3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
874
Okunma
II.BÖLÜM
Filistin topraklarının milattan önceki son istilacıları ise Romalılar oldu. 395 yılında Roma İmparatorluğu içerisinde tüm dünyayı etkileyen büyük bir kırılma meydana gelerek imparatorluk Doğu (Bizans) ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmıştır. Filistin Bizans toprakları içerisinde kalmıştır. Fakat bölge İslamiyet’in zuhur ettiği dönemlerde bu kez Sasani istilasına uğramış, birkaç sene sonra ise Kudüs yeniden büyük bir kıyımı yaşamıştır. 629 yılında ise bölge tekrar Bizans hâkimiyeti altına girmiştir.
Bu topraklar İslam tarihinde oldukça nadide bir yere sahiptir. Hz. Muhammed (sav)’in İsra ve Miraç mucizesinin mekânı Kudüs’tür. Bu anlamda Kudüs’ün fethedilmesi için Hz. Muhammed (sav) döneminden itibaren fetihlerin yönü kuzeye yönelmiştir.
İlk halife Hz. Ebubekir, Amr. b. As’ı Filistin’in fethi için görevlendirmiş ve ilk olarak Gazze ele geçirilmiştir. Bizans ile yapılan Ecnadeyn (634) ve Yermük (636) savaşlarında İslam orduları galip gelmiş ve Kudüs yolu açılmıştır. Şehrin kuşatılarak fethi Hz. Ömer döneminin önemli hadiselerindendir. Hz. Ömer bizzat şehre girerek barış yolu ile Kudüs’ü ele geçirmiştir.
Filistin’de Selçuklu dönemi 1069’da başladı. Ardından Fatimiler sonrasında Haçlılarca ele geçirildi. Selahaddin-i Eyyubi 1187 tarihinde Filistin’i Haçlı hâkimiyetinden kurtararak bu işgale son vermiştir. Selahaddin-i Eyyübi şehri ele geçirdiğinde eskiden sürülmüş olan Yahudilerin geri dönmelerine izin vermiştir.
Haçlı seferlerinin ardından başlayan ve yaklaşık iki asır süren Memluk hâkimiyetinden sonra Filistin, Yavuz Sultan Selim döneminde Mercidabık Savaşı’ndan sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı yönetimine geçti. Bölgenin tamamının fethi ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlandı. Kanuni döneminde üç semavi din açısından da önemli olan “Harem“ olarak adlandırılan kısmın bakımı yapılarak etrafındaki duvarlar yeniden inşa edildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Filistin’in yönetimi Osmanlı idaresinden çıkarak İngiliz mandasına geçti.
Çeşitli devletlerin idaresine giren Yahudiler, Filistin topraklarından sürülerek dünyanın çeşitli ülkelerine sürülmüşlerdir. Ancak devletleri olmadığı halde milliyetlerini hiç unutmadan bin yıl kadar gizli örgütler kurup birbirleri ile iletişimlerini kesmeden varlıklarını sürdürüyorlar. Ve özellikle çok para getiren ekonominin can damarı sayılan işlerde birbirlerine destek olarak tutunuyorlar. Dünya zenginlerine bir göz atacak olursak bu millet mensuplarının çoğunlukta olduğunu da görebiliriz. Bu arada tek hedefleri vardır. Kudüs’ü ele geçirmek“ vadedilmiş toprakları” ele geçirmek yani “Siyonizmi” gerçek kılmaktır.
Osmanlı Devleti, Filistin’de, Yahudi yerleşimini arttırmayı planlayan Siyonist harekete karşı daima ihtiyatlı bir politika takip etmiştir. II. Abdülhamid, Siyonizmi siyasal bir sorun olarak görmüş ve Yahudilerin kitlesel olarak Filistin’e yerleştirilmelerinin İmparatorluk içinde yeni bir milliyetçilik akımı ya da başka deyişle bir “Yahudi sorunu“ doğurmasından endişe duymuştur. Siyonist hareketin lideri Theodar Herzl 1901 yılının Mayıs ayında II. Abdülhamid’e gelerek, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlatmış ve Filistin’e yerleşmek için izin istemiştir. Ancak bu talep II. Abdülhamid tarafından açıkça reddedilmiştir.
Takvim gazetesinde 21.08.2010 tarihinde Bülent Erandaç tarafından yayınlanan Herzl’in hatıratına göre
15 ŞUBAT 1902: Abdülhamid, ikna olmuyordu. Yahudilerdin nereye yerleşeceğine hükümet karar verecek, Filistin kesinlikle bunun dışında kalacaktı. Şirkete, Mezopotamya, Suriye, Anadolu’da kolonizasyon tanınacak. İzzet’le beraber konuşuyorduk. Zatı şahane, imparatorluğun kapılarını bütün dünyadan gelecek Yahudi muhacirlere açacak, ancak gelenler Osmanlı tebaası olacak, askerlik yapacak "Filistin hariç memleketin her yerinde yerleşebilirler.
Borçları birleştirerek ödeme imkânları bulunabilir, bütün madenleri işletmenizi istiyor. Altın, gümüş, kömür, petrol kuyuları" dedi. Şirket, Osmanlı olacak, yönetimde hem Müslümanlar, hem Yahudiler görev alacaktı. Sultan’a verilmek üzere bir mektup gönderdim. ’Milli himaye isteriz. Yahudi-Osmanlı şirketini kuracağız. Şirket bir yer seçecek, iskân için toprak alınacak, Yahudiler orada toplanacaktı’ dedim.
SULTAN ADINA CEVAP
19 ŞUBAT 1902: İstanbul’dan ayrılıyorum. Ya tahditsiz muhacerat ya hiç olmaz. İzzet’ le önemli görüşme yaptım. Banka, maden, koloni... Şirket, istediği sayıda muhacir getirme yetkisini alsın istiyoruz.
Herzl, Abdülhamid’in Yahudi bir devletin kurulmasına izin vermeyeceğini anlayınca, kendi kendine şöyle dedi. Sultan’a karşı hiç vakit kaybetmeden bir kampanya açmalı. Bu iş için de sürgün edilmiş Prensler ve Jön Türklerle temaslar kurulmalı. Onun gücünü etkisiz hale getirmek için her türlü çalışma hayata geçirilmeli."
SİYONİZM TEHLİKESİ
Gümülcüne mebusu İsmail Hakkı Bey, Meclisi Mebusan’da yaptığı bir konuşmada Siyonizm tehlikesine dikkat çekmiş ve siyonistlerle ilişki içinde olan İttihatçılar’ın memleketi sıkıntıya uğrattıklarını dile getirmiştir. Bu gerçeği dile getirenlerden biri de Beyrut mebusu Rıza Salih Bey’di. Bu konuda emin olan Rıza Salih Bey, İsmail Hakkı Bey’in ardından Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada şunları söylemişti: Museviler, Filistin’de bin kuruş demeyin tarlayı elli kuruşa alıyorlar. Birçok araziyi satın alıp koloniler haline getirmektedirler. 200 bin nüfusa yaklaştılar. Bu bölgenin ekonomisi tamamen ellerine geçmiştir."
Önceleri İttihatçılar’la birlikte olan, sonra karşı cephede yer alan Miralay (Albay) Sadık Bey de Siyonizm tehlikesine şu şekilde dikkat çekiyordu: Bugün Siyonistler nazarında Osmanlı Devleti’nin çökmesi, hiç değilse Kudüs’ün ve Filistin’in bizden kopması istenmektedir. Masonlar da onlarla beraberdir. Hem de büyük bir destek vererek. Buralarda bir Yahudi hükümeti kurmak istiyorlar."
Miralay Sadık Bey bu uyarıyı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kongresine sunduğu bir raporda yapmıştı. İttihatçılar istenmeyen adam ilan etmişlerdir.İttihatçılar’ın Osmanlı Devleti’nde ipleri ellerine almalarından ve Sultan II.Abdülhamid’i iktidardan uzaklaştırmalarından sonra Filistin’e Yahudi göçünün kolaylaştırıldığını gözler önüne serilmektedir. Gerçekten de İttihatçılar, Yahudi devletinin kurulması için çalışmalar yapıyordu.
FARKLI BİR BAKIŞ
31 Mart ayaklanması, çıkışı ve niteliği bakımından yakın tarihimizin en karışık olaylarından biridir. Olay üzerine çeşitli tezler ileri sürülmüştür. Günümüzdeki ağırlıklı iddiaya göre 31 Mart ayaklanmasını İttihat Terakki, İngiltere ve Abdulhamid’e Filistin nedeniyle husumet besleyen Mason teşkilatları tertip ederek Abdulhamid’i tahttan indirmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Abdulhamid’in tahttan inmesiyle Yahudiler, Filistin’de toprak satın alma izni almışlardır. İttihat Terakki ise hiçbir etkisi olmayan padişah Vahidettin sayesinde yönetime tamamen hakim olmuştur. Abdulhamid’ten sonra imparatorluk hızlı bir parçalanma sürecine giderek İngiltere de istediğini elde etmiş oldu. 31 Mart Olayı’nda İngilizlerin önemli ölçüde pay sahibi olduğuna dair önemli iddialar mevcut.
II.Meşrutiyet’in ilanı, Alman yanlısı Abdülhamid rejiminin yıkılması bakımından İngiltere’de memnuniyetle karşılanmakla birlikte Meşrutiyet’in İngiliz sömürgeleri üzerindeki etkileri çekingenlik yaratmıştır. Anayasa’nın ilanından bir hafta sonra 31 Temmuz 1908’de İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey’in sarfettiği sözler hayli ilginçtir: "Eğer Türkiye Meşrutiyet’i kurar, bunu ayakları üstünde tutmayı başarır ve güçlenirse, bunun sonuçları şu an hiçbirimizin göremeyeceği noktalara ulaşacaktır. Mısır’daki etkisi müthiş olacağı gibi Hindistan’da da etkileri hissedilecektir. Eğer Türkiye şimdi bir parlamento kurar ve bu parlamento ülkeyi etkilerse, Mısır’da Anayasa ve Meşrutiyet istemleri çok güçlenecek, bizim de bunlara karşı direnme gücümüz azalacaktır. O nedenle her planı en ince ayrıntısına kadar düşünmeliyiz,"
Görüldüğü gibi İngiltere, Mısır ve Hindistan’daki çıkarları açısından Meşrutiyet’in güçlenmesine çok sıcak bakmamaktadır. Ayrıca Derviş Vahdeti ve Volkan Gazetesi’nin İngiliz yanlısı olmaları da 31 Mart Olayı’nda İngiliz parmağı olabileceğini kuvvetlendiren delillerdir.”
Sultan II. Abdülhamit, yukarıda sözünü ettiğimiz İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çıkardığı ve tarihe 31 Mart Vak’ası diye geçen isyandan sonra tahttan indirilmiştir. Bu olayda ilginç olan bir şey şuydu: 31 Mart isyanını çıkaranlar ve kışkırtanlar İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları veya onların yönlendirdiği kimselerdi. Daha sonra padişahın tahttan indirilmesine de yine bu cemiyet karar verdi ve bu kararında padişahı 31 Mart isyanına sebep olmakla suçladı.
Yani kendi suçlarını padişaha yükleyerek bunu onun tahttan indirilmesi için gerekçe olarak kullanmışlardı. Padişahın hal’ine (yani saltanattan indirilmesine) dair kararı ona tebliğ eden heyetin arasında yer alanlardan biri de yukarıda sözünü ettiğimiz Emanuel Karaso idi.
Bu kararı tebliğ eden heyetin içinde bir tek Türk yoktu. Osmanlı ahalisini temsilen padişahın karşısına çıktığını iddia eden böyle bir heyette, ahalinin ana unsurunu teşkil eden ve devletin yönetimini resmiyette elinde tutan önemli bir etnik unsuru temsil eden bir tek kişinin bulunmaması dikkat çekiciydi. Padişah da bu durum karşısında şu ifadeyi kullanmıştı:
"Bir Türk padişahına, 33 sene bu makamda bulunmuş İslam halifesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?"
Ne yazık ki, Filistin topraklarının Yahudilere satılması için rüşvet teklifinde bulunduğunda Sultan II. Abdülhamid tarafından kovulan Yahudi Emanuel Karaso, bu kez sultanın hal’ kararını tebliğ için onun karşısına çıkmıştı. İşte bu ihanetin şartlarını hazırlayan teşkilat da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ydi.
Bu arada İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion’un da II. Abdülhamid döneminde İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okuduğunu ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bünyesinde padişah aleyhine çalışmalara katıldığını hatırlatalım. "Ben Dünya Harbi’nin patlak vermesinden sonra Kudüs’e döndüm."Diyecektir
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 26 Mart 2011
Yarın ..OSMANLI ÜZERİNDE OYNANAN SİYONİST OYUNLAR ve SÖMÜRGE AVRUPA