GİTMELİ
GİTMELİ
Koca koca kelli felli adamların, bol yıldızlı generallerin, büyük basın kuruluşlarının, sabahtan akşama TV ler deki savaş, ölüm, kan diye hop oturup hop kalktığı bir dönemde biliyorum ki herkesin moral ve motivasyonu bozuk… Bütün bunların inadına gitmeli diyorum buralardan… Televizyonun olmadığı, gazetelerin gelmediği uzaklara gitmeli…
Gitmeli buralardan. Gitmeli!
Denizin betonlar içine sıkıştırılmadığı yerlere gitmeli… Gökyüzünün sokak
aralıklarına bölünmediği, "Kesintisiz Gökyüzü Diyarlarına" gitmeli.
Küçük bir çantayla, her şeyi evde unutarak, kısa dönemli mülksüzleşerek, hafifleyerek denize inmeli.
Sabaha karsı bir gün bir arabaya atlayıp, hızla yola çıkmalı. Dağ
yollarında çeşmelerde durup suları dirseklerden akıtmalı, boynu
ıslatmalı, ıslak ıslak rüzgârda durmalı… İlk kir kahvesi, bir yolculuk sürprizi
olarak, civarın en güzel kahvaltısını hazırlayan yer olmalı.
Zırkıya gidecek olursanız karşınıza pala Sadık çıkar haberiniz olsun.
Domates güneşi kızıl yansıtırken, salatalıklar insanın içini genişleten
kokusuyla kıtırdarken tepenizdeki ağaçtan yapraklar düşmeli tahta masaya.
Şehrin naylonlu ekmeklerinden değil, kokusuyla yumuşaklığı ve tazeliğiyle sac da pişen köy ekmeklerinden getirmeli bir yaşlı, güleç kadın. Yumurtanın sarısı gün batımının şekerrengi gibi aniden ortaya çıkıvermeli. Cemal Süreya’nin dediği gibi:
"Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı."
Sonra kekikli yollardan, dikenlerin üzerinde cırcır böceklerinin
uyuklatan seslerinden geçmeli… Tuhaf tabelalara, komik kamyon arkası
yazılarına gülünmeli… Gevşek gevşek yol alınmalı… Yol su gibi akmalı,
şehir üstünüzden basınızdan su gibi akıta akıta iyice temizlenince beyaz
boyalı bir pansiyona varmalı… Sabun kokmalı çarşaflar… Her şeyi öylece bırakıp, plansız programsız denize "cup!" diye dalmalı…
Cup! Denizin altına bakmalı.
Balıklar yanağınızdan geçince, yosunlar ayaklarınızı gıdıklayınca veya
aklınıza simdi şehirde olmadığınız, tam burada olduğunuz gelince...
Gülümseyin. Sanki denizin dibinde yaşıyormuşsunuz gibi oluyor, nedense.
Bir de söyle tam dipteyken yüzünüzü suyun yüzüne döndürmeli. Denizin
dibinden güneşe baktınız mı hiç siz? İnsan gümüşbalığı gibi oluyor, nedense.
Sarımsaklı yoğurdun üzerine, neşe olsun diye iki damla zeytinyağı
dökmeli… Nereden bulmuşsa sakız rakısı almış olmalı… Çam kokmalı içiniz; orman gibi bir şey olmalısınız… Eski bir radyo açık olmalı… Müzeyyen Senar
"Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına" şarkısını söylemeli... Bütün sevdiğiniz
şarkılar ard arda gelmeli, ayıkken asla anlatamayacağınız o büyük coşkulu hüzün basmalı göğsünüze…
İki satir bir yere not almak gelmeli içinizden.
Sanki peçeteye bir şeyler karalarsanız bugünü hep elinizde
tutabilecekmişsiniz gibi. Öyle tuhaf bir şey yani
Yatağa tüy gibi düşmelisin sonra… Uyuduğunu bilmemelisin… Rüyana balıklar
girmemeli; sen rüyanda kendini bir balık olarak görmelisin… Ertesi gün
daha kim bilir neler yapacaksın? Uyurken sanki bu yüzden acele edersin.
Uyandığında ise bir an durursun kalkmadan önce, denizin sesini
dinlersin. "Buradayım" dersin, "Tam burada!" öyle kendi kendine
gülersin. Yaa!
İste böyle...
YORUMLAR
Sarımsaklı yoğurdun üzerine, neşe olsun diye iki damla zeytinyağı
Gitmeliyiz gerçekten ama gideceğimiz yer yine Türkiye sınırları içinde olsun.
Zira, vatanımızı bırakıp bir yere kaçmak yok.
Bu vatan bizlere emanet.
Dediğiniz gibi gökyüzünü kapatan beton yığınları, şehir kargaşası, koşturmacalar insanı çok yoruyor.
Kaleminize sağlık. Sevgi ve saygıyla