- 1806 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Şair yalnızlığı – 2
‘Yazdığını yaşayamayan, yaşadığını yazamayan’ insanlardan oluşur çoğu. Bunun verdiği incinmişlik ve biraz bastırılmışlık duygusuyla en çok sancı örer ilmeklerinde şair/yazar insanları. Acı doğururlar en çok. Yargılar ve yadırgamalar içlerindeki devasa yangınları köreltmeye, frenlemeye ne kadar da açık ve ‘kaçınılması zordur’. Bir yandan bastırmaya çalıştıkları, kendi açısından bir rahatlama, kaba tabiriyle kelimeleri kusma çabası, başkaları açısındansa yanlış anlaşılma ve akabinde körüklenmiş kınanma duygularıyla cebelleşip duran insanlardır onlar.
Ahmet Altan’ın kadınlar için söylediği söz gelir akla; "Bir kadınla üç şey yapabilirsin: Ya onu seversin, ya onun için acı çekersin ya da onu yazarsın." Peki ya kadınlar? Kadın ne yapar? Kadın yazdığı vakit iş başkalaşır. Kadın sever, kadın acı da çeker ama kadın yazamaz. ‘Başkaları için yaşanılan hayat’, ağzı olan her dilin beyan vermesi, çok fazla lüzumsuz söz ve gereksiz cümle kullanımı her ne kadar saçma ve yanlış gelse de ‘önyargılar’ işlerin boyutunu tamamen değiştirmeye, kendi istediği şekle bürümeye zorlar onları. Kadını kınayan, ‘dedikten’ sonra bir tarafa ‘koyan’, dediklerini kodlayan, yerden yere vuran fazlaca beyin vardır. Kadının işi zordur yazabilmek ve direnmek için.
İclal Aydın’ın söylediği; ‘benden önce söylenmiş sözlerin haklılığına kızdığım oldu zamanında ama inandığım da...’ cümlesi kadın yazarları biraz olsun rahatlatır, içlerine su serper ama bir o kadar da huzursuz eder onları. Şöyle ki; sizden önce birileri çıkıp yazmış, çizmiş, okumuş, anlatmış hatta dinletmiş ve sanki size söyleyecek bir şey bırakmamış gibidir. Bu saatten sonra söylenecek her söz biraz manasız ve eksik kalacaktır. Sizin geçtiğiniz yoldan, sizden çok önce birileri geçmiş, aynı acıları çekmiş tıpkı Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi; ‘bak aynı başına gelmiş adamın benim başıma gelen o da üzülmüş aynı benim gibi benimki daha acıklı değil onunkinden fiyakalı değil onun acısı benimkinden...’ gibi sizi realist düşünmeye iten, gerçeklerle yüzleştiren ve sanki ‘bakir’ hiçbir cümle kalmamış, söylenmemiş, bugüne ve geçmişe dair ‘yeni’ hiçbir kelime duymamış hissi uyandırır. Kelime dağarcığını yahut harflerini kaybetmiş bir dil gibi, alfabe gibidir onlar bazen.
Şair ya da yazan bir insansanız evet ‘bir sevmeye, bir de ölmeye’ bayılır, ama en çok yazmaya aç hissedersiniz kendinizi. Açlığınız ne kadar doysanız da bir türlü bitmez. İçinizdeki o boşluğu bir türlü dolduramazsınız. Yazacaklarınız kusa kusa bitmez. Hep eksik bir şeyler kalır. Bir dahakine çok daha iyisini yazacağınıza, bir dahaki sefere çok daha sağlam cümleler kuracağınıza dair kendi kendinize hırslanırsınız. Rakibiniz kendinizsinizdir, sürekli onunla yarışır ve ona kafa tutarsınız. Geçmişte söylenen büyük laflar, onların bıraktığı izler ve o büyük lafların sahipleri; büyük düşünürler, bilgeler, alimler, filozoflar ve şairler canınızı sıkar. İçten içe hayıflanırsınız. Bazen neden dünyaya daha evvel gelmediğinizi ve onun düşündüğü, sizin düşüncenizle aynı olan düşünceyi neden ondan önce dile getiremediğinizi düşünür, saçma sapan fikirlerle kendinizi sorgular ve kendinize dert edinirsiniz.
Şairseniz veya yazıyorsanız işiniz gerçekten zordur. Yazmaktan çok okumayı ve okuduktan sonra etki altında kalmamayı başarıp, özgün şeyler yazabilmenizi isteyen meçhul kalabalık sizi ve altından kalkılması sıkıntılı olan bu zanaatinizin sınırlarını zorlar. Sırf bu sebepten ötürü etki altında kalmamak öyle güçtür ki. Lakin sadece düşünceler ve yaşanılan iç bunaltıları, akıl buhranları hakkında bile bazen bir şeyler karalayabilmek hayli güçtür, ki yetenek işidir. İllaki esinlenmek ve esinlenilen şeyleri koyduğunuz sınırın ötesine geçirmemek, kendi bakış açınızdan kaleme almak olması gereken beklentidir. Ama özgün olabilmek ve bu yetinizi, bu kabiliyetinizi, zaaflarınıza kurban vermeden koruyabilmeniz en önemli ve olası görevdir. Bu insanlar yalnızlıklarını yazdıklarıyla ört bas etmeye ne kadar çabalasalar da, içlerindeki o engin ve sonsuz olan boşluğu hiçbir şeyle hatta kazandıkları başarılarla bile dolduramayan insanlardır. Nitekim zordur şair olmak ve yalnız olmak şairler için kaçınılmaz bir sondur. Her şeyin sonunda aldıkları tek müjde ‘yalnızlık’ madalyasıdır.
Şairler veya yazarlar yazdıkça kendilerinden hep daha iyisi beklenen hatta bir yük gibi beklentiler ve ‘mükemmele’ dair kaygıların yafta gibi üzerlerine yapıştırıldığı ‘mecburi sorumluluk’ sahibi insanlardır. Öyle ki; yazdıklarıyla dar ağacına asılan, memleketinden sürülen tam aksi olarak onur verilip gök kubbeye eriştirilenler de yine onlardır. Yazdıklarından ve yazacaklarından sorumlu, bazen bu durumdan yola çıkarak kendi kendisini acınılası ve katlanılması zor bir insan haline getiren yine şairin kendisidir. Gerçek ve mecazi hapisliğe bile boyun eğen yine onlardır. Anlatmak istediklerini az söz çok manayla yüceltip dile getirebilme becerisini gösterebilecek kapasiteye sahipken, gün olur çok söz, hiç mana taşıyan dizelere de kalıbını ve imzasını basabilen, mührünün sihrini ‘sözü uzatıp manayı kısaltarak’ yapma riskini göze alan, anlaşılmak kaygısını bir tarafa bırakırken, içten içe anlaşılabilmek için deli divane olabilenlerdir şair ve yazar insanları.
Neden sonra şaşkın bir balık gibi afalladıklarında, çölün ortasında, kızgın kumların üzerinde kalakalmış, terk edilmiş bir halde buluverirler kendilerini. Peki onları ‘şair’ veya ‘yazar’ yapanların hiç mi payı yoktur bu işte? Durum bu hale gelene kadar hiç mi katkıları olmamıştır! Elbette en az yazanlar kadar okuyucu kitle de bu hazin sondan bir nebze olsun sebeplenirler, zira sorumludurlar onlar da… Lakin farkında bile olmazlar çoğu, beklentilerine bunalımlar biçen, karşılık vermeye çalışırken en çok kendinden verip tükenen ‘şair’ ve ‘yazar’ların sessiz feryatlarını, kalp çığlıklarını, kimse işitmez. Zordur şair hayatı, zordur onların penceresinden hayatın resmi, zordur o resimdeki şairin yalnızlığı…
Son sözü yine bir şair söyler; ‘Elbet şiir olacak şairin tesellisi’ Y. Erdoğan
fulya/mart2011
YORUMLAR
Başta ki giriş şahane...taş atıp durmuşsun kelimelere...onlarda sana al sana şahane bir mukaddime demiş...bingo+1
Bingo+2...A. Altan'dan örnek vermek zordur, izahında izahları imkansız dehlizlere girebilirsin ki yukarıda alıntıladığın söz de buna dahil...Kadınlar ağlamasa, kadınlar az konuşsa, az tv izlese, az az az az az az ...diye diye uzar...
Faul+1 İclal Aydın'a gıcık olurum..Belki ilker aydın olsaydı severdim. Şaka tabi ki, sözü doğru ve yazarın faulüne sebep oluyor. Bingo -1
Bingo+3 ..4. paragraf ve 7. cümle...şahane...faul-1
Faul+2 Her şair yalnızlığı ister, çok az şair yalnız yaşar. Bingo-1
Bingo+4...Şiir seni meşhur eder...Hatta başbakan eder...Hatta bende olan aklı yitirtip deli eder...Örnek faul-1....
Faul+1...Bingo elde kaldı...1 bingo ile bittim yazıdan...yazının sonunda ki Mr. Erdoğana katılmıyorum....Çünkü şair değilim..
İyi geldi bu yazı...Saçmasapan bir hesap yaptırttı bana...
vesselam...böyle lafları sevmiyorum ama bu saatte kelimelerin uykusu gelmiş,benden izinsiz yatmışlar..ben de az klasik bitireyim yazıyı..
Günüme geldi..güne gelmese de...
Kendimden utandım son sözümle..diğerleri de cabası..
Bir başka günde uğrarım büyük ihtimal sayfalarına...Dirayetli kalemleri severim...!
Rahatsızlık vermişsem, ki geçti bitti..:)
Hürmetle...
Fulya CODAL
eyvallah...
Marıfette iltifata tabıdır. Söylyecek sözu varsa ınsanın bır kursuye ıhtıyac duyar. Bazen kursu bulamayınca en aktıf halıyle kagıda gecırır kelımelerını... Herkesın bır derdı var durur içerisinde. Yazmak için bir derdınız olmalı. Yüreklerinde dert taşımanayanların yaralara merhem olacak sözleri yoktur...
Fulya CODAL
eyvallah.. sağolasınız..
Fulya CODAL
anlaşılabilmek ne güzel, saygımla..
Son sözü yine bir şair söyler; ‘Elbet şiir olacak şairin tesellisi’ Y. Erdoğan
Aciyi bilirimde ya Sair sifati, daha henüz olmadim, bilmiyorum !
olanlardan almak umuduyla bu sancinin anlamini.
saygiyla.
Fulya CODAL
o mertebeye ulaşmak ne büyük sevinç olsa gerek. bizim kendi aramızda kullandığımız 'şair' kelimesi, 'şair' vasfı mecazi bir sıfat olsa gerek, zira ne zaman ki Ahmed Arif gibi yazabilen biri çıkarsa, ki günümüz şartlarında biraz yavan gibi kalıyor bu dilek, işte o şairdir... biz sadece onlara giden yolun tozunu yutabiliriz..
sevgilerle..
Fulya CODAL
saygımla...
yalnızlık şair ve yazar'ın ekmeği-suyu ve havasıdır...esinlenmeye gelince şairin çokça okuması onun kimliğinin oluşmaya başladığı ilk dönemlerde sarıp sarmalar..bu yüzden şair dizgelerini oluştururken sıkça bu esin ve taklit hatasına düşer..sonra ortaya eskimiş imgeleri takla attırarak yazan şairimsiler çıkar..fikrim odur ki, şiire başlayan kalemlerim usta şairlerin şiirlerinden uzak durmaları, kuramsal ve eleştirisel yazımları iyi etüd etmeleri.. okumalarını daha çok, öykü,roman ve deneme üzerine yapmalarıdır.aksi takdirde ilk okuduğu dergi ve şiir kitabının arkasından yazılmaya kalkılan şiirler onu eseri olmaz esin denen aldatmacaya düşer.şair adaylarına tavsiyem usta şairlerin şiirlerinden uzak durmaları aksi takdirde özgün eser veremezler ve onların kötü taklitleri olurlar.bu da edebiyat dünyasında kalıcı eser verememelerini kitapları olsa bile 1 TL satışa düşen kitapları geçemeyeceğini gösterir.sahafları gezince bu daha iyi anlaşılır. paylaşma teşekkürler.
Yahya İncik tarafından 3/27/2011 3:24:47 PM zamanında düzenlenmiştir.
Fulya CODAL
evet esinlenmek ve taklit etmek arasındaki o ince çizgiyi iyi ayırt edebilmeli bu insanlar.. nitekim öylesine bir kelime çılgınlığı yaşanıyorki günümüzde, bir yerden mutlaka tanıdık çıkabiliyor yazılanlar. seçici ve özgün olmalı bu yola baş koymuş, gönül vermiş her insan yazdıklarının arkasında durabilmeli aynı zamanda...
saygılar..