başıma kararlar alıyorum. Ama karşına gelince söyleyemiyorum. “ Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış diyecekler” . Seni kendime benzetiyorum, ama ben değilsin. Seni benden kurtarmaya çalışıyorum. Bağırıyorum, çağırıyorum yardım dileniyorum. Ama sesime yine sen geliyorsun, yardıma yine sen. Anlıyorum ki nafile çırpınışlar, yine her yönü sana çıkıyor kalbimin.
Ama sen bir türlü gelmiyorsun gelen hep hayalin oluyor. Cezaevi görüşmeleri gibi hep bir camın, ekranın arkasından geliyor seslerimiz. Ama ikimizde bilmiyoruz ki çift camlardan ses gelmiyor. Ve rüyayı bölen bir çığlık gibi, bugünde akşam oldu gitmeliyim diyor. Hayatın gerçekleri ve senin imkansız oluşunu bir kez daha vurarak suratıma gitmeliyim diyor.
Geriye yine ömrümün karanlık hücre hapsine dönüyorum. Başka bir boyuta uyanıyorum. Yaşananları bir rüya gibi sayıyorum ama hala koltukta üzerine örttüğüm kazağım duruyor. Hayallerime devam ediyorum. Gerçeği kabullenemediğim için hayallerinle avunmaya devam ediyorum.
İnsan hem özgür olmak istiyor, hem de güvenmek. Belki riske atacaksın, deneyeceksin. Ama olmadığında bir gemi gibi limanına sığınacaksın. Ve orda hep dönüşünü bekleyen biri olacak. İşte aşk anlayışımız. İşte aşka mantık karıştırmamız ve hep korkak ikincil sevdalarımız.
Yorgun bir aşık, vazgeçişler ve karşılık bulamayan sevdalar…
Sanki ben değil de içimde yaşayan, adını bilmediğim, bir ruh bütün duygularımı kontrol ediyor. Bu sevda zemininde erozyona uğruyor. Gitmek, veda etmek istiyorum. Ama yangın içerilere, derinlere doğru durmadan yayılıyor.
Ne zaman ? Neden kaybettim seni? Yoksa sen bana hiç uğramadın mı ?
Neden hesaplaşma isteği büyüyor içimde ? Neden sevgi değişime uğruyor ? Neden sonu gelmiyor ayrılıkların? Neden imkansız aşklarda kanıyor sevdalarım ? Gök gürültüsü, yıldırımlar çarpıyor yüreğimde. Kendimi aşkımın karşısında savunmasız hissediyorum. Korkuyorum bu halimi göreceksin diye yada kibirlenip alay edersin diye korkuyorum.
Karanlık ve uçsuz bucaksız bir orman gibidir insan, ürkütür. Uzaklardan parlayan bir ışıktır sevgi. Gidip teslim edesin gelir yüreğini, sonra bütün cesaretine, bütün çabalarına rağmen o ışık kaybolur. O parlayan ışığı avuçlarına alıp, yüreğinin orta yerine koymak ve sıcaklığını hissetmek istersin. Ama ürkektir, belki de ormanının dışında parlayamaz, belki de çıkmaya hiç cesaret edememiştir.
Kabullenmesi ne kadar zor olsa da senin değildir parlayan ışık. Hayal dersin, avuntu dersin. Ertesi gün yine ordadır. Yine gidip yakalamak istersin ama gökkuşağının altından geçmek kadar zordur. Başkalarının görmediği, görüpte anlamadığı şeyleri hissedersiniz. Ama o hep karanlık ormanında mutludur. Peki kimdir bu ışığın sahibi, konuşmaz mı ? Ne hisseder...?
Söyle sevgili, birbirimize verilen bir ceza mıyız? Hangi suçun bedeli ödediğimiz? Sığındığın, ait olduğun dünyaya girmek bu kadar zor mu ? Hangi zamanın, hangi mekanın içindesin, hangi yöne bakıyor gözlerin? Sürekli iki kişilik aşkı tek başına yaşamak, sürekli omuzlarında bu baskı ile tutunabilmek kolay olmuyor. İçindekileri kimseyle paylaşamamak, adını haykıramamak doyasıya. Sevdiğinin o görmezden gelen tavırları arasında bu savaş sürekli devam ediyor. Bu açılan kaçıncı yara yüreğimde bilmiyorum. Birini kapatmaya çalışırken bir yenisi açılıyor. Ben deva beklerken, her geçen saniye boğuluyorum yokluğunda. Artık dayanacak bir umut bırakmadın, yaralı bir ben bıraktın bende.
Bu nedenle bu savaşı bitirmeliyim. Ruhumu, yüreğimi nadasa bırakıyorum…
Oysa geriye dönüp baktığımda, sana yazdığım bütün yazılarımda hep bir umut, hep bir çaba, hep bir mesaj yüklüydü. Ama siz o kadar meşguldünüz ki okurken hep başka yerlerdeydi aklınız. Hep bir baştan savma, göz atış ve kendi meselelerinize dalıyordunuz. Yine güzel olmuş diyen bir cümle kalıyordu geriye. İnsanı en çok sevdikleri yaralıyormuş. Bir oyun gibi önce elinizden tutup çekiyorlar, sonrada yitiyorlar. Bilmezler ki insan en çok sevdiğinden yediği darbeye ağlıyormuş.
İnsanlar içlerinden geçenleri yaşamaktan korkuyorlar. Boşluklarından, ödünç alınan yaşamlarından, bağlanmaktan, aşkın gözlerinden korkuyorlar. İçindeki aşkların dışarı vurmasından, gizli tapınaklarının açığa çıkmasından korkuyorlar. Aşk, acı ve utanca gömülüyor.
Burada kendime yakın bulduğum dostların, arkadaşların ve hiç tanımadığım insanların arasında, kimseyi kazanma yada kaybetme gibi bir endişe taşımıyorum. Ben yalnızca hayata olan bakışımı, sevgiye olan inancımı ve içimden geçen duygularımı paylaşıyorum.
Sense gönlünü, gönül sahiplerini aramaktan uzak kalmışsın. Gel dudağına konuşurken tebessümler karışan. Gel bu aşkla yakma bizi. Dudağının dokunduğu çeşmelerden içmek nasip olmadan, tenha elvedalarda, düğümleme sevinçlerimizi. Gel dokun bir kez yüreğime. Hayat kısa, sevgiyi göstermek beklemeye gelmez, yarın çok geç olabilir. Bu nedenle, hep bir sürgün gibi, hep sürsün istedim. Sen bende, ben sende olalım; Bunu kimse bilmesin…
Bu gün anlıyorum ki söylediğim, yazdığım onca sözcükler birer kibrin kurbanı olmuş ve yüreğinin duvarlarına çarpıp kırılıp dökülmüş. Kirletilmiş kutsal sevgilerim. Sevgili diye, hayat diye baktığım her boşluğu artık yaralı benliğim doldurur olmuş. Burada umutlar, arzular büyük bir hızla çarpışır olmuş. Ebedi bir hırsa ve sonsuz bir acıya bürünmüş. Üstat; kağıtlara yazılmıyor diyordu aşklar ve şimdi görüyorum ki sadece kağıtlara değil yüreklere de yazılmıyormuş. Benim tutulduğum yürek bu yürek değil, benim tutulduğum ışık, tutulduğum yer artık burası değil. Bu gözler o gözler değil. Sevdiğimi söylediğim insan artık bu insan değil.
Belki de yanlış yerde arıyorum sevgiyi. Neye dokunsam hep geç kalınmış. Eksik yaşanmış. Yine başladığım yerdeyim. Sanki hiç tanımamış gibi. Hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi. Kalbi kararıyor insanın. Bütün hayallerimiz hayal oldu. Bütün sorularımızın cevapları cevapsız kaldı. Vaveyla bir zaman içinde kayboluyorum. Kendimi kayıp ilanlarında aramalıyım. Seni ararken ben kayboluyorum. Vakti varsa aşkın beklemeli ama şimdi mevsimi değilmiş aşkın. Seni tanırken yitik olan adam, bıraktığı yerden devam edecektir yıldızlar ülkesine uzanan yolculuğuna.
Ama sen istersen sana yazdığım yazıları yırtıp atabilirsin, hatta hiçbir iz kalmasın diye onları bir suyun içine atıp yazılarını da bozabilirsin.
Artık rahat ol tedirginliğin kalksın üzerinden. Adını aklına kazımak için sık sık ismini tekrarlayan o adam olmayacak. Bundan sonra seni sevgisiyle, sözcükleri ile sık boğaz eden o adam olmayacak. Bir daha deli kız demeyecek sana. Yüreğindekilerle yüzleşmene gerek kalmayacak. Korkmayacaksın ne söylemeliyim diye düşünmekten. Sabah olduğunda unutacaksın nasıl olsa. Karışacaksın şehrin kalabalıklarına. Sen bensiz olduğun, mutlu olduğun dünyana dönmelisin. Ara sıra çıkıp göründüğün, ait olduğun karanlık ormanına.
Hiç bir kıyasa düşmemek için, nadasa bırakıyorum gönlümü. Tükenmemek için, gerçek sevgilerin değerine zarar vermemek için. Yöneldiği an geceye, nefeslendiği an sabaha yemin olsun ki.
Üslubunca çekiliyorum bu sahneden…
Her şey için, ayırdığın zamana, dinleme nezaketine, benim gibi bir insana katlanma inceliğine, ruhumda yaşayan ruhun adına sonsuz teşekkür ediyorum…
Elveda…
Doğan ORMANKIRAN
YORUMLAR
Gönlüme dokundu dokunaklı yazınız.
Biraz ağlak, biraz kırgın hayal kırığı düşler düştü. Son bakışı kayıp elvedalar geldi aklıma. Aklım tutuldu, gönlüm burkultu.
Acımasız terklerin yaktığı ateşleri söndürmeye çalışan aciz gözyaşlarım yetişti imdada.
Yüksek sesli isyankar şarkılar dinle diye tavsiye buyurdu ezikliklerim.
O halde Sagopa-kolera
'sen hiç sevmeyi bilmezsin'
_Chieftain_
Yeni kelimelerdebuluşmak dileğyle..