- 2530 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Samimiyet ve Fedakârlık Üzerine
18 Şubat 2001 – Cuma
"İstikametsiz davalar kuru iddiadır. Safsatadır ancak..."
Tarih boyunca pek çok ideoloji, siyasî veya dinî lider, kitleleri peşlerine takan iddialarla kalabalık topladılar. Kimin ne kadar başarılı olduğu tarihçilerin konusudur. Son yıllarda o kadar çeşitli iddialarla kalabalık avında olan akımlar var ki, saymaya parmaklarımız ve matematik bilgimiz yetmiyor. Neredeyse her mahallede varlar artık. Hepsi tüm insanlığı mutlu edecek birikime ve gerçek hakikat bilgisine sahip olduklarına inanmışlar, yazık.
Yakından girip inceleme fırsatı bulduğunuzda ise alelekser çoğunun bunalımda, mutsuz ve hayatta başarılı olamamış insanlardan müteşekkil oluşumlar olduğunu görürsünüz. Önermeleri başta gönlünüzü ve kulağınızı okşar gibidir. Zamanla rahatsız eder, içinizdeki boşluk artar. Hace Nasreddin’in keçiboynuzu yeme mes’elesi gibi “bir damla pekmeze bi avuç odun” çiğnendiği hemen anlaşılır. Sonra nasıl kurtulacağınızın telaşesi sarar sizi. Girmek kolaydır amma çıkmak o derece kolay olmaz. Artan bunalımlarınızla ve istikametsiz ve mesnetsiz bilgilerinizle aklı karışıklar kervanına karışıverirsiniz, ilk durakta da uykuya dalar kervanı kaçırır kalıverirsiniz dağ başında. MaazAllah…
Bir davanın, öğretinin salahiyetinin test edilmesi basittir aslında. Tıpkı matematikte bölmeyi çarpmayla, çıkartmayı toplamayla kontrol ettiğiniz gibi, ya da tam tersi. Tabi bu önermeler şahsi fikrimdir, katılırsınız, katılmazsınız, bilemem. İlk kıstasım şudur benim her teklifte, bir; “Bana vaadi nedir? Karşılığındaki bedeli nedir? Beni bulunduğum konumdan ilerimi taşır yoksa daha da geriye mi sürükler?” İki; “Kendinden olanların hukukuna değil de olmayanların hukukuna gösterdikleri hassasiyet, saygı.” İşte bu ilkinden de önemlidir benim için. Yani ‘taassup’ var mıdır?
Her fikir, ideoloji ve din kendinden olanın hukukunu garanti altına alır ve korur ama acaba kendileriyle aynı fikirde olmayanların durumu ne olacaktır? Onlarla münasebet hangi kıstaslarla yürütülecektir. İşte ben bunun net ve gönlümü tatmin eden tek ve biricik yorumunu yüce dinimiz İslâm’da buldum sadece. Kul hakkı konusunda dinimizin gösterdiği itina malûmdur, hele gayrimüslimin hakkının yenmesi tamamen yasak ve affı mümkün olmayan büyük günahlardandır.
“Kılavuzu karga olanın akıbeti baştan bellidir…”
İstikamet dedik, evet. İstikametsiz dava ve davacılık olmaz, olamaz. Kim ki istikbal kaygısıyla istikamet göstermekten çekinir, en hafif tabiriyle alçaktır, korkaktır. Takip edilmeye değmeyen bir şahıstır. Hümanizm, romantizm veya mistisizm gibi safsatalarla ancak kendisi gibi câhil cühelâ ve ahmakları toparlar etrafına. Ne kendi bedel ödeyebilecek cesarete sahiptir (bedel ödemesi gerekmemelidir elbet, ama samimiyet ve fedakârlık esastır) ne de etrafında o samimiyette bir yâreni, yoldaşı olur. İlk mukavemette dağılıverirler hemen. Aklıselim ile mütalaa edildiğinde sözüm ona bu zavallı kanaat önderlerinin çoğunun iyi yetiştirilip meydana salınmış ajanlar oldukları anlaşılacaktır. Böylelerinden kâmil manâda bir zerre hayır dokunmaz kimseye. Ne bu vatana ne de aziz milletimizin bir ferdine, zararları dokunur ama hem de her fırsatta. Süslü, boyalı fakat boş sözleri alçak bir plan çerçevesinde süregelen faaliyetleriyle hem kısa dönemde hem de istikbalde tesir edecek zehir saçan, mikrop üreten bataklıklar var etmeye devam ederler. Ahali uyandığında ise artık vakit çoktan geçmiştir. Bir toplumun temel kültürü ölmüş, mevta ortada ve çürümüş, kokusu yedi düvele yayılmış, bataklık genişlemiş, hayati yaşam pınarlarımız zehire bulanmıştır.
Evlatlarımız ve dolayısıyla tüm toplumumuz süren bir tehlikenin tehdidi ile karşı karşıyadır. Öyle sinsi bir düşman ki kamuflaj kabiliyeti bukalemunları dâhi kendine hayran bırakır. Böylesi bir durumda anne babalar olarak mes’ud olmamız ve rahat uyumamız ne mümkündür.
Gerçek dava sahipleri davalarına tüm hücreleriyle iman eder ve savunurlar. Tek dâhi kalsalar inatla direnirler. Her türlü bedeli de ödemeye razıdırlar. Ne tehditler ne rüşvet yolundan çeviremez onları. Şikâyet etmezler, korkmazlarda. Tıpkı “bir elime ay’ı diğer elime güneşi verseler, gene de davamdan vazgeçmem” diyen peygamberimiz HZ Muhammed Mustafa (SAV) gibi, tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi.
Bir anekdot. Meclis yeni açılmış. Gazi Paşa tebrikleri kabûl ediyor. Tüm heyetler nezaket ziyaretlerini yapmışlar huzurdan ayrılıyorlar. Mısır heyeti temsilcisi özel görüşme talep ediyor. “Paşa hazretleri Mısır’ın başına gelip bizi de düşman işgalinden kurtarır mısınız?” diye soruyor. Paşa önce tebessüm ediyor, ardından soruyor; “Benimle beraber beş yün bin Mısırlı ölüme hazır mıdır?” Soruyu soran kişi bu karşı soruya şaşırıyor önce ve “Aman paşam siz varken neden o kadar insanımız ölsün ki?” deyince Paşa son sözü ile uğurluyor misafirini; “Benimle olmaz efendi, sadece benimle olmaz. Ne zaman ki siz bu aziz Türk milleti gibi kadınınızla erkeğinizle ölümüne mücadeleyi göze alırsınız, o zaman bana ihtiyacınızda kalmaz. Şimdi gidin bizim derdimiz bize yeter…”
Uyanmanın vakti çoktan geldi. Ama sözler nafile, toplumun büyük bir kısmı uyumaya, hakikatlere kulağını tıkamaya devam edecek. Yine de umut gençlikte, bizler gibi içi yananlar, tehlikeyi sezenler uykularında bile tedirgin. Peki; “sen bize istikamet gösterebilecek misin?” diye soranlar oldu, sizlerde sorabilir siniz belki. Bu soruyu sorma samimiyetini ve cesaretini gösteren herkese bir tek cevabım vardır ancak.
İnananlar için, en hakiki ve mutlâk istikameti Cenâb-ı Allah (CC) yüce kitabı Kur’an-ı Kerîm’de vermiştir. Doğru anlayalım ve eksiksiz yaşayabilelim diye de Resûlünü (SAV) bize son rehber tayin etmiştir. Bu ümmet sakınmış, acınmış, korunmuş ümmettir. Bu ne kadar şükredilse o kadar az olan bir büyük nimettir. Ne mutlu kadrini bilebilene, ne mutlu yaşayabilene. Her zamanki gibi konuşulacak şey çok lâkin yerimiz dar. Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle.
Unutmayınız, birbirimizi anlıyorsak, kardeşiz…
Selametle efenim…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.