- 5348 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI ÜZERİNDE OYNANAN SİYONİST OYUNLAR
III.BÖLÜM
1909’da İkinci Meşrutiyet döneminde teşkil olunan Osmanlı hükümetinde üç Yahudi veya dönme bakan (maliye, ticaret ve ziraat ile nâfia(bayındırlık ve İskân) bakanlıkları) bulunuyordu. İttihat ve Terakki, azınlıkların da toprak satın alabileceğine dair kânun çıkarttı. İttihat ve Terakki’nin ihanetlerinden biri de bu idi. Yahudiler geniş topraklar alarak üzerlerine tapuladılar. Sultan Abdülhamîd Hanın şahsî (Hanedan) arazisi kasten ve yok pahasına Yahudilere satıldı. Birinci Dünya Harbinden önce İngiltere ve Fransa, Yahudilere teminat verdi.
Osmanlı Devleti yıkılacak ve Filistin’de Yahudi Devleti kurulacaktı. İngiliz ve Fransızlar arasında Mayıs 1916’da imzalanan “Sykes Picot” gizli anlaşmasına göre:
1. Irak ve Şark’ül-Ürdün İngiltere’ye bırakılacak.
2. Suriye ve Lübnan Fransa’ya bırakılacak.
3. Filistin’de önce beynelmilel bir idare, bilahare Yahudi devleti kurulacak.
4. Hayfa İngiltere, İskenderun Fransa’ya ait birer serbest liman olarak kalacak.
İttihat ve Terakki liderlerinin bir emri vakisi ile Osmanlı Devleti 1914’te Birinci Dünya Harbine katıldı. Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbine katılması ile bu bölgede “Sina Cephesi” açıldı. Osmanlı toprakları ve Ortadoğu’da emelleri bulunan İngilizler, Mısır’ı işgal edip üs olarak kullandılar. Ve bu dönemde Osmanlı üç beyinsiz kafa sayesinde Balkanlardan çekilmek zorunda kalırken I.Dünya Savaşı’nın içine sürüklenecekti. Mehmet Akif’in şiirinde bahsedilen bu üç beyinsiz kafa Enver, Cemal ve Talat Paşalardır.
Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk
Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!
Diriler koşmadı imdadına, sen bari yetiş...
Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müdhiş!
Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın
Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın?
Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti...
Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedî!
Şiirin adı yok ancak müthiş bir şiir ve çok uzun ben yazıya ara ara serpiştirmeyi düşünüyorum. İşte bu şiirin tarif buyurduğu üç beyinsiz kafanın marifeti ile Osmanlı devleti İtilaf devletleri yanında kendini! Dünya Savaşının içinde buldu. O dönemde Harbiye nazırı olan Enver Paşa koyu bir Alman hayranıydı. Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) olan Alman gemilerini Padişahın bile haberi olmadan Çanakkale boğazı yoluyla karasularımıza alan bu şahıs Rusya ya ait liman ve gördüğü her türlü gemiyi bombalayarak Osmanlıyı bir savaşın içine soktu. Gemileri öğrenip nedir diye durumu soran padişaha “Efendim kömürleri bittiği için geldiler, kömür alıp gidecekler.” diyerek yalan bile söylemekten çekinmediler. Bu dönemde Mustafa Kemal Sofya da askeri ateşeydi ve savaşa kesinlikle karşı çıkıyordu. Bu düşüncesini de padişaha bizzat bildirmişti.
Derken dünyayı saran savaşın içine Osmanlı da bir ketakülle ile sokulmuş oldu.1800’lü yıllar Dünya dengelerinin değiştiği milliyetçilik akımlarının bir domino etkisi gibi yayıldığı yıllardı. Bu süreç I.dünya savaşı döneminde bariz bir ırkçılığa dönüşecek kadar üst boyutlara taşındı. Diline dinine inancına karışılmadan huzurla 900 yıl bir arada yaşayan halklar kanlarına dokunan bir virüsle ırkçılık adıyla anılan bir gericilikle tanışmaya başladı.
Avrupa Sömürgeciliği XVII ve XVIII. yüzyıllar boyunca daha ziyade Afrika kıtasının batı ve güney sahil şeritlerinde kurduğu ticaret kolonileri vasıtasıyla köle satın almanın ötesinde fazla bir varlık gösteremedi.
Avrupalılar XIX. yüzyılın ikinci yarısında başladıkları Afrika’yı sömürgeleştirme sürecinde kendi askerlerinden ziyade yerlileri zorla silâhaltına alarak onları kıtanın iç bölgelerine düzenledikleri askeri seferler için cephelere sürüyorlardı. Kaldı ki bu uygulamalarını sadece Afrika’nın sömürgeleştirilmesiyle sınırlı bırakmadılar ve özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları için bu kıtadaki sömürgelerinden milyonlarca asker getirip Avrupa’da birbirlerine karşı açtıkları cephelerinde çarpıştırdılar. Bunların çoğu cephelerde ne için yapıldığını dahi bilmedikleri savaşlar için arkalarında genelde en ufak bir iz bırakamadan hiç uğruna ölüp gittiler.
Tarihte güçlü devletler kuran bütün Müslüman toplumların geçmişinde Avrupalıların Afrika’daki uygulamalarına benzer sömürgeci bir tavır görmek neredeyse imkânsızdır. Zaman zaman adaletten sapan bazı Müslüman idareciler içinde kendi tebaalarına veya ele geçirdikleri ülkelerin halklarına karşı zalimane bir tavır sergileyenler mutlaka olmuştur. Ancak onların tavırları daha ziyade kendilerine mahsus olup sömürgecilik tarzı bir oluşum içine hiç girmemiştir.
Başka toplumları sömürmeye müsaade etmeyen İslam dininin emirlerinin etkisi büyüktür. Fethedilen topraklardaki insanlar kısa zaman içinde ya Müslüman olarak ülkelerine gelenlerle birlikte yeni fetihlere katılıyorlar veya kendi inançlarını muhafaza ederek bunun karşılığında devlete bir takım ödemelerde bulunarak hem hayatlarını hem de kazançlarını garanti altına almış oluyorlardı.
Oysaki Avrupa sömürgeciliğinde Afrika yerlilerinin ne can güvenliği, ne mal güvenliği kalıyordu. Ellerindeki arazileri alınarak Avrupa’dan getirilen fakir köylülere dağıtıldığı gibi kendileri de zorla ya bu arazilerde çalıştırılıyor veya ülkelerini sömüren ülkelerin Güney Amerika, Karaib Denizi, Büyük Okyanus veya Hint Okyanusu’nda bulunan diğer sömürgelerine anlaşmalı işçi statüsü adıyla götürülüyorlardı. XX. yüzyılın başından itibaren ise Avrupa’da önemli fabrikaların bulunduğu şehirlere, maden ocaklarına çalıştırılmak üzere düşük ücret mukabilinde taşındılar. Bu şekilde yaşayan Araplar her geçen gün Yahudilere ve onları destek veren ülkelere sömürgeciliğe karşı daha da bilendiler.
Afrika kıtasının Avrupalı güçler tarafından paylaşılması sürecinde Osmanlı devlet adamları daima yerlilerin yanında yer almışlar ve sömürgeciliği peşinen kabullenmedikleri gibi kıtadaki son cepheleri konumundaki bugünkü Libya topraklarında İtalyanlara karşı, Çad ve Nijer’in kuzey bölgelerinde ise Fransızlara karşı da savaşarak çekilmişlerdir.
Avrupa sömürgeciliğine karşı yapılan mücadelede Osmanlı-Afrika bağı çözüldü ve önce Afrika sömürgeleştirildi, ardından Osmanlı Devleti de altı asırlık ömrünü tamamladı. Afrika artık Avrupalıların istedikleri gibi aralarında paylaştıkları bir kıtaya dönüştü.
Bu dönemde Afrika’da mukim bu Arap sömürge devletlerinin yönetimini elinde bulunduran özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya, Sömürgesi bulunan Arap ülkelerini bağımsız devlet kurmalarına destek vereceklerini vaat ederek Osmanlıya karşı kışkırttılar. Bunda halk içine sokulmuş casusların etkisi çok büyük oldu. Bunlardan en tanınmışı Lavrens’ti görevi, Osmanlıyı parçalamaktı. Ve istenilen oldu. Hangi cepheyi daha kolay yıkacağını iyi tahmin ederdi, satın aldığı yüzlerce yerli halk kıyafeti ile Osmanlı toprağı olan Arap yarımadasında dolaşmış görevini icra etmişti. İcra edilen görev Arapları; Osmanlıya karşı isyana teşvik etmekti! Ve istenilen gerçekleşti de, bu günkü Ürdün kralının dedesi olan Şerif penceresinden Osmanlı askeri kışlasına doğru sıktığı ilk kurşunla Osmanlı’ya ihaneti başlatmış oldu.
Ve o gün bu gündür bu topraklar Osmanlının elini çekmesinden sonra huzur bulamadı.
perihan tunçok
esmize 27 mart 2011
Yarın: İSRAİLİN KURULUŞU VE KUKLA ARAP HÜKÜMETLERİ
YORUMLAR
Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihad-ı Terakkici Mehmet Ragif (Akif) Ersoy ve devamen Alman emperyalizmine yazdığı övgü şiirleri neden belirtmediniz.... Bakın soru imi koymadan yazıyorum. Emeni tehcirinde suçlu bulunan, Said Halim paşa ve M.Ragif (Akif) Ersoy ilişkisi ve Talat, Enver, Cemal paşalar zinciri...
Değerli yazar, çok büyük cesaretle tarih yaziyorsunuz...
Esmize - Perihan Kılıç
Tarih ve tarihi olayların bizzat kendisi çokgenli etkenlerden beslenir. Bu yüzden herhangi bir olayı tek nedene bağlamak asla doğru bir yaklaşım değildir. Bizim tarih anlayışımız genelde kahramanlar ve hainler üzerinden yürütülür, bunlarda ya simsiyah olurlar, yahut bembeyaz. Oysa gerçekler herzaman gridir. Ozaman yapılacak şey belki bir etkenler skalası oluşturmak ve neyin en çok etkisi olduğunun peşine düşmek. Tarihi olayları keskin cümlelerle tefsir etmek, yazarın savını güçlendirir ama, gerçeği daha gerçek hale getirmez.
Toplumları emperyal olma durumlarınıda bu zaviyeden değerlendirirsek; Osmanlı'nın en namuslu emperyal olduğunu görürüz. Öyle olmasaydı zaten hiçbir topluluk, Osmanlı çekilir çekilmez kendisinde bir devlet olma gücü ve varlığı bulamazdı. Çünkü Osmanlı devri itibariyle çok güçlüdür ve uzun süreli kalmıştır çoğu topraklarda. Yani bir kültürü yoketmeye yetecek zamandır bu süre. Özellikle hıristiyanlığa ait tarihi eserlerin yüzlerce yıl ayakta kaldığını herkes yaşadığı yöreye şöyle bir baktığında görecektir.Emperyali de güçlülük anlamında kullandığımı belirtmeliyim.
Yine de şu konuda ihtiyatımı korumalıyım; suçu gavura yüklemek, kendi hatalarımızı görmeme ve saflığımızı örtme anlamına gelmektedir.Bu mel'un derdimiz elan devam etmektedir yazık ki !
Başarı, selam,saygı...
Esmize - Perihan Kılıç
hyazici58
Başarı,selam,saygı...
Esmize - Perihan Kılıç
Tarihsel bir sunum icinde, guzel bir masal anlatmissiniz; tebrik ederim.
Goz ardi ettiginiz tartisilmaz bir gercek var yine de degil mi? Osmanli da bir emperyal devlet idi o bahsettiginiz cografyalarda, yoksa oralarda olmasinin anlamini nasil aciklayacagiz? Roma'dan itibaren baktigimizda, tum emperyal devletler, dogar, buyur, buyumenin sinirina varir surec icinde, sonra 'atalet' yasar bir sure ve geri donus, cokus surecine girer kacinilmaz olarak.
Uluslasma sureci baslayinca tum dunyada, Emperyal ulkelerin de sonu geldi haliyle. Hic bir ulus, kendi icinde bulunan isgalciyi istemedi dogal olarak. O yuzden, Arap'larin bize karsi savasmalari da cok normal degil mi zaten.
Yani, sizin dediginiz gibi bazi seyler, ' bizim irademizin disinda gelisti' olamaz. Kimse, tutup da bizi 1.Dunya Savasi icine cekmedi. Emperyal olmanin dogasi, eski gunlere donebilme firsati sayilarak girildi ve yenildik ( yoksa, "Almanlar yenildigi icin, biz de yenik sayildik" soylemi, ilk okullarda soylenen cocuk masaliydi bize ( hala soyleniyor mu, bilmiyorum).
Bu yazdiklariniza paralel bir suru seyi, hala okuyoruz , dinliyoruz gundelik yasamda; " buyuklere masallar ' olarak, artik dinlerken hosluk duygulari yasar ve uykuya mi gecersiniz, yoksa , masalin da , kendi icinde bir inandiriciligi olmali diyerek basinizi yastigin altina sokarak dinlemekten mi kacinirsiniz, size kalmis.
Son soz; eger Osmanli, yazinizin basliginda belirttiginiz gibi, ' Siyonist oyunlar ' sonucu battiysa, demek o kadar guclu imis, su veya bu yonden esecek ruzgar zaten devirecekmis asirlik cinari, koklerini olusturan unsurlar 'ulus' olmus ve ayrilmislar.
Esmize - Perihan Kılıç
Dogukan5
Amacim,cabanizi kucumsemek degildi kesinlikle. Ben, okudugum bu parca ile ilgili goruslerimi yazdim sadece, kafamin icinde onaylayamadigim noktalari aciklamaya calistim akademik biri olmadigimin bilincinde olarak.
Ifadelerinizde, hala anlayamadigim noktalar var, soyle ki; "İttihat ve Terakki, azınlıkların da toprak satın alabileceğine dair kânun çıkarttı. İttihat ve Terakki�nin ihanetlerinden biri de bu idi." Azinliklardan kastiniz, Osmanli vatandasi olanlarsa, bundan dogal ne olabilir? Kaldi ki, Ittihat ve Terakki daha sonra ( sizce hainlik olan ) bu hatasini duzeltmek icin, tum azinliklara, ozellikle de Ermeni'lere buyuk acilar odeterek sokup atti yerinden yurdundan.
Bir diger konu. savasa Ittihat ve Terakki'nin emri vakisi, bir oldu bittisi ile girdigimiz iddiasi. O donemde, Osmanli ordusunun her yerinde Alman subaylari cirit atmiyor muydu sizce, ya da ben mi yanlis hatirliyorum?
Son bir arzum, sizinle yazismalarimiz, kabaklarin carpismasindan firlayan cekirdeklerce, gerceklerin savkimasidir. Kisisel catisma oldugunu dusunmeniz, beni sadece uzer inanin.
Calismalarinizda basarilar diliyorum.
Kamil Alparslan