GÖNDERİLMEYECEK MEKTUPLARA DAİR
Miâdı dolmuş bir mevsimin mizanı başlayacak ve etekleri silkelenecek artık. Zaman, gebe bir kış getirecek. Gömecek, üzerine düşen ne kadar tohum varsa. Saklayacak. Gidenlerin telâşesi geçecek, "kalanlar gitmesin"lerin derdine düşülecek bu mevsim. Zira her hastanın geceyi güne erdirmesi, sevenlerinin ümidini tazeleyecek. Bahara kadar gelmeyen ecel, bir mevsimlik bir hayat hediye edecek.
Mektuplar… Yazılıp yazılıp sahibine gönderilmeyenler. Yazgının yazılıp bozulmasına rıza edilmesi gibi, rıza ettirecek yazanı. Yeni bir mektuba tövbe ettirecek. Görmemek için yumacak gözlerini görülen pencerelere, duyulacak seslerden kaçacak. Üstünkörü, yalan yanlış ve hatta deymeyecek şarkılardan men edecek kendini. Adamakıllı bir suyolu bulacak. Tek tabanca misali, çekecek eski sandalını. Denize ulaştırır mı hiç düşünmeden. Öyle ya çıkılan hangi yol, sabırsız ve akılsız yolcusunu erdirdi gidilmek istenen kıyıya.
Toprak adamı olmak zor gelecek bir zaman. Sudan korkarken suya mecbur olmanın ızdırabı çöreklenecek yüreğine. Bir damlası yetmezken, ummanında nefes alamayıp ölecek. Korkuları arşın azametiyle boy ölçüşecek.
Cesaret, yazılanları göndermek için lazım olmayacak. Zorluğuna razı olup yaşamaya eyvallah çekenin, birkaç mektubu göndermekte sıkıntısı olur mu? Yahut cesaretsizliği mümkün müdür? Hak edilmediğine duyulan şiddetli inançtan başka bir gerekçesi olabilir mi? Mektubu, şiiri, yazıyı yazabilmekte maharet mi tespit edilir. Gülerim böyle zamanlarda. Hayattan anladığım şudur ki, yazmak öyle fazla fazla bir beceriklilik değildir. Yazdıranın eylediği zulmü görürüm mektuplarda. Asıl böylesi zulümleri yapanların mahir oluşlarına alkış tutarım. Ziyadesiyle acı bıraktığından emin olmak keyif sebebidir belki de. Ama evet bazen yazılan yazıların, gönderilmeyen mektupların okunduğuna dair ciddi inancım hâsıl olur. Uzaklık, düşünme anına kadar uzaklıktır yalnızca. Akla düştüğün an, kaybolur iki saatlik geç zamanlara uğurlananlar.
Yine de ve illede sağ avucundan öperek korkularını yenemedikleri yüreklerinin üzerine koysunlar isterim ellerini. Şehadet eder gibi sevgime. Bizi de sevsinler diye sevmemeyi öğreneli uzun yıllar oldu. Biz gönlümüzü durduramadığımızdan sevdik, kendimizce, kendi ahvalimizce. Her kim olursa olsun.
Gidenlere baki selamlarımız vardır. Düz tüten bacalarının haberleri yeter bize. Zira başkaca bir beklentimiz yoktur hayattan.
Hazreti Mevlana’mın sözleri gelir aklıma da toparlarım benliğimi:
"Her şey dünle beraber gitti cancağızım, Artık yeni şeyler söylemek lazım...”
YORUMLAR
Postada kaybolmuş bu mektup, şimdi ulaştı adresine...Yeni şeyler söylemişiniz anlaşılır mı diye tereddüt ederek...Yazdıranın maharetini övmüşsünüz, katılmadım...Yaşanan yaşandığı zamana gömülüp kalsa,bir memur ilahi bir misyonla adını kaydetmese olup bitenin, varlığına bir masal ilave etmese kendi yüreğinden, kim duyar çığlığını kederlerin- sevinçlerin? Aşk olmasa kaç para eder güzelliği Leylaların? Kim nerden tanır zalimlerin çirkin suratlarını? Işığını sızdırmasa "bacası düz tüten" gönüller çoban yıldızları gibi, kim yol gösterir yolda kalmışlara?
Ya da bunlar çok iddialı hayaller bile olsa, yazıp yenilemedikçe ruhlarımızı, nasıl sabitleniriz ki sırat-ı müstakimde? Göndermeyecek de olsak bir müjde ulaştırır gibi çala kalem yazılmalı mektuplar...Selam olsun hikmetli-sımsıcak kaleminize...
Mektuplar… Yazılıp yazılıp sahibine gönderilmeyenler...
ne çok mektubumuz vardır öyle geride sahibini arayan, öksüz, yetim kalan sevgi cümlerini barındıran... mektuplar her zaman içime dokunmuştur, kendileri de üzerine yazılanlarda... bu da öyle bir yazı işte içime dokunanlardan.. yüreğine sağlık...