Korsan
Uzun aradan sonra kurşun kalem ve kâğıt kullanarak yazmak; gazeteyi internetten değil de kokusunu alarak, emeğe dokunarak okumak, filmi sinemada izlemek gibi kendine yabancı isteklerine dışarıdan baktığında, içi ürperdi.
Okul yıllarında aşağıladığı adamlara dönmüştü. Erkek egemen toplumun avantajlı cinsiyetinden olmanın keyfine kaptırdığı vücudu, düşüncelerine yeni şekil vermiş ve bu değerlerin oluşturduğu yeni adam, balçık içinde çırpınan sanal bir yaratık haline gelivermişti.
Dilediği şarkıyı bilmem kaç dakikada indirdiği albümden dinlerken ağzından akan sular dikkatini çekmez olmuştu. Oysa aylarını vererek, gönlünü koyarak nice zorlukla üretilen o çalışmanın değerini çok iyi bilenlerdi bir zamanlar. Stüdyo emekçisi olarak yaşadığı dönemlerde, niceleriyle tanışma fırsatı bulmuş, albüm hazırlığı yapan sanatçıların neler yaşadıklarına tanık olmuştu. Size komik gelecek ama bir zamanlar İMÇ eyleminde en ön saflarda ‘’Korsana Hayır’’ diye bağıran da oydu, bandrolsüz kitap almamaya özen gösteren de.
Birkaç düzensiz ilişki, kadın eli değmemiş yaşam tarzı ve onun sonucunda oluşan kaotik bekâr evi ortamı mıydı suçlu? Yoksa yazmaya başladığından beri peşini bırakmayan içindeki kalabalık mı?
Kalabalık diyorum çünkü onu en iyi tanıyan arkadaşı olarak buna yemin edebilirim. Onun içinde bir ordu karargâh kurmuş gibidir. Neşeli, pimpirikli, şiddet yanlısı, ayyaş, pervasız, uykucu, melankolik gibi nice farklı huydaki insanı çok gizli bir örgütmüş gibi içinde barındırabilen biriydi o. Ara sıra birkaçıyla birlikte gittiği partilerde, iyi bir espri anlayışı var diye algılandığı için sorun yaşamıyordu. Ta ki evli bir kadını-hiç tanımadığı ve kocasının iki metre olduğunu bilmediği evli bir kadını- taciz ettiği o geceye kadar da önemli bir olay çıkmamıştı. İçkinin etkisiyle açıklanamayacak kadar uçuk bir taciz olayıydı bu. Kadınlar tuvaletine pencereden girmeye çalışırken sıkışması yetmezmiş gibi, kadının kalçasındaki dövmenin ayrıntılarına takılmış olarak ve konuştuklarının duyulmasından hiç endişe etmeden, gırtlağını yırtarcasına mavi iç çamaşırdan tahrik olduğunu bağıran arkadaşım-buna ilk kez mi pişman oluyordum?- getirtilen merdivene çıkan iki kişi tarafından indirildiğinde asıl sorun başladı. Kızgın ve iri koca, deyimin tam anlamıyla azdırılmış bir boğa gibi geldi gözüme. Ne dediysem dinlemiyor, onu paralayacağını söylüyordu. Bir ara adamın koltukaltından- gerçekten çok uzun biriydi- karısının yüzündeki ifadeyi gördüğümde gülümsedim. Kendi için kavga eden bir eşin verdiği hazzın yanı sıra, vücudundan, iç çamaşırlarından, dövmesinden övgü ve ihtirasla bahseden arkadaşımın kurduğu cümlelerden dolayı yerden yükselmiş vücudu, mağrur bakışlı bir baş taşıyordu. Sanırım bu gece onları ateşli bir sevişme bekliyordu.
Yoksa ben mi çok romantiğim?
Durduramadım adamı elindeki vazoyu arkadaşımın kafasında patlattı. Ne oldu da onun aklı başına geldi diyorsanız, bu olay değil emin olabilirsiniz. Bu olayın sonucunda olsa olsa kadının gece ile ilgili hayalleri suya düşmüştür çünkü kocası karakolda sabahlamıştı. Böylesi şehvet dolu bir kadının- bakışlarından fal baktım ya- eski sevgililerinden birini aradığını ve çılgın ve uykusuz bir gece geçirdiğini düşünecek kadar, yazar arkadaşıma benzemiş bir edepsiz olmam sizi benden soğutmasın lütfen. Dört kadeh votka sonrası neler gelmiyor ki, bir yıldır eline kadın eli değmemiş adamın aklına.
Felsefe bölümünde yüksek yapan o kızla tanışınca değişti bu çocuk. Hep kötü yönde olacak değil ya değişim. Zoraki de olsa kendini düzeltme çabası onu okul yıllarındaki sevimli haline döndürüvermişti. Esprilerini artık biz de anlayabilir olmuştuk-sadece kendi anladığı türden esprileri sıkıcı hal almıştı- berbere gidip saç-sakal düzelttirmesi, üstüne yeni kıyafetler alması ve yüzünde gerçek bir gülümseme oluşu; bana ona bu kızın ilaç gibi geldiğini düşündürtmüştü.
Ta ki çok içtiğimiz dün gecenin sonlarına doğru başıma gelen ilk taciz vakama kadar da öyle düşünüyordum.
Patavatsız arkadaşlarımın benim sevgilisiz dönemimi her sohbette açığa vurmasından mı, onun yazdıklarımın içine çırılçıplak girebilen bir kadın olabilmesinden mi, içkiliyken ölçüsüz kaçan bakışlarımın erkeksiliğinden mi bilmem; bana ilgi duymuş ve bunu açıklamıştı. İkinci dublenin sonunda koltukta sızma huyu ile meşhur yazarımız derin uykulardayken değişti bakışları kızın. Baş başa kalmış olmanın cesaretiyle şekillenen cümleler ve dokunuşlarla anlattı bana olan vurgununu. Bunun bir yanılsama olduğunu-sanırım biraz safça- onun hayranlık duyduğu kişinin içimdeki yazman olduğunu ve onunla gerçek hayatta asla olamayacağını-biraz daha felsefi görünümlü cümlelerle- anlatmaya çalışırken mi yapıştı dudaklarıma. Yoksa cinselliğin anlık değişimlerle yönlenmiş sanal yapıda olduğunu söylerken mi çırılçıplak uzanmıştı yanıma.
Bir yıl diyorum size koskoca bir yıl…
Komşu devletin sularında izinsiz gezinen bir yelkenlinin korsan kaptanı gibi, güverteden bakıyordum. Sığ sulardaki salında baygın halde, güneşin altında yanan yazar mıydı, uğruna çok şey verebileceğim dostluğumuz mu?
Derinden gelen, çığlık benzeri ses; ‘’Korsana Hayır’’ diyordu sanki…
Kaskatı kesilmek, olmaz demek, güreşe benzer bir itişme, sırtımı dönerek saldırıyı bertaraf etme çabam bir yandaysa; söz dinlemeyen, bağımsızlığını ilan etmek üzere olan devletin iktidarını temsil eder gibi mağrur ve heyecanlı ufaklık diğer yandaydı.
Garip bir mukayese, derin bir muhasebe.
Eski dostumu bana kavuşturan kadın, kalçalarımı dişlerken kim?
Ben; halen kalkıp evi terk etmeyen azgın, ne kadar dost?
Yoksa sandığınız kadar romantik değilmiş miyim?
27.03.11
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.