KALP MASAJI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yüzyıldır süren bir hayatın kürek mahkumuydu. Tek işi boşa kürek çekmek. Küreğin diğeri olmadan varılabilecek yegane yer başlanılan noktayken çekmenin bir tek anlamı vardır, antrenman.
Vakit bazen geçip gitmeyi bilemez. Bir saatten sonra bezdirir beklemek. Vazgeçiverdiğinizde ise gözlerinizi açtığınız o son anda ne çok vakit geçmiş deyişinize gülün bundan sonra. İnsan oğlu fıtrat itibariyle hep şikâyet etmeye mecburdur belki de.
Gelip giden birbirinden saçma onca günü verimli hale getirmenin bin yolunu bilirdi. İçini güldüremese de dışında güleç bir ifadesi hep hazır bir yemek gibi saklanırdı dudaklarının kıvrımlarında. Çatık kaşlarıyla gülebilen az insandan biriydi, gülüşü yüzüne yakışan.
Uzun zaman olmuştu “gönülsüzüm” diyeli. Ümit ekip biçenleri seyretmek yetiyordu yalnızca. Son hasatı da kuruyunca vazgeçmişti ve darı ekiyordu artık kalbinin dibine. Kendi kendine büyüyordu üstelik. Var edilenin, doymak, örtünmek, hayatta kalmaktan başka bir sorumluluğu yoktur diye düşünüyordu. Bu yüzden tenine isabet eden orak darbeli, bıçkı dokunuşlu yaraları çarçabuk iyileşiyordu. Her yarasında Yaradan’ın mucizevî onarımının şahitliğine soyunuyordu. “ Bu da geçti bak, hem de hiç dikiş izi bırakmadan. Hangi yama bu kadar belirsiz eklenebilir?” diyordu kendi kendine.
Bekliyordu sadece. Pek çok uçurum görmüş pek çoğuna da gönüllüce atmıştı kendini. Öldürmeyen Allah gerçekten öldürmüyordu. “Ölümün öldürüldüğü yer burası değil” dediği günleri olmuştu ağlayışlarında. Yoktu ama işte. Gelmiyordu gönül istediğinde.
Bir sabah gün gerçekten aydın’dı nedensizce. Fark edişin bu kadar büyük bir değişimi kırmızı bir kart gibi cebinde taşıdığını kim bilebilirdi. Tam da yeter deyip şahadet getirecekken, bu kalp masajı yeniden hayata sebep olacakmış meğer. Çarpmaya başladığı zamanlarda yaptıklarını hatırlamak gerek o halde. Bir yandan hayata dön, bir yandan hayatta tut ne zor şey şu yaşamak.
Sebebi ve sahibi olmayacağı bir yağmur bekliyor bu aralar. Tam da ona göre bir tatlıcı muhabbeti için. Sıcacık peynirinde bir dilim künefenin belki de yalnızca ucundan yiyecek olsa da tadına asla doyamayacağı bir sohbet takılmıştı aklına.
Yazmak çoğu zaman konuşmaktan daha kolay gelir insana. Oysa sesi olan sohbetlerin kesik, şaşkın, abuk sabuk hallerinde saklı bir güzel yüz, kuvvetle muhtemel görünmeyecek olan bir çift göz çoktan doyuracaktır dinleyicilerini.
Bir yağmur bekliyor bu aralar Ankara. Asırlar öncesinden tadı hatırlanan kallavi bir sohbeti getirsin diyerek. Üzerine şekerli bol köpüklü bir Türk kahvesi, iki güzel fincanda. Gümüş bir tepsinin üzerinde gelmeyecek olması kimin umurunda…
YORUMLAR
"Gelip giden birbirinden saçma onca günü verimli hale getirmenin bin yolunu bilirdi. İçini güldüremese de dışında güleç bir ifadesi hep hazır bir yemek gibi saklanırdı dudaklarının kıvrımlarında. Çatık kaşlarıyla gülebilen az insandan biriydi, gülüşü yüzüne yakışan"
***
"Yazmak çoğu zaman konuşmaktan daha kolay gelir insana. Oysa sesi olan sohbetlerin kesik, şaşkın, abuk sabuk hallerinde saklı bir güzel yüz, kuvvetle muhtemel görünmeyecek olan bir çift göz çoktan doyuracaktır dinleyicilerini"
***
Baştan başa etkileyici bir deneme...Özellikle yukarıya aldığım iki paragraf dikkatimi çekti..Bu iki paragrafta ve yazının tamamında alatılmak istenen sanıyorum ki! şudur:
Bireyin zamanı değerlendirmesinden başlayıp, iç dünyasını zenginleştirmesi ile devam eden ve bunu hayata sunan bir anlayış özlemi...Bir diğerine bakışımızda bulunan yüz hatları dışında, iletişim kurduğu insana plansız, sorgusuz sualsiz sunduğu küçük ayrıntılarda gizli, asude deniz dalgalarını andıran iç rahatlatıcı bir bakış...Bu bakış bütün nefretleri vurmuş, bataklıkları kurutmuştur...Ne yazık ki (keşke demek tehlikeli!) insanların pek azında böyle iç dünyada olanların olumsuz yansımalarını dışarıya atmama gibi bir özellik var ki biz kendi beklentilerinin köşebaşlarında insanlığımızı kurşuna dizmiş varlıklarız...Kendimize yonttuğumuz nalıncı keserini, doyumsuzluk ve dikkatsizliğimiz nedeniyle gönlümüze de vurmuşuz...Eeee! Bu kadar hoyrat olunca insan, bünyesindeki manevi fidanları da kırabiliyor daha yetişip meyve-gölge vermeden...Sonuç ortada; günümüz ve günün yaşayış tarzı, iletişim şekli tahribatı çarpıyor bir örs gibi yüzümüze... EN AĞIRINI DA BEN KENDİM VURDUM KENDİ YÜZÜME...
Doğrusu derin bir iç muhasebeye girdim yazın sayesinde...Dilerim bu hesaplaşma hep kendimle olsun...Muhasebenin olumlu yansılmaları da son nefese kadar hayatı paylaştıklarımıza yansısın...
Teşekkürlerimi, saygılarımı sunuyorum kaleminize ve yüreğinize...
Daima yazmanı dilerim...Bu kaleme ihtiyaç var diye düşünüyorum...
hidayet dal tarafından 12/1/2007 12:15:41 PM zamanında düzenlenmiştir.
ben ne yapayım seni...
gecenin bu saatınde bana mırasmı bıraktın gittin şimdi...
teşekkürler saygıyla kal,,,,,,,,,,,
Uzun zaman olmuştu “gönülsüzüm” diyeli. Ümit ekip biçenleri seyretmek yetiyordu yalnızca. Son hasatı da kuruyunca vazgeçmişti ve darı ekiyordu artık kalbinin dibine. Kendi kendine büyüyordu üstelik. Var edilenin, doymak, örtünmek, hayatta kalmaktan başka bir sorumluluğu yoktur diye düşünüyordu. Bu yüzden tenine isabet eden orak darbeli, bıçkı dokunuşlu yaraları çarçabuk iyileşiyordu. Her yarasında Yaradan’ın mucizevî onarımının şahitliğine soyunuyordu. “ Bu da geçti bak, hem de hiç dikiş izi bırakmadan. Hangi yama bu kadar belirsiz eklenebilir?” diyordu kendi kendine.
kalemini büyük bir keyifle okuduğum isimlerden birisin asran'cım:)) öyle dokunaklı ki ve şiir tadında her bir cümle... takılıp gidiyor yüreğim senin kelimelerinin peşine... yüreğine sağlık...
Yazmak çoğu zaman konuşmaktan daha kolay gelir insana. Oysa sesi olan sohbetlerin kesik, şaşkın, abuk sabuk hallerinde saklı bir güzel yüz, kuvvetle muhtemel görünmeyecek olan bir çift göz çoktan doyuracaktır dinleyicilerini.
yüreğinize sağlık asran...
bir çift göz konuşmaktan ve yazmaktan çok daha doyurucudur bazen....
ben ne yapayım seni...
gecenin bu saatınde bana mırasmı bıraktın gittin şimdi...
hay deli kız hay ...
o kalp masajını yapanın eline sağlık,
aman ha dikkat etsınde usulune göre yapsın işini... hayata döndüreceğine iyiden küstürmesin hayata...
ben yazmayacağım artık seni okumak bile bana tam doyum veriyor...
güzelliğim, gönlüne busemi kondurdum, ellerini de sıkıca tuttum...