- 1085 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOST'LUK
DOST’LUK
Başına dayadığı soğuk demiri hissediyordu fakat soğuk demir o kadar üşütmüyordu. Belki üşütüyordu da, o, o kadar hissetmiyordu. Demir parçasının soğukluğu umurunda değildi. Sadece, soğuk demirin sapından tuttuğu elinin işaret parmağını, diğer parmaklarının hizasına getirmeden önce, geçmişteki dostlarını düşünüyordu. Nasıl da tek tek onu yalnız bırakmışlardı. Sonbaharı haber veren sararmış yapraklar gibi tek tek dökülüverdiler onun hayatında. Hele son ve samimi, kandaşım dediği dostu da onu yalnız bıraktığını gururuna yediremiyordu.
İlkokula başladığında çok arkadaşı vardı. Sonra ortaokul derken bazıları ondan koptu fakat bazı yeni yeni insanlar da onun hayatına arkadaş olarak girdi. Sonra liseye başladı ve ortaokuldan kalan arkadaşlarıyla samimiyetini daha da ilerletti. Lise bitecekti artık, ortaokulda tanıştığı arkadaşlarına artık "dostum" diyordu. Liseyi bitirmişti, üniversiteye başladı. Lisedeki arkadaşlarının çoğuyla görüşmüyordu artık. Çendan görüştükleri kişi vardı. Onlara da "dostum" diyordu artık. Fakat ortaokuldan süregelen dostlarıyla olan dostluğunu epeycene ilerletmiş ve olmazsa olmaz kişilerden olmuşlardı onlar. Sonra üniversite bitti. Üniversiteden olan dostu pek olmadı. Sadece meslektaş arkadaşı oldu. Ee! Onlar çekirdekten olmayınca, dostluktan ziyade arkadaşlık oluyor. Dostluk kavramı için yetersiz kalıyordu.
Derken iş hayatına girdi. Onu tanıyan çok oldu. Sonra evlilik derken, çok olan tanıyanlar döküldü düğününe gelmeyerek Bunların çoğu sonradan tanıyanlarıydı. Aile hayatına girdi. Çoluk çocuk sahibi oldu. Hayatı acısıyla tatlısıyla yaşamaya devam etti.
Yaş ilerledikçe etrafı da seyrekleşiyordu. Kendini yalnız hissetmeye başlamıştı yavaş yavaş... Sanki hayat doğrusal bir ivme ile geri gidiyordu. Etrafındakiler döküldü döküldü... Ve parmaklarıyla sayabilecek olan dostları kaldı. Artık emeklilik hayatlarını hep birlikte geçiriyorlardı.
Bir gün, gece başını yastığa gömdüğünde, parmaklarıyla sayabilecek dostları da yavaş yavaş dökülmeye başladı. Emeklilik yılının ilk senesinde bir, sonraki senelerinde bir tane daha... Ve derken sadece ve sadece bir dostu kaldı. O dostu ile hep tartışıyordu ama yine de bir birisiz yapamıyorlardı.
Bir gün dostu ile karşılıklı oturuyorlardı bir kıraathanede. Dostunun arkasındaki duvarda kısa bir yazı vardı, onu görünce:
"Dur sana bir şey anlatayım" dedi. Ve dostunun arkasındaki yazıya gözlerini dikerek okumaya başladı. Bitene kadar dostu onu pür dikkat dinledi. Bittiğinde:
"Ne kadar güzel, değil mi dostum?"dedi dostuna.
"Evet, candost, ben de sana bir şey anlatayım. Dur dinle." dedi dostu ona.
Dostunu, can kulağıyla dinlemeye hazır olduğunu, başını öne biraz uzatarak gösterdi. Dostu anlatmaya başladı. Daha ilk cümlesini bitirmeden, dostunun lafını kesti:
"A! Bu arkadaki duvarda yazılıdır. Anlatmana gerek yok. Ben onu da okudum fakat sana anlatmadım"
"Biliyorum, arkamdaki duvarda yazılı olduğunu. Onu hergün okuya okuya ezberledim. Bak dostum, dedi, artık seninle aynı otobüste yolculuk yapamayız. Benim yolum bu durağa kadarmış meğer hoşçakal!" Ve masadan kalkıp gitti. Neye uğradığını anlamamıştı. Sonbaharda son yaprağını döken ağaç gibi çırılçıplak kalmıştı. Duvardaki yazıya baktığında, gözleri nemlenmişti:" Başına dayadığı soğuk demiri hissediyordu fakat..." Masadan kalktı ve eve doğru yürüdü. Odasına çekildi, Masanın çekmecesini çekti. Elini uzattı soğuk demir parçasına ve sonra şakağında hissetti...
Sabah, gazetelerin üçüncü sayfasında yazıyordu, alt köşede küçük bir haber:" Bunalıma giren emekli asker, er silahıyla kendi odasında intihar etti".
Bilal İKİZASLAN
(İstanbul, Mart 2011)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.