- 1555 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BİR MÜJDEM VAR
Şimdi yukarıdaki başlığı okuyunca öyle tahmin ediyorum ki, müjdeli bir haber vereceğimi düşündünüz hepiniz. Aslında ne çok isterdim size, yüreklerinizi hoplatacak, eteklerinize zil taktıracak haberler verebilmeyi. En azından artık dünyada hiçbir çocuk annesiz ve babasız kalmayacak ve hiçbir çocuk açlıkla tanışmayacak, büyümeden ölmeyecek diyebilseydim keşke. Ya da insanlık adına tehdit oluşturan bütün olumsuzluklar bertaraf edildi, dünya barışı sağlandı, insanlar kardeşçe yaşamanın önemini kavradı; savaşlar, isyanlar son buldu, hastalıkların hepsinin çaresi keşfedildi, trafik kazaları yüzünden kimse ölmüyor artık diyebilseydim. Maalesef diyemiyorum. Sözü daha fazla uzatmadan asıl konuya gireyim ben en iyisi.
Geçtiğimiz hafta sonu, yeni evli genç bir çiftin evinde akşam yemeğine davetliydik. Evleri mandalina ağaçlarının arasında, yeşilin kucağında bembeyaz gülümseyen nergis çiçekleri gibi sıralanmış, ikişer katlı binaların oluşturduğu küçük bir site içindeydi. Bütün gün yağmur yağmıştı ve ağaçların dallarında asılı kalan yağmur damlaları, akşamın o vaktinde bahçedeki aydınlatmalardan süzülen ışıkta, tıpkı birer pırlanta gibi parlıyorlardı. Biz dallara değmekten korkarak, başımızı eğerek ilerlemeye çalışsak da bazen kâh omzumuz kâh kollarımız yere doğru sarkmış dallara temas ediyor ve o pırlanta taneleri yüzümüzü öperek düşüyorlardı ıslak toprağa.
Kızımız gibi sevdiğimiz Müjde ve sevgili eşi Ali, yüzlerinde sımsıcak bir gülümseme ile bizi kapıda karşıladılar. Evleri de onlar gibi sıcacık ve pespembe bir merhaba dedi bize. Salon pembe ve lilâ renklerinin hâkimiyetinde, gayet sade dekore edilmişti ve sağ taraftaki yemek masası donatılmış bizi bekliyordu tüm ihtişamıyla. Hoş geldin faslından hemen sonra o davetkâr sofraya oturduk hep birlikte. Çorbalarımızı içerken de başladık muhabbete. Karşılıklı hâl hatır sormalar, beylerin işleri, biz hanımların özel sohbetleri derken yemeğin sonuna geldik. Az önce de dediğim gibi Müjde elimizde büyüdü sayılır, anne ve babasıyla yıllardır süregelen dostluğumuz vardır. Dolayısı ile onu ve ailesini çok yakından tanıyoruz. Ali’yi de ilk kez nişanlarında görüp çok sevmiştik. Konu nasıl tanıştıklarından başladı ve Ali’nin hayat hikayesine kadar geldi dayandı nihayet. Onun kimsesiz, tek başına hayata tutunmaya çalışan, cesur ve yürekli bir genç adam olduğunu biliyorduk ama tüm teferruatı ile hayatını ilk kez, o akşam onun dilinden öğrendik. Eşim ve ben hem büyük bir şaşkınlık ve hem de hayranlıkla onu dinliyorduk:
- Anne ve babamın ortak tek çocuğu olarak 1983 yılında doğmuşum.
-Başka kardeşlerin de mi var yani?
-Hı hı…
Ben şimdi bile kaç kardeşi var Ali’nin ve kaçı karındaş kaçı kandaş inanın hesap yapmakta zorlanıyorum. Neyse biz hep birlikte ona kulak verelim ve dinleyelim hayatını başından sonuna kadar:
-En başından başlayayım en iyisi. Annem çocuk denecek yaşta babasının iznini almadan kaçarak evlenmiş. Eşi özünde iyi bir insanmış fakat ailesi ile aralarında bir türlü çözemedikleri sorunları varmış. Bu sorunlar zaman içerisinde evliliklerine de yansımış ve annem dayanamayıp ilk eşinden boşanmak için dava açmış. Bu arada iki de çocukları olmuş. Adliyede duruşmalara gelip giderken babamla tanışmışlar, dedem de eve kabul etmeyince annemi, tek liman olarak gördüğü babama sığınmış. Boşanma işlemleri sona erince evlenmişler. Çocuklarını vermemiş ilk eşi. Güzelmiş annem hem de çok güzelmiş. Babam ilk görüşte aşık olmuş ona. Babam da genç, yakışıklı ve azıcık da hovarda. Ben doğmuşum sonra. İlk yıllar annemden başkasını görmezmiş babamın gözü. Sonra değişmiş gitgide ve bir başka kadına aşık olmuş. Annem bunu öğrenince beni de yanına alıp evi terk etmiş. Babam otobüs terminalinde yetişmiş arkamızdan ve beni zorla almış annemin elinden. Annem çaresiz yalnız dönmüş memleketine. Ben dört ya da beş yaşlarındayım hayal meyal hatırlıyorum bu olanları. Net bir şekilde hatırladığım babamın annemden sonra evlendiği kadından da çabucak bıkıp eve genç ve güzel bir başka kadını getirdiği ve kıskançlık krizine girdiği bir anda o kadını bıçakla yaraladığıdır. Üvey annemden doğan iki kardeşim onun üzerine gelen kumadan da bir kız kardeşim var. Bu yaralama olayından sonra o kadın yeni doğmuş bebeğini de alıp babasının evine gitmiş. Babam da peşinden tabi ve kadının ağabeyleri tarafından öldürülmüş. Kız kardeşimin varlığından haberdarım lakin ne ben ne de akrabalarım onun izini bulamadık. Evlatlık verildiğini, isminin değiştirildiğini, soy isminin bile farklı olduğunu tahmin ediyoruz. Çünkü henüz kimliği bile çıkmamış babam öldürüldüğünde.
Beş yaşımda iken annem bilmediği bir yerde, babam mezarda, üvey annem ve ondan doğmuş iki kardeşle tek başıma kalmıştım dünyada. Üvey annem bir başkası ile yeni bir yuva kurarken ben de babaannemle yaşamaya başlamıştım. On yaşıma geldiğimde hayattaki tek ailem bildiğim babaannem de vefat etti. Beni amcam yanına aldı bu kez. İlkokulu bitirmiştim, amcamla birlikte çalışmaya başladım. İnşaat ustasıydı amcam, her sabah onunla beraber evden çıkar, bütün gün o yaşıma rağmen, gösterdiği her işi yapmaya gayret ederdim. Tuğla taşımak, harç tenekelerini omuzlamak, kum aktarmak, kalıp tahtası taşımak zor olsa da şikâyet etmezdim. Bana evlerini açmışlardı, bir yatağım vardı, gece gözlerimi yukarı çevirdiğimde başımın üstünde bir çatı… Üstelik karnım doyuyordu, yengem çamaşırlarımı yıkıyordu ama ben mutsuzdum bütün bunlara rağmen. Çünkü şefkât, ilgi ve sevgi görmüyordum. Canım bugün bu yemeği yemek istemiyor deyip iki yumurta kıramıyordum en basitinden kendime. Bir keresinde denemek istedim olay oldu evde. Bazı günler amcam erken bırakırdı işi ve bana yapılması gerekenleri söyler eve giderdi. Ben saatler sonra eve gittiğimde yemek yenmiş olurdu. Artmışsa onları yerdim, yoksa da yengemin hışmından korkarak yumurta pişirirdim kendime. Ama her seferinde onun o buz gibi bakışları ile paslaşır sonra da lokmaları yutmakta zorlanırdım. On beş yaşıma geldiğimde, amcama artık onlarla kalmak istemediğimi, evden ayrılıp, kendime bir iş bulup hayatı tanımak istediğimi söyledim. İtiraz etmedi amcam, sebebini bile sormadı.
Civardaki bir tamirhanede iş buldum kendime. Yatacak yerimin olmadığını, babamın öldüğünü, annemin nerede olduğunu bilmediğimi kısacası hayatımı anlattım ustama. Sağ olsun bana tamirhanede yatacak yer ayarladı, bununla da kalmadı eski bir buzdolabı külüstür bir de televizyon getirdi. Çalışıyordum ve para kazanıyordum artık. Bir gece uykudan uyandım karnım zil çalıyor. Dolabımda hiçbir şey yok. Saat gecenin ikisi… Yakınlarda bir fırın vardı, taze ekmeğin kokusu barındığım yere kadar geldi ve ben gayri ihtiyari o kokuyu takip edip fırına gittim. Cebimde beş kuruşum yok, haftalığım bitmişti. Allah razı olsun fırıncı halden anlayan muhterem bir adammış bana o sıcacık ekmeklerden bir tane verdi. Tamirhaneye gidene kadar kocaman lokmalar halinde o ekmeği nasıl bitirdim hala şaşarım. Karnımın doymasının verdiği rehavetle o gecenin sonrasında rahat bir uyku çektim sabaha kadar.
Annemin ilk evliliğinden doğmuş olan abimle de tanışmamız o döneme rastlıyor. O da aynı benim gibi annesiyle babasının ayrılığından sonra, yıkılmış bir yuvanın enkazı altında nefes alamayıp, isyan ederek evinden kaçmış. Annemi bulmuş yıllar sonra. Ondan öğrendiğime göre annem beni birçok defa aramış, görmek için babaannemle yaşadığım eve gelmiş, beni almak istemiş yanına fakat buna her seferinde mani olmuşlar. Kaçırmışlar, göstermemişler yüzümü. Abim bana tanışmamızdan kısa bir süre sonra :
-Anneni görmek istiyor musun Ali?
Diye sordu. Bunu yıllarca anne kokusundan, sevgisinden ve kucağından mahrum kalmış hangi çocuğa sorsanız yanıtı kocaman bir evet olacaktır mutlaka. Ben de ‘’tabi ki isterim’’ dedim. Annem civar kasabaların birinde yaşıyormuş üçüncü kocası ve ondan doğmuş iki çocuğu ile birlikte ve bir lokantada aşçılık yapmaktaymış. O gün işe gitmemiş evde izin günüymüş. Abimle birlikte annemin yaşadığı eve gittik. Kapıyı çaldık. Kapıyı küçük bir kız açtı. Abimin boynuna atladı sevinçle:
-Anne bak abim geldi!
Annem olduğunu tahmin ettiğim bir kadın üzerindeki önlüğüne ellerini silerek mutfaktan çıktı. Bize hoş geldiniz dedi. Abim:
-Anne iyice bak bakalım bu arkadaşımı tanıyabilecek misin?
Diye sordu anneme. Annem dikkatlice baktı bana:
-Yok oğlum tanıyamadım, kimlerden ?
-Anne Ali bu Ali! senin oğlun Ali.
O an annemin nasıl bir şaşkınlık içinde olduğunu tahmin edebilirsiniz. Ağlayarak bana sarıldı tüm yüzümü öptü öptü, hıçkırıklarına kısacık verdiği aralıklarda ‘’çok geldim, çok görmek istedim seni, izin vermedi amcanla babaannen ‘’ deyip deyip tekrar sarılıyordu sımsıkı ve öpüyor öpüyordu yılların verdiği özlemle. Ben de aynı şaşkınlık ve heyecan içindeydim.
Annemle o günden sonra düzenli aralıklarla görüştük. Ben ustamdan ve işimden memnun hala o tamirhanede yatıp kalkıyordum. Bir gün Bodrum’da çalışan yakın bir arkadaşımdan telefon geldi. Ayda 250 lira kazanabileceğim güzel bir iş varmış. Çalışmak ister miyim diye sordu. Hiç düşünmeden hemen geliyorum dedim. Çünkü kazandığım paranın beş katı bir ücretti vaat edilen maaş. Ustamla helalleşip ertesi günü sabah erkenden Bodrum’a hareket ettim. İşyeri merkeze yakın, oldukça işlek bir mekandı. Arabaları yıkayıp, temizleyecek rutin bakımlarını yapacaktım. Aldığım bahşişler ve bana göre oldukça dolgun bir maaş beni oldukça rahatlatmıştı. Küçük bir oda kiraladım kendime. İçine bir yatak, küçük bir elbise dolabı, ikinci el bir televizyon alıp döşedim odamı. Yemeklerimi genellikle dükkanda yiyordum. Patronla aramız çok iyiydi. Çalışkanlığım ve dürüstlüğüm ile kısa zamanda gözüne girmiştim. Sonra bir kızla tanıştım, aşık oldum ilk kez. Her fırsatta görüşüyor, görüşemediğimiz zamanlarda mesajlaşıyorduk. Her şey gayet güzel gidiyordu. Ama beni iş saatlerimde arayıp ulaşamayınca kapris yapıyor, küsüyordu. Bir gün işimi gücümü bırakıp ona gittim dayanamayıp. Patronum buna haklı olarak bozuldu ve işime son verdi.
Aylarca işsiz kalmadım kısa zamanda kendime yeni bir iş buldum ama o kızdan da ayrıldım. Yeni işim de patronum da çok iyiydi. Zaman su gibi akıp geçiyordu. Askere gitme vaktim gelmiş çatmıştı. Ee gençlik var serde biraz da kanda delilik. Asker ocağına teslim olmadan önce arabaya kocaman Türk Bayrağı asıp vızır vızır gezmek var. Patronum sağ olsun özel arabasını verdi bana. Kocaman bayrağı astık arabaya. Arkadaşlarla cirit atıyoruz Bodrum sokaklarında. Ehliyetim yok henüz ve bir trafik kontrolünde trafik polisleri arabaya el koydu. Nasıl mahcubum patronuma karşı, nasıl utandım anlatamam. Mecburen telefon edip çağırdım onu. Yüklü bir ceza karşılığı arabayı geri aldı. Bana hiç öfkelenip, bağırmadı. Neden diye sorduğumda:
- Bunun olacağını biliyordum ben ama seni bu heyecandan mahrum etmek istemedim. Allahtan kaza yapıp canına bir zarar vermedin. Olan olmuş, paraya gelsin zarar hiç önemi yok. Sen asker olacak vatanı bekleyeceksin. Selametle git ve geri gel.
Bir baba ancak bu kadar anlayışlı olabilirdi. Kendimi o an öyle şanslı hissettim ki. Ellerine sarıldım ve öptüm patronumun.
On sekiz aylık askerlik dönemi boyunca beni hiç parasız bırakmadı. Düzenli olarak hesabıma para yatırdı. Hakkını asla ödeyemem.
Asker dönüşü işim hazırdı. Aynı yerde canla başla çalışmaya devam ettim. Müjde ile tanışmamız bu döneme rastlar. Onu bir dolmuş durağında gördüm ilk kez. Ne güzel gözleri vardı. Ne güzel bir kız diye düşündüm. O benim onu fark etiğimden habersiz, telefonun kulaklığı kulağında, müzik dinliyordu büyük ihtimal. O gün kafama koydum, ben bu kızla evleneceğim dedim kendi kendime. Dolmuşa binmem gerekmediği halde evime gitmek için ben artık her akşam Müjde’ yi bir kez daha görebileyim diye dolmuş durağındaydım onunla aynı saatte. O dolmuşa binip gidene kadar bekliyordum. Durakta ikimizden başka kimse olmuyordu o saatlerde. Bu böyle birkaç hafta devam etti. Ve sonunda bir akşam gene dolmuş beklerken ona
-Merhaba, dedim. Yüzüme bakıp
-Selam, dedi.
-Sizinle hep aynı saatlerde karşılaşıyoruz burada bilmem farkında mısınız?
- Öyle mi? Hiç dikkat etmedim.
İlk sohbetimiz böyle başlamıştı. Nerde çalıştığını falan sordum. Aslında biliyordum, onu o ilk gördüğüm akşamdan sonra araştırıp öğrenmiştim. Bizim dükkanın arka sokağında bir kuaförde çalışıyordu. Bunu ona söylemedim tabi. Onun için her akşam o durağa geldiğimi de. Sonraki günlerde
Dolmuş beklerken sohbetlerimiz devam etti ve ben bir akşam tüm cesaretimi toplayıp, onu tanımak ve arkadaş olmak istediğimi söyledim. Olur dedi. Ertesi günü işyerlerimize yakın bir cafede buluşmak için anlaştık ve o dolmuşa bindi gitti evine. Ben de ellerim cebimde, keyifli bir ıslık dilimde, caddenin karşısındaki sokakta bulunan binadaki odama doğru yürüdüm.
İlk buluşmamızda, niyetimin ciddi olduğunu ve onunla evlenmek istediğimi söyledim Müjde’ye. Haklı olarak biraz zaman istedi. Ama hissediyordum o da benden hoşlanmıştı. Telefon numaralarımız verdik birbirimize ve o günden sonra sık sık görüşmeye başladık. Birkaç ay geçmeden dedim ki ailenle tanışmak istiyorum. Hani hep derler ya en son babalar duyar. İlk annesiyle tanıştım. Müjde’nin çalıştığı kuaföre geldi, orada oturduk sohbet ettik. Kısaca kendimi tanıttım, durum budur diye:
-Ne evim, ne birikmiş param var ama kızınızı seviyorum kimsem de yok. Babam öldü yıllar önce, annem kendine yeni bir hayat kurdu. Sıcak bir yuvanın özlemini çekiyorum yıllardır ve bu yuvayı kızınızla inşa etmek istiyorum. Yaşadığım onca zorluk ve sıkıntıya rağmen haram lokma geçmedi boğazımdan istedim ama asla çalmadım. Müsaadeniz olursa kızınızla evlenmek istiyorum.
Müjde’nin annesi bu konuyu eşine açacağının sözünü verip ayrıldı kuaförden. Bir başka gün Müjde’nin babası ile tanıştım. Onunla da oturup uzun uzun sohbet ettik. Ayrılırken tamam oğlum dedi, al büyüklerini gel, tanışalım.
Annem uzaktaydı. Çağırsam da gelebileceğini sanmıyordum. Kocası, çocukları… O kendine içinde benim olmadığım bir dünya kurmuştu. Üvey anneme açtım meseleyi. Sağ olsun eşini de yanına alıp beni yalnız bırakmadı o akşam.
Kısa zamanda söz, nişan derken evlendik işte. İkimiz de çalışıyoruz ve birbirimizi çok seviyoruz. Hayat bazı insanları dudağından öper ve güldürürken, bazılarını tokatlıyor ve ağlatıyor. Ama ben hayatın bana tokat atmasına asla izin vermedim ve ağlatmasına. Tek başıma tutunmaya çalışırken bana uzattığı o çolak kollarına hayatın, dürüstlüğümden ödün vermedim. Serseri olabilirdim, hırsız olabilirdim, kötü arkadaşlara takılıp uyuşturucu müptelası bile olabilirdim. Ama olmadım.
Hayattan kendimi harcayarak intikam alma hatasına düşmedim çok şükür.
Şimdi, bir Müjdem var.
Sahip olduğum ve ait olduğum.
Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?
Bu yazı sevgili Ali’nin izniyle kaleme alınmıştır…
Hicran Aydın Akçakaya
Bodrum/mart 2011
YORUMLAR
Ne çok şey yaşamış o genç insan. Bunların kurgu olduğunu düşündüm bir an. Ama son kısımda kurgu olmadığını anladım. Mutluluklar diliyorum her ikisine de...
Yazı uzundu ama hiç sıkılmadan ilgiyle okudum. Yalnız bir şikayetim var. Keşke paragraf aralarını biraz açıp, yazınızı da daha kalın bir tonda yazsaydınız. Bu hali göz yoruyor.
Tebrik ediyorum.
Sevgiler.
Ben saatler sonra eve gittiğimde yemek yenmiş olurdu. Artmışsa onları yerdim, yoksa da yengemin hışmından korkarak yumurta pişirirdim kendime. Ama her seferinde onun o buz gibi bakışları ile paslaşır sonra da lokmaları yutmakta zorlanırdım. On beş yaşıma geldiğimde, amcama artık onlarla kalmak istemediğimi, evden ayrılıp, kendime bir iş bulup hayatı tanımak istediğimi söyledim. İtiraz etmedi amcam, sebebini bile sormadı.
Cok etkileyiciydi neden insanlar böyle anlamak cok güc gercekten.
Amca baba yarisidir ama görüyoruz iste yedigi loklmalar en yakinlar tarafindan sayilmis.
Insan insan ise üvey anne bile olsa arkasinda duruyor yardimini esirgemiyor yinede.
Temiz niyetli insan olunca insan her zorun üstesinden gelir Allahin yardimiyla.
Sonsuz mutluluklar Ali ile Müjde´nin olsun.
Yüregine saglik cok güzeldi
Sonsuz sevgimle
hicbitmez tarafından 3/19/2011 12:29:19 PM zamanında düzenlenmiştir.